İNGİLTERE İDARESİNDE FİLİSTİN’DEKİ TEMEL GELİŞMELER
Doç. Dr. Can DEVECİ
Erciyes Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Haim Weizmann öncülüğünde 1905’ten beri İngiltere’de faaliyet yürüten siyonistlere, Filistin’de elde etmek istedikleri politik hedefleri gerçekleştirme imkânı ortaya çıkmıştır. İngiltere Hükümeti, 1917’de Birinci Dünya Savaşı sırasında yayımladığı, Filistin’deki Yahudiler için ulusal bir yurt kurulmasına desteğini açıkladığı bir bildiri metni olan Balfour Bildirgesi’nde “Jewish national home” (Yahudi ulusal yurdu) tabirini kullanır. Siyonistlere göre İngiltere’nin Filistin’de bir Yahudi ulusal yurdunun kuruluşunu desteklemesi; İngilizlerin Akdeniz, Hindistan, Uzakdoğu hattındaki stratejik çıkarları için önemli bir mihenk taşı sayılan Süveyş Kanalı ve etrafındaki toprakların korunması açısından önem arz etmekteydi. İngiltere, Filistin’de bir Yahudi devletinin kuruluşunu desteklerse uluslararası lobiye ve mali güce sahip siyonistler onun stratejik çıkarlarını koruyabilirdi. Bu bakış açısı İngiltere bürokrasisinde 1910’dan itibaren raporlara yansımaktaydı. Nitekim Birinci Dünya Savaşı için Hristiyan siyonist David Lloyd George’un başbakanlığında göreve başlayan İngiltere savaş kabinesi, politikalarını bu yönde belirlemiştir.
İngiltere’nin Filistin’e dair attığı adımların başında Dünya Siyonist Örgütü’nü temsilen Lord Rothschild’e 2 Kasım 1917’de Dışişleri Bakanı Balfour’un ilettiği bildirge gelmektedir. İngiltere bu belge ile Filistin’de bir Yahudi ulusal yurdunun kurulmasını vadeden politik desteği Filistin’de yaşamayan siyonistlere sunmuştur. Böylelikle siyonistler ilk defa büyük bir güç tarafından dikkate alınmıştır. Aynı zamanda Balfour Bildirgesi 1917’den itibaren Filistin’e dair temel politik hedef hâline gelmiştir. Diğer gelişme ise 11 Aralık 1917’de General Edmund Henry Hynman Allenby tarafından Kudüs’ün işgal edilmesidir. Ardından 1 yıl içerisinde Filistin’in güneyi, Hayfa, Şam ve Beyrut; İngiltere tarafından ele geçirilmiş ve bölgede yüzyıllardır adalete dayalı bir şekilde süren Osmanlı idaresi sona ermiştir. Sahadaki bu gelişme sonrasında İngiltere komutasında Kudüs merkezli ve günümüzdeki Suriye, Lübnan ve Ürdün topraklarını içeren askerî idare başlamıştır. Askerî idare ile oluşturulan yapı Paris Barış Konferansı’nda manda sisteminin Arap topraklarında uygulanması kararı alınması ve 25 Nisan 1920 San Remo Konferansı’nda Fransa ile İngiltere’nin manda idarelerinin hangi bölgeleri kapsayacağına dair anlaşmasıyla değişmiştir. Böylece Fransa, Suriye ve Lübnan’da; İngiltere ise Irak, Ürdün ve Filistin’de manda idaresi kurmuştur. Filistin’de 1 Temmuz 1920 itibarıyla İngiltere sivil idaresi başlamıştır. Siyonist düşünceye sahip, Weizmann’ın dostu ve Dünya Siyonist Örgütü içerisinde birçok rapor hazırlayan Herbert Samuel ilk sivil yüksek komiser olarak görevlendirilmiştir. 1948’e kadar Samuel dâhil Filistin’de 7 yüksek komiser atanmış ve Filistin’i İngiltere Kralı/Kraliçesi Hükümeti adına yönetmişlerdir.
Atanan yüksek komiserler Milletler Cemiyeti’nin 24 Temmuz 1922’de yayınladığı, Filistin mandaterliğinin hukuki çerçevesini belirleyen ve İngiltere tarafından da taahhüt edilen maddeleri gerçekleştirmeye çabalamıştır. Buna göre Filistin’i yöneten İngiltere’ye “vesayet” anlamına gelen “mandater” sıfatı verilmiştir. İngiltere’nin temel görevi, Filistin’de yaşayan halkların kendi kendilerini yönetebilecek seviyeye getirilmesidir. Bu süreç tamamlandığında İngiltere Filistin’den çekilecektir. Ancak bu süreçte İngiltere, Filistin’de siyonistleri önceleyen kurumsallaşmayı tek taraflı uygulamıştır. Bu noktada Hristiyan ve Müslüman Arap nüfusun Filistin’de çoğunlukta olduğunu belirtmeliyiz. Yani siyonistlerin çoğu 1922 itibarıyla Filistin’de yaşamamaktadır. İngiltere, Filistin’de olmayan bir nüfusa yurt inşa etmeyi öncelemekteydi.
