İMAN ETMEYENLERİN YAPTIĞI İYİLİKLERİN DURUMU
Prof. Dr. Temel YEŞİLYURT
Kastamonu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Sözlükte tasdik etmek, emin olmak ve güvende hissetmek gibi anlamlara gelen iman, insanın gönül dünyasına kök salan, varoluşuna nüfuz eden bir kabul, güven ve teslimiyet hâlidir. İnsanın Allah ile kurduğu ilişkinin temeli ve bireyin ahlaki varlık olarak kendini gerçekleştirme yolculuğunun ilk basamağıdır. Kur’an’ın sıklıkla tekrarladığı iman; kalbin onayı, dilin ikrarı ve davranışın şahitliğidir. İman, bireyin gönül dünyasında, kalbinde yer alsa da güzel ve anlamlı davranışlarla filizlenip dallanır, meyve verir ve hem birey hem toplum yaşamında görünür hâle gelir. Bu bazen içten bir kabulleniş, doğru bir söz ve bazen de ahlaki duruş olarak tezahür eder. İman, güzel davranışları motive eder, besler ve onlara anlam katar. Bu açıdan iman ve davranış, birbirini besleyen, doğrulayan, ruhun deruni iklimi ile dışa vuran davranışlar arasındaki kopmaz, ahenkli bir bağdır. Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayette güzel davranışlardan imanla birlikte söz edilmesi, imanın hayattan kopuk soyut bir fikir değil, aksine davranışa, iyiliğe dönüşen, adalet ve merhametle varlık kazanan bir gerçeklik olduğu anlamına gelir. Böylece hakiki iman, oluşumu itibarıyla insanın iç dünyasında bir güven ortamı oluştururken dış dünyada da onu güvenilir bir varlık kılar, bireyi hem iç tutarlılığa hem de sorumluluğa davet eder. Bu davete icabet eden mümin, imanı bir hayat tarzı, bir ahlak ve bir hâl olarak yaşar. Böylece mümin, erdemli bir hayat süren, etrafına huzur veren, elinden ve dilinden kimsenin incinmediği güvenilir bir sığınağa dönüşür.
İnsan: İyiliği arayan varlık
İnsanın özünde, hilkatinin derinliklerinden gelen kadim bir çağrı yankılanır: İyiliğe ve güzelliğe doğru bitmeyen bir iştiyak. “Fıtrat” adıyla anılan bu iç pusula, varoluşumuzla birlikte bize bahşedilmiş, iyi ile kötüyü sezme, hakikate ve erdeme yönelme kabiliyetidir. O, ruhumuzun en saf, en lekesiz hâli, ilahi bir iyilik tohumunun bizdeki tezahürüdür. Her birimiz bu değerli cevheri içimizde taşırız ve hayat yolculuğumuz, bu tohumu besleyip filizlendirerek köklü bir iyilik ağacına dönüştürme çabasıdır. Fıtrat, insan olmanın en temel ve değiştirilemez gerçeği, bizi daha iyiye, daha doğruya davet eden sessiz bir bilgeliktir.
Kurtuluş için iman şart
Yüce Allah her insanı iyilik yapabilecek potansiyelde yaratmıştır. İnanan ya da inanmayan her insan iyilik yapabilir. Yapılan iyiliklerin Allah nezdinde kabul görmesi, kurtuluşa vesile olması ve ahirette ebedî mutluluk için iman şarttır. Kur’an’a göre iman temel ayrımdır, Allah’ın varlığına ve birliğine, Hz. Muhammed’in peygamberliğine inanmak, kurtuluşa giden yolun başlangıcıdır. İyiliklere iman eşlik ettiğinde iyilikler kıymet kazanır ve ebedî mutluluğa açılan kapının anahtarı olur. İyiliğin tam olması ve Allah’ın rızasına ulaştırması için her çeşit hayır ve davranışın O’nun için yapılması ve güzel davranışların iman ile bütünleşmesi şarttır. Pek çok Kur’an ayeti, her çeşit iyi davranışın öncesinde imanın varlığını gerekli görür. Kurtuluşa erme ve ebedî cennette kalabilme müjdesi yalnızca iman edip güzel davranışlarda bulunan kimselere yöneliktir. (Bakara, 2/25.) İman, yapılan iyiliklerin zeminini sağlamlaştırıp yolunu aydınlatırken iyilikler de imanı canlı ve dinamik kılar. Çünkü Allah katında değer fiilden ziyade o fiilin kaynağında yani imanda saklıdır.
