CAFER B. EBU TALİP
MUTE’YE AYRI BİR DEĞER KATAN SAHABİ
Enbiya YILDIRIM
Ashab-ı kiram içinde öyle şahsiyetler vardı ki Resulullah’ın gönlündeki yerleri çok farklıydı. Bu nedenle onları kaybettikten sonra yüreği hüzünle yanardı. Hiç şüphe yok ki Cafer b. Ebu Talip de o güzide sahabilerden biriydi.
Kimlik bilgileri
590 yılında Mekke’de doğdu. Hz. Ali’nin abisiydi ve ondan 10 yaş büyüktü. Resulullah 36 yaşındayken Mekke’de bir yıl kadar kıtlık yaşanmıştı. Çocukları fazla olan ve geçim sıkıntısı çeken amcası Ebu Talip’e yardımcı olmak ve yükünü hafifletmek isteyen Hz. Peygamber, Ali’yi; amcası Hz. Abbas da Cafer’i yanlarına almayı teklif ettiler. O da kabul etti. Böylece gençlik yılları amcasının yanında geçti.
İslam’la şereflenmesi
İslam’a ilk iman edenler arasındadır. Müşriklerin henüz haberinin olmadığı dönemde Resulullah ile Hz. Ali’nin namaz kılmasına şahit olunca İslam’la ilgili bilgi alır ve eşi Esma b. Umeys ile birlikte İslam’ı kabul eder.
Habeşistan yollarında
Mekkeli müşriklerin Müslümanlara zulmetmeye başlaması üzerine Hz. Peygamber, müminleri iki grup hâlinde Habeşistan’a gönderir. Hz. Cafer’i de eşiyle birlikte ikinci kafilenin başında yolcu eder. Cafer’in oğlu Abdullah burada dünyaya gelir ve Habeşistan’da doğan ilk Müslüman ünvanını alır.
Mekkeli müşrikler, gidenlere oturum hakkı verilmemesi ve geri teslim edilmeleri için Habeşistan kralı Necaşi’ye heyet gönderirler. Çünkü yeni dinin orada da yayılmasından, hicretlerinden etkilenen başkalarının da İslam’a girerek göç etmesinden ve iktidarlarının kaybolmasından iyice korkarlar. O yüzden çok fazla büyümeden ve etrafa yayılmadan dinin ateşini söndürmek isterler.
Kralın huzurunda
Adil bir hükümdar olan ve Allah Resulü’nün bu nedenle tercih ettiği Necaşi, her iki tarafı huzuruna çıkarır ve kendilerini anlatmalarını ister. Kararını ondan sonra verecektir. Heyettekiler şöyle derler: “Ey hükümdar! Aramızdan çıkıp işlerimizi bozan, şimdi de senin dinini, ülkeni ve halkını bozmak için çalışan bu adamlar hakkında seni ikaz ediyor, uyarıyoruz. Bunlar bizim bazı aklı ermez gençlerimizdir. Milletimizin dininden ayrıldılar, senin dinine de girmediler. Bizim ve senin bilmediğin yepyeni bir dinle ortaya çıktılar. Onlar Meryem’in oğlu İsa’yı da ilah tanımazlar. Huzuruna girince sana secde etmezler. Sen onları iade et, biz onların hakkından geliriz!”