Nitekim Milletler Cemiyeti evrakındaki 2, 4, 6, 7 ve 11. maddeler Filistin’de bir Yahudi ulusal yurdunun kurulması için gerekli kurumların ihdas edilmesini içermekteydi. Maddeler incelendiğinde Balfour Bildirgesi içeriğinin temel hedef sayıldığı görülmektedir. Böylece Filistin’e atanan yüksek komiserlerin aldığı kararlar çerçevesinde Filistin’in demografik, dil, toprak, politik kurumsallaşma, ekonomik ve kamu hizmetlerine dayalı eğitim, ulaşım, sağlık alanlarını içeren yapısı siyonistler lehine yasal bir zemine dayandırılarak değiştirilmiştir. Aynı zamanda yüksek komiserler uzun yıllardır Filistin’de yaşayan Müslüman Arapların bu alanlardaki gelişim taleplerini göz ardı etmiştir. Filistin’de siyonistler lehine adımlar atılırken yüksek komiserlere danışmanlık hizmeti vermesi için Yahudi Ajansı kurulmuştur. Yüksek komiserler bu ajansla iş birliği yaparak Filistin topraklarının tamamında Yahudi yerleşimlerini organize edecekti. İngiltere, Milletler Cemiyeti evrakının 6. maddesine dayanarak Yahudi Ajansı’nın kuruluşunu onaylamasına rağmen Arapları temsilen herhangi bir kurumu resmî bir temsilci olarak tanımamıştır. İngiltere’nin, Araplar adına herhangi bir teklifte bulunmaması siyonistlere verdiği desteği göstermesi açısından önemlidir. Ajans, Filistin’de Dünya Siyonist Örgütü’nün temel kurumu şeklinde faaliyet yürütmüştür. Ajansın yüksek komiserlerin izniyle aktif bir şekilde rol aldığı temel konu Filistin’de Yahudi nüfusunun göçler aracılığıyla artırılmasıdır.
Herbert Samuel’in görev süresinde, 1 Eylül 1920’de kurulan Filistin Göç Bölümü 1948’e kadar göçe dair yasal düzenlemeleri hayata geçirmiştir. Bu düzenlemeler ile Osmanlı Devleti döneminde illegal olan göçler İngiliz yönetimiyle legalleşmiştir. Ayrıca göç bölümü Yahudi Ajansını göçler konusunda tek yetkili kılmıştır. Buna göre ajans Filistin’e gelmek isteyenleri meslek, yaş, cinsiyet, sermaye gibi tanımlamalarla sınıflandırmıştır. Filistin’in ihtiyacı olan nitelikler belirlenmiş ve buna göre yüksek komiserlere iletilmiştir. Belirlenen nitelikler etrafında göçler düzenlenmiştir. Ayrıca Yahudi Ajansı’nın talebi ile göç edenlerin millî kimliklerini güçlendirmesine katkı sunan İbranice, resmî dil ilan edilmiştir. Bu uygulama, farklı ülkelerden gelen Yahudilerin ortak bir dil konuşarak uluslaşma süreci için alınan bir karardı. Böylece Filistin’in resmî dilleri İngilizce, Arapça ve İbranice olmuştur. Bunlara ek olarak yüksek komiserlerin Filistin’de kurduğu devlet yönetim bölümlerinin bir benzeri Yahudi Ajansı tarafından açılmıştır. Böylece bir tarafta İngiltere’nin Araplar ve nüfusun geri kalanı için geliştirdiği devlet birimleri yer alırken, diğer tarafta sadece siyonistlere hizmet eden kurumlar ortaya çıkmıştır.
Filistin’e Yahudi göçleri genellikle Yafa Limanı üzerinden gerçekleştirilmekteydi. Gelenlerin kayıt işlemleri ise Kudüs’teki göç merkezinde tamamlanmaktaydı. Filistin’e göç eden Yahudiler neredeyse dünyanın her yerinden gelmiştir. Dünya Siyonist Örgütü’nün birçok ülkede şubesi bulunması göçlerin farklı yerlerden düzenlenmesine sebep olmuştur. İlk sıralarda Polonya, Rusya, Ukrayna, Romanya, Doğu Avrupa ülkeleri ve Avrupa yer almaktaydı. Filistin’e gelenlerin yerleşmeleri ve yaşamaları için gerekli tüm maddi destek, Dünya Siyonist Örgütü ve Avrupa ülkelerinde mukim zengin Yahudi aileler tarafından sağlanmıştır. Diğer bir önemli husus ise hem Milletler Cemiyeti evrakı hem de İngiltere idaresinin yasal düzenlemeleri, göç eden her Yahudi’nin daha önce hiç yaşamadığı topraklarda vatandaşlık ve yerleşme hakkı elde etmesini sağlamıştır. Filistin’de geçmişleri olmamasına rağmen doğrudan vatandaşlık hakkına erişmeleri verilen desteği göstermesi açısından önemlidir. Ayrıca göç edenler genellikle Kudüs, Yafa, Hayfa ve yeni kurulan Tel Aviv şehirlerine yerleştirilmiştir. Bunlar arasında Kudüs, dinî açıdan yerleşimlerin yoğun yaşandığı şehir olarak ön plandadır. Fakat geri kalan şehirler liman barındıran kıyı şeritlerine ve tarımsal açıdan ve su açısından verimli arazilere sahiptir.
