Makale

EBU EYYUB HALİD B. ZEYD EL-ENSARİ İSTANBUL’UN MÜHRÜNÜ ELİNDE TUTAN SAHABİ

EBU EYYUB HALİD B. ZEYD EL-ENSARİ
İSTANBUL’UN MÜHRÜNÜ ELİNDE TUTAN SAHABİ

Enbiya YILDIRIM


Hz. Peygamber (s.a.s.) İslam’a davet ettiği insanlara dünyalık olarak hiçbir şey vadetmemiştir. Bununla birlikte onlar her şeylerini feda ederek son hak dine koşmuşlar, İslam’ın mesajını farklı coğrafyalara ulaştıran gönül fatihleri olmuşlar ve bu uğurda akla hayale gelmeyecek sıkıntılara maruz kalmışlardır. Bu yazı dizisinde, ümmet-i Muhammed’in öncüsü olan bu mümtaz şahsiyetlerin bir kısmını tanıtmaya gayret ederek onların yolundan gitme azmimizi bilemeye gayret edeceğiz.
Allah Resulü’nün yol arkadaşlarından bazıları, onun hayatında çok mühim bir yere sahiptir. Öyle ki “Hz. Muhammed’in ashabı” dendiğinde akıllara öncelikle onların isimleri gelir. İşte bu güzide sahabilerden biri Ebu Eyyub el-Ensari’dir.
Kimlik bilgileri
Medinelidir yani muhacirlere kucak açan ensardandır. Hazrec kabilesinin Neccaroğulları kolundan olup Peygamberimizin dayı tarafından akrabasıdır. Miladi 580 yılında dünyaya gelmiştir. İslam daveti başlayınca yaşı 30 civarındaydı. Araplarda insanlar genellikle ilk erkek çocuklarının adıyla künyelendiklerinden o da Ebu Eyyub künyesini almış ve bununla tanınmıştır. Eyyub yanında Abdurrahman ve Halid adında iki oğlu, Amre adında da bir kızı vardı.
İslam’la şereflenmesi
Hicretten iki yıl kadar önce hanımı Ümmü Eyyub ile birlikte Müslüman oldu ve ensardan İslamiyet’i ilk kabul edenler arasında yer aldı. Ardından nübüvvetin 13. yılında yapılan İkinci Akabe Biatı’nda bulundu.
Allah Resulü’nün ev sahibi
Resulüllah (s.a.s.) 11 günlük hicret yolculuğundan sonra ilk önce -bugün Medine şehrine bitişmiş olan- Kuba mahallesine vardı. Burada Kulsûm adlı bir sahabinin evinde misafir oldu. Başka bir sahabi olan ve ileride Bedir’de şehit düşecek Sa’d bin Heyseme’nin evini de sohbet için kullandı. Ayrıca ilk mescidi bu mahallede yani Kuba’da inşa etti. İşte takva üzere inşa edilmiştir, diye ayette bahsedilen mescit burasıdır. (Tevbe, 9/108.) Şimdilerde hacca ve umreye giden hacılarımızı ve umrecilerimizi görevlilerimiz Resulüllah’ın hatırasını yâd etmek üzere buraya götürmektedirler.
Resulüllah bu mahallede yirmi gün civarında kaldıktan sonra Medine’ye geçti. Çünkü yeni yurdu artık kendisini kucaklamaya hazırdı. Şehre gelince Medineli Müslümanların her biri onu evinde misafir etmek istedi. Ancak Hz. Peygamber, bir tercih yaparak kimseyi gücendirmemek için devesinin çökeceği yere en yakın eve misafir olacağını söyledi. Kendisini taşıyan devenin önce bir yere çöktüğü, buradan hemen kalkıp biraz ileride tekrar çöktüğü görüldü. Resulüllah oraya en yakın olan Ebu Eyyub’un evine yerleşerek burada yedi ay misafir kaldı. Evde yatacağı yatağı da Esad b. Zürare temin etti. Bu ev sahipliğinden dolayı Ebu Eyyub “Mihmandar-ı Nebi” ünvanıyla anılmaya başladı. Ne büyük bir şeref… Bu ev İslamiyet’in öğretildiği bir mektep oldu. Hz. Peygamber muhacirlere burada yemek veriyor, kendisine sunulan hediyeleri ihtiyaç sahiplerine burada dağıtıyordu. Bu arada ev sahiplerine her vesile ile dua ediyor, onların bolluğa kavuşmalarını, huzur ve afiyet içinde olmalarını niyaz ediyordu. Ne büyük bir lütuf… Resul-i Ekrem (s.a.s.) onu o kadar çok sevecekti ki kendi evine taşındıktan sonra da zaman zaman Ebu Eyyub’un evine misafirliğe gelecekti.
Ebu Eyyub o kadar anlayışlıydı ki Resulüllah’ı üst katta misafir etmek istedi. Alt katta Allah’ın Elçisi, üstlerinde kendilerinin yatmasına gönlü razı olmadı. Lakin Peygamberimiz gelen gideni çok olacağından dolayı alt katta kalmayı tercih etti. O da haklıydı. Gel gör ki bir gün onlar üst katta, Resulüllah alt kattayken zemine su dökülür. Ev halkı hemen yorganı kapıp telaşla suyu kuruturlar. Ebu Eyyub artık dayanamayıp Resulüllah’tan ricada bulunur ve Allah Resulü üst kata taşınır.