Söz sırası kendisine gelen ve iyi bir hatip olan Hz. Cafer (r.a.) son derece etkileyici bir konuşma yaparak der ki: “Ey hükümdar! Biz efendisinden kaçan köleler miyiz? Haksız yere birinin kanını mı döktük ki bizi istiyorlar? Üzerimizde alıp da ödeyemediğimiz malları mı var, borçlu muyuz? Ey Hükümdar! Biz Cahiliye üzere olan bir toplumduk. Putlara tapar, ölü hayvan etini yer, azgınlık yapar, akrabalarımızla ilgimizi keser, komşularımızı unutur, zayıfları ezerdik. Bizler bu durumdayken Allah içimizden birini bize peygamber gönderdi. Nesebini, doğruluğunu, eminliğini ve iffetini bildiğimiz bir peygamber. O, bizi Allah’ın varlığına ve birliğine inanmaya, O’na ibadet etmeye, bizim ve atalarımızın Allah’tan başka tapınageldiğimiz putları ve taşları terk etmeye davet etti. O, bize doğru sözlü olmayı, emanetleri yerine getirmeyi, akrabalık haklarını gözetmeyi, komşularla güzel geçinmeyi, haramlardan ve kan dökmekten sakınmayı emretti. Bizi fuhuştan, yalandan, yetim malı yemekten, iffetli kadınlara iftira etmekten sakındırdı. Biz de ona iman ettik ve davasını tasdik ettik. Onun Allah’tan getirip bildirdiği şeylere tabi olduk. Bu yüzden toplumumuz bize düşman kesildi, zulmetti. Bizi dinimizden vazgeçirmek, Allah’a ibadetten alıkoyup putlara taptırmak için türlü işkencelere uğrattılar. Biz de bütün bu sebeplerden dolayı yurdumuzu, yuvamızı terk ederek ülkene geldik. Seni başkalarına tercih ettik. Senin yanında zulme, haksızlığa uğramayacağımızı ümit ediyoruz.” Hz. Cafer, kralın huzurunda neden secde etmedikleri hususunda da şöyle der: “Biz Allah’tan başkasına secde etmekten Allah’a sığınırız!”
Bu içten ve etkileyici konuşma karşısında Necaşi, “Peygamberinize gelen vahiyden ezberinizde olan var mı?” diye sorar. O da “Evet, var.” der. Necaşi de okumasını söyler. Hz. Cafer de Meryem suresinin şu ayetlerini okur: “Kâf. Hâ. Yâ. Ayn. Sâd. Bu, Rabbinin, Zekeriya kuluna olan merhametinin anılmasıdır. Hani o Rabbine gizli bir sesle yalvarmıştı. O şöyle demişti: ’Rabbim! Şüphesiz kemiklerim gevşedi. Saçım sakalım ağardı. Sana yaptığım dualarda (cevapsız bırakılarak) hiç mahrum olmadım.’” (Meryem, 19/1-4.)
Ayetleri dinlemeye başlayan ve ilahi kelamın azametinden etkilenen Necaşi’nin gözlerinden yaşlar boşalır ve Hz. Cafer’e dönerek “Vallahi bu, aynı kandilden yayılan bir nurdur. Sizin peygamberinizle İsa’nın (a.s.) getirdiği, aynı lambadan çıkıyor.” der. Ardından da Kureyşlilere memleketlerine dönmelerini, misafirlerini teslim etmeyeceğini söyler ve onlara oturum izni verir. (Müsned, 1740.) Resulullah, “salih bir insan” (Buhari, 1320.) olarak tarif ettiği bu hükümdar bilahare vefat ettiğinde onun cenaze namazını kılacaktır. Onun, Resulullah’ın davetinin içeriğinden, Cafer’in bilgisinden, hitabetinden, samimiyetinden ve beraberindekilerin güzel yaşantısından etkilendiği aşikârdır.
Medine’ye dönüş
Cafer (r.a.), Habeşistan’da olması nedeniyle Bedir Savaşı’na katılamaz. Lakin Hz. Peygamber ona ve diğer yedi kişiye ganimetlerden pay ayırır. Böylece Bedir’in izzetine ve sevabına ortak olduklarını gösterir. Hudeybiye Antlaşması’ndan sonra ise Allah Resulü komşu ülke yöneticilerine İslam’a davet mektupları göndermeye başlar. Necaşi’ye de bir mektup gönderir ve ondan misafirleri artık Medine’ye yollamasını rica eder. O da müminlere bir gemi tahsis eder ve Arap Yarımadası’na dönerler. O esnada Resulullah Hayber’in fethiyle meşguldür. Medine’ye vardığında durumu öğrenen Hz. Cafer yanındakilerle birlikte doğrudan Hayber’e hareket eder. Ulaştıklarında fetih gerçekleşmiştir. Birden Cafer’i karşısında gören Allah Resulü o derece mesut olur ki “Hangisine sevineceğimi bilemiyorum: Hayber’in fethine mi Cafer’in gelişine mi…” (İbn Ebi Şeybe, 32206.) diyerek mutluluğunu ve sevgisini gösterir. Ardından ganimetten ona ve beraberindeki on beş arkadaşına da pay ayırır.
