İLAHİ BİR DAVET HAC
Dr. Mahmut KAYIŞ
DİB Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı
وَاَذِّنْ فِي النَّاسِ بِالْحَجِّ يَأْتُوكَ رِجَالًا وَعَلٰى كُلِّ ضَامِرٍ يَأْت۪ينَ مِنْ كُلِّ فَجٍّ عَم۪يقٍۙ لِيَشْهَدُوا مَنَافِـعَ لَهُم
“İnsanlar arasında haccı ilan et ki gerek yaya olarak, gerek uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler. Gelsinler ki kendilerine ait birtakım menfaatlere şahit olsunlar...”
(Hac, 22/27-28.)
Hz. İbrahim (a.s.); eşi Hz. Hacer ile oğlu Hz. İsmail’i, ekin bitmeyen bir vadiye, Kâbe’nin yanına yerleştirdikten sonra insanların gönüllerini oraya meylettirmesi ve orada yaşayanları ürünlerden rızıklandırması için Allah’a dua etmişti. (İbrahim, 14/37.) Baba ve oğul, Allah’ın emri gereği temelleri üzerine Beytullah’ın duvarlarını yükseltmiş ve “Ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur! Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin.” şeklinde dua etmişlerdi. (Bakara, 2/127.) Çünkü Kâbe, “Yeryüzünde insanlar için yapılan ilk mabet, bütün insanlık için bir bereket kaynağı, bir hidayet rehberi ve bir yönelme merkezidir.” (Âl-i İmran, 3/96.) Kâbe’nin duvarlarının yükseltilmesinin ardından Yüce Allah, İbrahim’e (a.s.), insanlara haccı ilan etmesini emretmiş, o da insanları hac yapmaya çağırmıştır. O günden beri insanlar bu çağrıya icabet edip dünyanın her bir tarafından hem yaya hem de binekli olarak hac ibadetini ifa etmeye gelmişlerdir.
Hz. İbrahim’in bu çağrısını bize haber veren Kur’an-ı Kerim, “Yolculuğuna gücü yetenin Kâbe’yi haccetmesinin, Allah’ın insanlar üzerindeki bir hakkı” (Âl-i İmran, 3/97.) olduğunu da bildirmektedir. Resulullah (s.a.s.) ise hac ibadetini İslam’ın, üzerine bina edildiği beş esastan birisi olarak saymıştır. (Buhari, İman, 2.) Bundan dolayı sağlık, servet ve yol emniyeti yönünden haccetme imkânına sahip, akıl sağlığı yerinde ve büluğ çağına erişmiş Müslümanların haccetmeleri farzdır. (Mergînânî, el-Hidâye, 1/132.)
İlahi ferman gereği hac yolculuğuna çıkanlar, kendileri için birtakım dinî ve dünyevi menfaatlere şahit olup bunları elde ederler. (Hac, 22/28.) Bu ibadeti yerine getirmekle o güne kadar işlemiş oldukları günahlardan ve manevi kirlerden temizlenip manen saflaşırlar. Bu bağlamda Hz. Peygamber’in (s.a.s.), “Kim Allah için hacceder de (Allah’ın rızasına uymayan) kötü söz ve davranışlardan ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, annesinden doğduğu günkü gibi (günahlarından arınmış olarak hacdan) döner.” (Buhari, Hac, 4.) müjdesi dikkat çekicidir. Bir başka tebşirlerinde ise “Hac ve umre yapanlar Allah’ın misafirleridir. O’ndan bir şey isterlerse onlara cevap verir. Af isterlerse onları affeder.” (İbn Mace, Menasik, 5.) buyurmuştur. Dolayısıyla hac yolculuğu, günahlardan kurtulmak için rahmet kapısına doğru yola çıkmak anlamına gelir.