Resulüllah’a bağlılığı
Bir gün Ebu Eyyub’un (r.a.) eşi soğanlı, sarımsaklı bir yemek yapar. Lakin Resulüllah yemeği yemeden iade eder. Şaşırıp üzülürler. Allah Resulü durumu açıklar: “Ben sizin görüşmediklerinizle görüşürüm, ondan hoşlanmam” buyurur. Bu sefer sorar: “Soğan sarımsak yemek haram mıdır?” “Hayır” cevabını alınca ona olan muhabbetlerinden “Öyleyse senin hoşlanmadığın yahut kerih gördüğün şeyden ben de hoşlanmam.” (Müslim, Eşribe, 171.) der. O derece Resulüllah’a bağlıdır ki Hz. Aişe validemizin iffetine iftira atılan ve ifk hadisesi diye meşhur olan olayda Hz. Aişe’nin ve Resulüllah’ın yanında duranların önde gelenlerindendir. Ayrıca Allah Resulü Mekkeli muhacirleri ensara taksim ederken onu Musab b. Umeyr ile kardeş yapar ve onunla ilgilenmesini ister. Tarihteki ilk kardeşlik dayanışması olan bu muhteşem faaliyet “muâhât” diye anılmaktadır. Ayrıca Resulüllah, güveninin tam olmasından ötürü vahiy kâtibi olarak da ondan yardım alır.
Katıldığı savaşlar
Hz. Peygamber ile birlikte Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Mekke’nin fethi ve Huneyn başta olmak üzere bütün gazvelere, Rıdvan Biati’ne katıldı. Savaşlarda Allah Resulü’nün korumalığını da yaptı. Nitekim Hayber’in fethinden sonra Ebu Eyyub, Resulüllah’tan habersiz sabaha kadar çadırının önünde nöbet tutmuştu. Sabahleyin Hz. Peygamber onu bu vaziyette görünce, “Size bir kötülük yapmalarından korktum.” diye cevap vermişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Allah’ım! Bana bir zarar gelmemesi için sabaha kadar çadırımın çevresinde o nasıl muhafızlık yaptıysa sen de onu muhafaza et.” (Müstedrek, 6787.) diye dua etti.
Yılmaz cengâver
Allah Resulü’nün vefatından sonra da cihad meydanlarının yılmaz cengâveri olarak Hz. Ebubekir (r.a.) devrindeki ridde savaşlarına katıldı. Hz. Ömer (r.a.) devrinde yapılan Suriye, Filistin ve Mısır seferlerinde bulundu. Hz. Osman (r.a.) zamanında Kıbrıs seferine katıldı. Hz. Ali (r.a.) zamanında da meydandaydı: 1. Medine asilerin eline geçip Hz. Osman’ın namaz kıldırması engellenince herkes tarafından sevilip sayıldığı için Hz. Ali’nin tavsiyesi üzerine bir müddet imamlık yaptı. 2. Hz. Ali halifeliği döneminde Irak’a gidince, Medine’de yerine onu vekil bıraktı. 3. Haricîlerle ve Muaviye ile yapılan savaşlarda Hz. Ali’nin yanında yer aldı.
O derece cihad sevdalısı idi ki sağlıklı olan herkesin Allah yolunda savaşa katılması gerektiğine inanırdı. “…Kendi kendinizi tehlikeye atmayın…” (Bakara, 2/195.) ayetinde sözü edilen tehlikeyi savaşa gitmeyip işiyle gücüyle meşgul olmak şeklinde açıklardı. Bu sebeple ihtiyarlık döneminde bile her yıl bir gazvede bulunmaya gayret etmiştir. Nitekim katıldığı seferlerin sonuncusu Müslümanların ilk İstanbul kuşatması oldu. İstanbul’a kadar gelmesi, o yaşta bile dava aşkını kaybetmediğinin en bariz göstergesidir.
Vefatı
Hicri 48-52 tarihleri arasında müminler Muaviye’nin hilafeti zamanında İstanbul seferini düzenledi. Bu sefere tam 63 sahabi katıldı. Şam ile İstanbul arası karayoluyla 1500 km’dir. O zamanın şartlarını düşünecek olursak ne kadar zorlu bir sefer olduğu anlaşılır. Nihayetinde hem karadan hem denizden gerçekleştirilen bir kuşatma oldu. O vakitler Ebu Eyyub’un yaşı 92 olduğu için onu sefere götürmek istemediler. O ise “Beni gerekirse hayvanıma bağlayın, gideceğim.” diyerek ısrarcı olur. Onlar da Allah Resulü’nün koca sahabisini kıramazlar. Lakin sefer sırasında hastalanır. Vefatının ardından (49/669.) vasiyeti üzerine bir askerî birlik tarafından surlara yakın bir yere defnedilir. Durumu öğrenen Bizans İmparatoru’nun kuşatma kalktıktan sonra onu kabrinden çıkarıp vahşi hayvanlara yedireceğini söylediği fakat İslam ordusu kumandanı tarafından gönderilen cevapta, böyle bir şey yapıldığı takdirde İslam ülkesinde yaşayan Hristiyanların ve kiliselerin zarar görebileceği bildirilince kabre dokunmayacaklarına dair teminat verdiği nakledilir.