Onu o kadar seviyordu ki Medine’ye dönüşte Mescid-i Nebevi’nin yanında bir yeri ona tahsis etti ve oraya yerleştirdi. Anlaşılan, her zaman yakınında olmasını istiyordu. Onun dış görünüş ve ahlak açısından kendisine benzediğini ifade etmiş olması da (Müsned, 770.) bu tercihinin bir nedenini açıklamaktadır.
Şehadetle kucaklaşma
Hicri 8 yılında Resulullah’ın Bizans’a gönderdiği bir elçi şehit edilir. Yaşanan alçaklık üzerine Resulullah (s.a.s.), Suriye tarafına bir ordu göndermeye karar verir. Komuta heyeti için şöyle buyurur: “Zeyd b. Harise’yi kumandan tayin ettim. Zeyd şehit olursa yerine Cafer b. Ebu Talip geçsin. Cafer de şehit olursa yerine Abdullah b. Revaha. O da şehit olursa Müslümanlar aralarından münasip birini kumandan seçsinler.” (Müsned, 1750.) Komutayı sıralı olarak üç ismin almasını emir buyurması bir durumun habercisiydi ve bunu hepsi anlamıştı. Ama bir şey var ki hiçbiri vazgeçecek değildi.
Nihayetinde bugünkü Ürdün’ün Kerek ilinin Mute kasabasında iki ordu karşılaşır. Üç bin kişilik İslam ordusu karşısında yüz bin kişilik düşman ordusu... Ne yapacakları hususunda istişare ederler. Abdullah b. Revaha der ki: “Arkadaşlar! Çekindiğimiz şey, ele geçirmek için yola çıktığımız şeydir, yani şehit olmaktır. Dinimizi yüceltmek için savaşalım. Ya şehit ya gazi olacağız. Bunun ikisi de güzel değil mi?” Ve sonunda savaşmaya karar verilir.
Çok şiddetli geçen savaşta Zeyd’in şehit olmasından sonra kumandayı 40 yaşındaki Cafer üstlenir. Düşman saflarına korkusuzca saldırır ve kılıç darbeleriyle iki kolu kopar. Şehit olduğu bölgeye defnedilmeden önce vücudunda doksan küsur yara tespit edilir. (Buhari, 4261.) Onun bu şekilde şehit edildiğini öğrenen Allah Resulü, Rabbimizin, kesilen iki koluna karşılık ona iki kanat ihsan ettiğini ve bunlarla cennette uçtuğunu beyan eder. (İbn Ebi Şeybe, 36975.) Bu müjdeden dolayı artık o Cafer-i Tayyâr ve Zü’l-Cenahayn (İki Kanatlı) diye anılacaktır. Ayrıca hem Habeşistan’a hem de dönüşte ata yurdu Mekke’ye değil de Medine’ye gelmesi nedeniyle Zü’l-Hicreteyn (İki hicret sahibi) lakabıyla da yâd edilecektir. (Buhari, 3876.) Bitmedi: Tüm hayatı boyunca fakir fukara babası, son derece cömert bir şahsiyet idi. Nitekim ashab-ı suffeden olan Ebu Hureyre şöyle demiştir: “Fakirlere en çok yardım eden zat olan Cafer b. Ebu Talip bizi alır, evine götürür, ne varsa yedirirdi.” (Buhari, 3708.) Onun yolunu takip eden oğlu Abdullah’tan bu nedenle el-Cevâd b. el-Cevâd (Cömert oğlu Cömert) diye bahsedilirdi.
Savaşa gelince; Cafer’in şehadetinden sonra kumandayı Abdullah üstlenir ama o da şehit edilir. Sonrasında büyük komutan Halid b. Velid idareyi üstlenir ve karşı tarafın beklemediği bir taktikle Bizans ordusunda panik oluşturur ve bundan istifadeyle kısmen bir bozgun yaşatır. Bu vesileyle Müslümanların geri kalanını kurtarır ve kalabalık olan düşmanla savaşa devam etmek yerine o gece Medine’ye dönmeye karar verir. Oldukça fazla sayıda kayıp veren ve yorgun düşen Bizans tarafı da durumu kabullenir.