1922 ve 1931 nüfus sayımları ile 1946 yılına ait veriler incelendiğinde göçler aracılığıyla Filistin’de Yahudi nüfusunun günden güne arttığı tespit edilmektedir. Yüksek komiserlerin gözetiminde Filistin’de gerçekleşen ilk nüfus sayımı 1922’de başlamış ve Ekim 1923’te J. B. Barron tarafından raporlanmıştır. Buna göre Filistin genelinde toplam nüfus 757.182 kişi olarak kayda geçirilmiştir. Bunların 589.177’si Müslüman; 83.794’ü Yahudi; 71.464’ü Hristiyan; 7.617’si ise diğer din ve inançlara sahip nüfus şeklindedir. Milletler Cemiyeti tarafından daha bilimsel kabul edilen 1931 nüfus sayımında ise genel nüfus 1.033.314 şeklindedir. Bunların 759.700’ü Müslüman; 174.606’sı Yahudi ve 88.907’si ise Hristiyan şeklinde kayda alınmıştır. Justin Mccarthy’nin Filistin nüfusuna dair eserinde aktardığına göre 1946’da ise genel nüfusun 1.942.349’a eriştiği görülmektedir. Bu nüfusun 1.175.196’sı Müslüman, 602.586’sı Yahudi ve 148.910’u Hristiyan şeklinde kayda alınmıştır. Geri kalan nüfus ise “diğer” grubuna dâhil edilmiştir. Bu sayımlar farklı ülke vatandaşı pasaportuna sahip Yahudileri ve kırsal alanda sayıma katılmayan kişileri içermemektedir. Doğum-ölüm rakamları da değerlendirildiğinde Yahudi nüfusunun 1922-1946 yılları arasını kapsayan kısa süre içerisinde hızla arttığı tespit edilmektedir. Bu durumun temel nedeni sistematik bir şekilde düzenlenen Yahudi göçleridir.
Filistinli Müslüman ve Hristiyan Araplar yaşadıkları toprakların sessiz bir şekilde siyonist Yahudilere devrine sessiz kalmamıştır. Nitekim 1920, 1921, 1929, 1936-1939 yıllarında gerçekleşen ve 1948’e kadar devam eden haklı tepkilerinde topraklarının İngiltere tarafından işgal edilmesini, Dünya Siyonist Örgütü tarafından Filistin’de demografik yapının dönüştürülmesini protesto etmişlerdir. Ayrıca İngiltere’den Filistin’de bir Yahudi ulusal yurdunun inşa edilmesini içeren Balfour Bildirgesinin iptal edilmesini, göçlerin durdurulmasını, Filistin’e gelen Yahudilere toprak devirlerinin iptal edilmesini talep etmişlerdir. Fakat bunların hiçbirisi kabul görmemiştir. Aksine birçok Filistinli Arap lider yurt dışına sürülmüş ve tutuklanmıştır. Bu haklı talepleri savunurken Araplar ve siyonistler arasında çatışma kaçınılmaz hâle gelmiştir. Yüksek komiserler 1940’lı yıllarda iki toplum arasındaki çatışmalara tanıklık etmişler ve bunu durdurmakta zorlanmışlardır. Çatışmaları bahane ederek 14 Mayıs 1947’de Filistin’den ayrılma kararı almışlardır.
Yüksek komiserlerin kısa sayılabilecek bir dönem için bölgeyi yönetmesi Filistin tarihinin kritik safhalarından birisidir. Bu süre içerisinde Filistin’de ortak bir dil konuşan Yahudi nüfusu ulus devlet inşa etme cüretini bulmuştur. Bu süreç, Filistin’in demografik ve siyasi yapısını Yahudiler lehine döndürmüş ve bölgede yaşayan Müslüman ve Hristiyan toplulukların tarihî haklarının gasp edilmesiyle sonuçlanmıştır. İngiltere’nin Filistin’e düzenlenen Yahudi göçlerine verdiği destek ile ortaya çıkan demografik yapı, günümüzde tartışılan birçok sorunun temel kaynağıdır. Çünkü bu destek ile 1922-1948 yılları arasında geçen sürede Dünya Siyonist Örgütü, Yahudi Ajansı politik söylemden Filistin’de kurumsallaşan, devletleşen bir yapıya evrilmiştir. Eşit bakış açısının Filistinli Araplara (Hristiyan ve Müslüman) yansıtılmaması onların devlet kurumlarını inşa etme sürecini sekteye uğratmıştır. Filistinli Arapların, İngiliz manda idaresinde kurumsallaşmasına izin verilmemiştir. Bu nedenle Filistinli Araplar 1948’e gelindiğinde askerî ve siyasal bütünlükten, uluslararası destekten yoksun bir hâlde bırakılmıştır.