Hac ibadetinin bütün evrelerinde devamlı olarak dua ve niyaz hâlinde olmak, bu yolculuğun Müslüman’a kattığı güzel kazançlardan birisidir. Çünkü ihrama giren mümin ayaktayken, otururken, yürürken, binek üzerinde giderken, bir yere çıkarken, bir yerden inerken ve namazlarını kıldıktan sonra kısacası her fırsatta telbiye ve tekbir getirir, tehlil ve salavat-ı şerife okur. Kur’an ve sünnette kendisine öğretilen dualarla Allah’tan yardım ister. Bu niyazlar; ruhunun arınmasını, kalbinin temizlenmesini ve gönlünün manevi zevk ve huzurla dolmasını sağlar.
Müslümanlardaki İslam kardeşliği bilincini güçlendirmesi, hac ibadetinin toplumsal faydaları arasında zikredilebilir. Farklı ülke, kültür ve sosyal sınıflardan milyonlarca Müslüman, beyaz elbiseleriyle Kâbe’nin etrafında buluşmakta ve beraberce tavaf etmektedirler. Orada “Müminler ancak kardeştirler.” (Hucurat, 49/10.) ilahi emrini pratik olarak uygulamakta ve Peygamber Efendimizin Veda Hutbesi’ndeki “Ey insanlar! Şunu iyi bilin ki Rabbiniz birdir, atanız da birdir. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a; beyazın siyaha, siyahın beyaza takva dışında bir üstünlüğü yoktur.” (İbn Hanbel, Müsned, 5/411.) buyruğunu hayata geçirmektedirler. Kutsal beldede, hem Allah’ın rızasını kazanma gayreti içinde olurken hem de birbirleriyle tanışıp görüş alışverişinde bulunmaktadırlar.
Hac yolculuğu ve menasiki, Müslüman’a dünyevi olana bağlanmamayı, Allah’ın rızasını aramayı, ölüme ve ahirete hazırlanmayı da hatırlatır. Bu çerçevede mümin, ihrama girerken dünyaya ait olanı terk etmesi gerektiğini tecrübe eder. Dünyada sahip olduğu malı; içinde tuttuğu kini, nefreti, öfkeyi, dünyevi hırs ve arzularını bırakıp Rabbine yönelmenin tek kurtuluş olduğunu idrak eder. Özellikle Arafat vakfesinde, hesabını verebileceği ameller yapmasının, cennete girebileceği bir ömür sürmesinin zorunluluğunu kesin olarak anlar.
Hac yolculuğu ve ibadeti esnasında mümin, Allah yolunda sabrı ve fedakârlığı öğrenir. Çünkü hac ibadetini yerine getirmek isteyen kişi, Hz. İsmail’in ve annesi Hz. Hacer’in sabrını anlamak ve sonrasında bu sabrı kuşanmak için yola çıkmıştır. Öncelikle müminin hac menasikini en güzel şekilde yerine getirmek için sabır ve sebat göstermesi bu eğitimin ilk adımıdır. Yanlış davranışlardan, günahlardan ve tartışmalardan uzak durması da sabır eğitiminin ikinci evresini oluşturur. (Bakara, 2/197.)
Hac ibadetinin mümine olan önemli ferdî faydalarından biri, kulu kalben de Allah’a yöneltip manevi bir yolculuğa çıkarmasıdır. Çünkü hac çağrısına icabette zahirî olarak bir yürüyüş ve fiziki anlamda bir mekân değişikliği vardır. Bunun yanında bir de hac kelimesinin sözlük manasının ortaya koyduğu üzere, insanın iç dünyasında yaşanan ve Allah’ın rızasını kazanmaya yönelik olan bir kasıt/yolculuk vardır. Bu yolculuk esnasında kul, Allah’a olan bağlılığını, O’na olan minnettarlığını ve sevgisini artırmaya çalışır. Bu manevi yolculuğu en güzel şekilde yapabilmek için kalbini Allah’ın rızası dışındaki bütün meşguliyetlerden uzaklaştırmaya gayret eder.
Sonuç olarak hac, İslam’ın beş şartından birisi olup Müslüman’ın Allah’ın rızasını kazanmasına, günahlarından arınmasına ve neticede cennete girmesine vesile olan bir ibadettir. Çünkü Allah’ın Elçisi (s.a.s.), “Allah tarafından kabul edilmiş haccın karşılığı ancak cennettir.” (Buhari, Umre, 1.) buyurmuştur.