İslam inancına göre mümin, Allah’ın rızasını ve ahireti gözeterek iyilik yapar. Müminin kalbinde Allah’a teslimiyet/iman, davranışlarında ise bu teslimiyetin izleri vardır. İyilik hamuru ancak iman ile yoğrulduğunda gerçek kıvamını kazanır ve ahiret yurdunda karşılık bulur. İman olmadan elbette ki iyilik yapılabilir. Ancak bu iyilik Allah için yapılmadığı ve O’nun rızasına yönelmediği için uhrevi bir mükâfata dönüşmez. İman etmeden yapılan ameller, seraplara benzer. Yapana güzel görünse de Allah katında uhrevi anlamda bir kıymeti yoktur. Çünkü iman etmeyenlerin amelleri boşa gidecek ve ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaklardır. (Maide, 5/5.) İman, iyiliklerin başlangıcında, temelinde yer alır, iyiliğin toplamına dâhildir. Dolayısıyla iman etmeden yapılan iyilikler, kalıcı ve kurtarıcı değer taşımaz, dünyada beğeni alsa da ebediyet terazisinde hafif kalır. Kur’an’ın rehberliğinde iman, yalnızca bir inanç beyanı değil, aynı zamanda amellerin kabulü ve ruhun selameti için temel bir ölçüt, Allah’a giden yolun başlangıcıdır.
İman olmadan yapılan iyilikler boşa mı?
İman etmeden yapılan iyilikler, Allah’ın rızasını kazandırıp ahirette kurtuluşa ulaştırmaz. İmanın eşsiz mührünü taşımadığı için ebedî kurtuluşun kapısını aralamaz ve Allah’ın rızasına eriştirmez. Bununla birlikte inançsız bir kalpten doğup karşılığında menfaat beklenmeksizin yapılan iyilikler, anlamsız değildir. Bu eylemlerin dünyevi hayata kattıkları değer inkâr edilemez. Toplumsal dokuyu onarır, merhametin üşüyen ellerini ısıtırlar. Bu, kaynağına yönelemese bile içindeki iyilik cevherinin bir yansımasıdır. Bu tür iyilikler, dünyada bir karşılık bulur, sahibine huzur ve saygınlık getirir. Yapılan bu iyilikler, dertleri hafifletip yaralara merhem olabilir. Ancak Kur’an açısından toplam iyiliğe iman da dâhil olduğundan eksiktir. Dolayısıyla Allah’ın rızasına yönelmediğinden, iyiliğin ilk halkası (iman) kayıptır. İnsanlara güzel görünüp fayda sağlayabilir, ancak eksiktir. Çünkü Allah’a yönelmemiş ve O’nun adına yapılmamıştır. Hakiki anlamda güzel davranışlar, salih ameller, iman eden kalplerin meyvesidir; Rabbinin rızasını arar ve her davranışında sonsuzluğun izini sürer.