Acı haberi kim verecek?
Resul-i Ekrem, Cafer’in şehadet haberini alınca yüreği yanar. En yakın arkadaşlarından birini kaybetmesi çok ağır gelir. Sonra bu haberi ailesine bizzat kendisinin iletmesinin daha uygun olacağını düşünür. O gün de Cafer’in eşi Esma, ticaretini yaptıkları hayvan derilerini tabaklayıp temizlemiş, hamurunu yoğurmuş, çocuklarını yıkamış, üstlerini başlarını düzeltmiş idi. Resulullah’ın ziyareti tam da işlerini bitirmiş, yorgunluktan dinlenirken gerçekleşir.
Hz. Peygamber (s.a.s.) onunla oturup sohbet etmeye başlar. Meseleye doğrudan girerek birden perişan olmasını istemez. Ona ilk önce çocuklarının nerede olduğunu sorar ve yeğenlerini yanına getirmesini söyler. Çocuklar içeri gelince Hz. Peygamber ufaklıklara sarılmaya ve koklamaya başlar. Yavrucaklar kuş yavruları gibi mecalsiz durmaktadırlar. Rahmet Peygamberi onların sağlıksız durumlarını görünce “Yeğenlerimi neden zayıflamış görüyorum. Acaba bir ihtiyaçları mı var?” diye sorar. Annesi sağlıklarıyla ilgili bir sorun olmadığını söyler. Resulullah bakar ki çocukların saçları oldukça uzamış, “Berberi çağırın!” der. Berber gelir, tıraş eder. Ardından onlar için dua eder. Lakin artık dayanamayan o koca yürek kendini tutamaz ve gözlerinden yaşlar boşalmaya başlar. Hz. Esma işte o zaman bir olumsuzluk olduğunu sezer ve Resulullah’a sorar: “Babam anam sana feda olsun! Niye ağlıyorsunuz? Yoksa Cafer ve arkadaşlarından size bir haber mi ulaştı? Başlarına bir şey mi geldi?” Olan biten zaten belli olmuştur. Hz. Peygamber ona “Evet, arkadaşlarıyla birlikte şehit oldular.” buyurur.
Duyduğu haber karşısında bütün evlilik hayatı, eşi ve çocukları gözünün önünden geçen Esma, kocasını kaybetmenin derin acısıyla hüzünle yerinden kalkar ve hıçkırıklara boğulur. Komşu kadınlar hemen eve gelirler ve başına toplanıp acısını biraz olsun hafifletmeye çalışırlar. Yapacak bir şeyi olmayan Resulullah çok üzgün bir şekilde oradan ayrılır. Hemen ailesine giderek eşinin acısının Esma’yı her şeyden alıkoyduğunu, bu nedenle evine yemek yapılıp götürülmesini, yüreğinin kavrulduğu bir zamanda bir de çocukları ve kendisi için yemekle meşgul olmaması gerektiğini söyler. Böylece Resul-i Ekrem’in evinden ve diğer komşulardan Cafer’in evine yemek taşınmaya, Esma’ya moral vermek için ziyaretine gidilmeye başlanır. Ayrıca Allah Resulü üç gün boyunca tüm aileyi evinde ağırlar. (Müsned, 1750; Müslim, 2198 (60).)
Sonuç
Allah Resulü’nün güzide ashabının İslam davetini yeryüzüne yaymak için çektikleri çileleri göz önüne getirdiğimizde şunu itiraf etmek zorundayız: “Bugün biz Müslümansak onların gayretlerinin bunda çok büyük payı vardır.” Cafer b. Ebu Talip ve benzeri sahabilere olan kalbî muhabbetimizin ve minnettarlığımızın nedenlerinden biri budur. Bu nedenle de kabri müminlerce Mute’de ziyaret edilmektedir. Radıyallahu anh…