FİLİSTİN’DE YAŞAMAK
Yeryüzünü imar ve ıslah etmekle görevli olan insanoğlunun sorumsuzluğu sebebiyle insanlığın küresel krizlerle kuşatıldığı bir asırda yaşıyoruz. Varlığın yalnızca maddeyle, bilginin sadece aklın verileri ile izah edildiği, âlemin sadece dünyaya indirgenip ahiretin yok sayıldığı bir çağa tanıklık ediyoruz. Teknolojik üstünlüğün haklılık emaresi olarak görüldüğü bu çağda, savaşların, işgallerin, katliamların kıskacında, masum feryatlar arşı titretmektedir. İnsanı varoluş gayesinden uzaklaştıran, adaleti, merhameti ve iyiliği öteleyen bir anlayış, dünyayı felaketlere sürüklemektedir.
Bugün varoluşun anlam ve amacını yitirmiş, ahlak ve değer çizgisini kaybetmiş zalim bir toplum, kendilerinden olmayanların hayat haklarını ihlal etme ve kâinatın nizamını bozma noktasında âdeta kendileriyle yarışmaktadır. Kendilerinin seçilmiş olduğuna inanan, yeryüzünü özel mülkleri olarak gören, kendilerine vadedildiğini zannettikleri bir coğrafyada cennet hayali peşinde koşan siyonistler, Gazze’yi, Kudüs’ü, Filistin’i ve nice masum beldeleri kan ve gözyaşı diyarına çevirmekte; bir tarihi, medeniyeti ve tabiatı tarumar etmektedir. Hak, hukuk, vicdan, merhamet zemininden uzaklaşmış, insanlıktan nasibini almamış bu zalimler güruhu, bir milleti topyekûn yok etmeyi meziyet addetmektedir. Dünyanın gözleri önünde bir milletin yok edilmeye çalışılması, insanlığın bir “ahlak ve medeniyet” krizi yaşadığını göstermektedir. Yaklaşık son bir asırdır Filistin’de yaşananlar, modern dünyanın “anlam ve değerler” eksenindeki vahim savruluşunu simgelemektedir.
Şu bir gerçek ki “Öldürmeyeceksin!” ilahi fermanına muhatap olan İsrailoğulları asırlar boyunca bu büyük günahın hep öncüleri olmuşlardır. Kendilerine hakkı ve hakikati getiren, iyiliği ve hayrı tavsiye eden, merhamet ve adaleti emreden peygamberler başta olmak üzere birçok masum insanın hayatına kastetmişlerdir. Bugün de bu çarpık zihniyet, atalarından miras aldıkları cinayet politikalarını acımasızca devam
ettirmektedir. Vahyi çarpıtarak kendi teolojik, ideolojik, politik ve kültürel aidiyetlerinin tahkim vasıtası gören bu ırkçı anlayış, bir zamanlar peygamberlerine yaptıklarını son iki asırdır sistematik bir şekilde Filistin halkına yapmaktadır. Kadın-erkek, büyük-küçük, genç-yaşlı demeden masum insanları hayattan koparmaktadır. Bundan daha acı olanı ise yaptıkları soykırımdan ve işledikleri günahlardan dolayı en ufak bir pişmanlık ve mahcubiyet duymamalarıdır.
Filistin’de siyonist bir devletin kurulduğu günden beri esasen sadece bir toprak işgal edilmiyor, aynı zamanda insanlığın inanç, kültür ve medeniyet membaı da kurutuluyor. Asırlarca dinleri, dilleri, ırkları farklı olan insanların bir arada yaşama ahlakının en güzel örneklerinin sergilendiği barış, huzur ve emniyet dolu bu topraklar, işgalcilerin ellerinde acı, gözyaşı ve kan diyarına dönüşmüş durumdadır. Zira bugün Filistin, tarihin en büyük vahşetlerinden birine sahne olmaktadır. Filistin’in her bir evinde, mahallesinde, sokağında ve şehrinde vicdanları sızlatan trajediler yaşanmaktadır. Acı, işkence, çile ve ölüm, sokak sokak, mahalle mahalle, şehir şehir dolaşarak savunmasız kadınları, günahsız çocukları, gençleri, beli bükük yaşlıları sevdiklerinden, mukaddes vatanlarından koparmaktadır.