Bu, İslam’ın fıtrattan gelen dürüstlük, adalet, merhamet ve iyilik gibi evrensel değerleri önemsiz gördüğü ve takdir etmediği anlamına gelmez. Peygamberimiz (s.a.s.), Mekke’de Erdemliler Topluluğu’nun (Hılfu’l-Fudul) üyesi olmuş ve Medine’ye hicret ettiğinde, oradaki Müslüman olmayanlarla evrensel değerler temelinde anlaşmalar yapmıştır. İslam, iyiliklerin acıları hafifletip yüzleri güldürdüğünü bilir ve iyilik yapmaya, iyilikte yardımlaşmaya ve yeryüzünde iyiliği çoğaltmaya davet eder. Ancak yapılan bu iyilikler iman temelinde şekillenmezse aşkın boyuta bağlanmazlar, yatay eksende ve insanların yararına dönük kalırlar. Niyetleri dünyaya dönük olduğundan karşılığını yalnızca dünyada görürler. Yapılan iyilikler imana dayanmadığı ve Allah rızasına yönelmediği için dünyayla sınırlı kalır, ebedî ufka uzanamaz ve ahirette kalıcı mutluluğa eriştirmez. Ahiretteki kalıcı mutluluk, cennet, yardımseverliğin ödülü değil, imanın sonucudur. İmanın yokluğu, dünyayı ahirete bağlayan zincirdeki kayıp halkadır. Zincirin işlevini yapabilmesi ve insanı kalıcı mutluluğa taşıyabilmesi için eksiksiz olmalıdır. Oysaki zincirdeki halkaların en önemlisi olan iman eksiktir. Zira küfrün, cennete girmeye engel oluşturduğunu ifade eden çok sayıda Kur’an ayeti bulunmaktadır.
“İman etmeyen, ancak yaşamını insanlığa adamış erdemli birinin ebedî mutluluktan mahrum olması adil mi?” sorusu haklı bir soru değildir. Yapılan bu iyilikler dünyevi karşılıklarını bulur. Ancak cennetin kapısı yalnızca iman anahtarıyla açılır. Kalıcı mutluluk, ilahi çağrıya kulak verip hakikati bilerek iman edenlerin hakkıdır. Oysaki küfür, gerçeği tanıyamama ve bilerek yüz çevirme anlamına gelir. Yüce Allah, sonsuz merhameti gereği insanı bu yeryüzü yaşamında yalnız bırakmamış, peygamberler ve kitaplar göndermiş, insana bunları anlayıp idrak edebilecek, iyiyi ve kötüyü ayırt edebilecek akıl vermiştir. Ancak bazı insanlar bilerek ve isteyerek gerçeğe yüz çevirmiş ve iman etmeye yanaşmamıştır. Nasıl ki güneşin sıcaklığı kendini bu güneşe açan herkesi kuşatıyorsa Allah’ın merhameti de kendini bu merhamete açan herkesi kuşatır. Eğer insan bilerek gölgede oturur veya kapalı bir yere saklanırsa kendini güneşten/merhametten mahrum bırakır. Bu nedenle inanmayan ama iyilik yapan birinin öte dünyada yaşayacağı mahrumiyet, kendi irade ve tercihinin bir sonucudur, bunda herhangi bir haksızlık da yoktur. Zira Kur’an-ı Kerim’de beyan edildiğine göre Allah zerre kadar dahi haksızlık yapmaz. (Nisa, 4/40.)
Kuşkusuz ki Allah, sonsuz merhamet ve hikmet sahibidir. Her şeyi bildiği gibi kimsenin emeğini/iyiliğini de zayi etmez. İnanmayan ama kendini samimiyetle karşılıksız iyiliğe adamış insanın yolculuğu, belki de farkında olmadan imana uzanan gizli bir yol da olabilir ve bu yolculuğun her anını, her niyetini ve varacağı son durağı bilen yalnızca Allah’tır. Çünkü inanmasalar da bir menfaat karşılığında olmaksızın yaptıkları iyilikler ve davranışlarındaki samimiyet, fıtratlarındaki iyiliğin bir kanıtıdır. İmanın, ebedî kurtuluş için temel ilke olduğunu bilmekle birlikte, her bir ruhun kendine özgü imtihanını, karşılaştığı engelleri, kalbindeki samimiyet derecesini ve belki son nefeste lütfedilebilecek bir hidayeti yalnızca Allah bilir. Kimse nihai hükmü veremeyeceğine göre bize düşen, imanımızı yaşamak, güzel davranışlarla meşgul olup başkalarına merhamet ve hikmetle yaklaşmaktır. Şüphesiz ki nihai karar, zerre kadar haksızlık yapmayacak, hiçbir iyiliği karşılıksız bırakmayacak ve kalplerin sırrına vâkıf olan âlemlerin Rabbine aittir.