İnsani değerlerin hiçe sayıldığı böyle bir dönemde, tarifi mümkün olmayan acı, çile ve zulümlerin yaşandığı böyle bir coğrafyada insan olmak zordur. Anne olmak ise daha da zordur. Filistin’de anneler, her daim korku ile umut, acı ile onur, yokluk ile sabır arasında yaşar. Onlar, ölümün kol gezdiği bir ülkede bedenlerini ve ruhlarını zamanın acılarına, zulümlerine, çilelerine, işgallerine kalkan etmek zorundadırlar. Bu yüzden, Filistinli anneler, iman ve sebatla yoğrulmuş bir iffet, izzet ve tükenmek bilmeyen bir ümit abidesidir.
Filistin’de baba olmak ise dünyanın en ağır yükünü omuzlarında taşımak demektir. Bir taraftan imkânsızlıklar içinde rızık peşinde koşmak, diğer taraftan bombaların gölgesi altında çocuklarını hayata ve geleceğe hazırlamak... Bütün yaşadıkları acılara rağmen onları her gün dirilten şey, özgürlüğe olan sevdaları ve bir gün kavuşacakları kutlu zaferdir. Bu sebeple Filistinli her baba çocuklarını zafer şarkılarıyla büyütür. Onların en büyük derdi, arkalarında yıllarca maruz kaldıkları zulmü ortadan kaldıracak iman, azim ve kararlılık sahibi tertemiz bir nesil bırakabilmektir.
Acı ve soykırımın gölgesinde en zor olanı ise hiç kuşkusuz çocuk olmaktır. Çünkü Filistin’in çocukları oyunla tanışmadan ölümle tanışır. Âdeta baba demeden yetim, anne demeden öksüz kalır. Onların manzaralarında güneşli dağlar ve mavi denizler yoktur. Sadece bombalanmış binalar, yıkık evler ve üst üste yığılmış cesetler vardır. Onların bombalar altında yaşadığı her zorluk bir öğretmen, çektiği her acı unutulmaz bir derstir. Onlar, dünyanın en çabuk büyüyen ve ölümle en hızlı tanışan çocuklarıdır. Filistinli çocukların çizdikleri her resimde kırmızı renk vardır. Zulümler karşısında kör, sağır ve dilsiz dünyaya, yaşadıklarını o renkle anlatırlar.
Evet, Filistin’de yaşamak zordur. Ancak akılları dumura uğratan bu vahşet karşısında eli kolu bağlı kalmak da vicdan sahipleri için taşınabilir bir yük değildir. Ne var ki safiyetini kaybetmemiş hiçbir vicdan, yürekleri dağlayan bu acılar dindirilmeden, soykırım durdurulmadan ve özgür Filistin kurulmadan huzur bulamayacaktır. Bilinmelidir ki Kudüs ve Filistin tamamen özgür oluncaya kadar büyük bir azim ve kararlılıkla çalışmak, özellikle Müslümanların omuzlarındaki mukaddes bir görevdir. Bir iman ve ahlak ödevidir. Bu sebeple bütün Müslümanlar, Filistin halkının haklı ve onurlu mücadelesi için bir ve beraber olmak ve her zamankinden daha güçlü bir dayanışma içinde bulunmak mecburiyetindedir. Bu ideal gerçekleştiği gün, Müslümanları örseleyen ve yoran bütün sorunlar kolaylıkla çözüm bulacak; başta Kudüs olmak üzere ümmet coğrafyamızın asırlardır beklediği huzur kendiliğinden gelecek; yeryüzü yeniden barış ve esenliğe kavuşacaktır.