Ebu Eyyub’un kabrinin, sonraları bir bina içine alındığı, kıtlık zamanında ziyaretine gelen Hristiyanların onun hürmetine yağmur istediği ve asırlar boyunca buranın itina ile korunduğu belirtilmektedir. Aradan geçen uzun zamana paralel olarak daha sonraları tahrip olduğu anlaşılmaktadır. İstanbul’un fethiyle birlikte ise tekrar ihya edilmiştir. Kabri, müminlerin her fırsatta ziyaret ettikleri türbelerden olup İstanbul’un İslam beldesi olduğunun sembollerindendir.
Resulüllah’ın yoluna bağlılığı
Ashabın bilginlerinden olan Ebu Eyyub, Allah Resulü’nün mirasını tabiin nesline elinden geldiğince aktarmaya çalışmış ve Peygamberimizin himayesinde iyi bir eğitimden geçmesinin bereketi olarak da kendisine sorulan dinî sorulara fetvalar vermiştir. Bu çerçevede onun -Hz. Ömer efendimiz gibi- hakikatin ve doğru bilginin gönlüne ilham edildiği kimselerden olduğu ifade edilmiştir.
O, her zaman Resulüllah’ı kendisine örnek almıştır. Nitekim Mısır’dayken vali Ukbe b. Amir bir gün akşam namazına gecikir. Cemaat bir hayli bekler. Nihayet cemaate gelip imam olur. Cemaat arasında Ebu Eyyub da vardır. Namazdan sonra valiye şöyle der: “Ey Ukbe! Resul-i Ekrem’in akşam namazını geciktirenler hakkındaki şu sözünü duymadın mı?: “Ümmetim akşam namazını yıldızların gökyüzünü kaplamasına kadar tehir etmedikçe hayır üzeredir yahut fıtrat üzeredir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 17329.) Ukbe “Evet.” diye cevap verince, “O hâlde akşam namazını niçin bu kadar geciktirdiniz?” diye sorar. Ukbe meşguliyeti sebebiyle bu gecikmenin vaki olduğunu ifade edince Ebu Eyyub, “Yemin ederim ki senin bu yaptığını görerek halkın, ‘Resulüllah da böyle yapardı’ düşüncesine kapılmasından endişe ederim!” diyerek onu ikaz eder. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 17329.) Aynı şekilde namazları müstehab vakitlerinde kıldırmayan Medine Valisi Mervan b. Hakem’i de uyarır ve Resulüllah’a uyduğu takdirde kendisine uyacağını, aksi hâlde aleyhinde bulunacağını söyleyerek ikaz eder.
Şu olay ise Resul’ün izinin izcisi olduğunun bir başka şahididir: Bir gün Resul-i Ekrem’in kabrine başını dayamış bir hâlde ağlamaktadır. Onu gören vali Mervan, bu hareketinin sünnete aykırı olduğunu söyler. Ebu Eyyub ise ona şu cevabı verir: “Ben bu mezar taşına değil Resulüllah’a geldim. Onun, ‘Din işlerini ehliyetli kimseler üstlendiği zaman kaygılanmayın; ancak ehil olmayanlar başa geçince ne kadar ağlasanız yeridir.’ (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 23585.) dediğini duymuştum.” diye cevap verir.
Hadis rivayetindeki yeri
Medine döneminden itibaren Hz. Peygamber’den hiç ayrılmadığı hâlde Ebu Eyyub el-Ensari’den sadece 150 civarında hadis gelmiştir. Bunun iki önemli sebebi vardır. Birincisi hadis rivayetinde çok titiz olması ikincisi de ömrünün savaşlarda geçmesi. Şu rivayet onun titizliğini gösterir: Bilmediği bir hadisi Ukbe b. Amir’den öğrenmek için Medine’den Mısır’a kadar yolculuk etmiştir. Bu yolculuğu sebebiyle er-Rıhle fi Talebi’l-Hadis (Hadis Öğrenmek İçin Sefere Çıkmak) geleneğini başlatanların öncülerindendir. Ondan hadis rivayet edenler arasında İbn Abbas, İbn Ömer, Bera b. Azib, Enes bin Malik, Cabir b. Semüre gibi sahabiler ile Said b. Müseyyeb, Urve b. Zübeyr, Salim b. Abdullah, Ata b. Yesar gibi tabiin bulunmaktadır.
Ona olan saygımız
İstanbul’un Eyüp semtine onun adını verdik. Bu, aziz milletimizin sahabeye olan düşkünlüğünün göstergesidir. Ayrıca Osmanlı padişahlarının taht cülusunda kılıç kuşanma merasimleri, şeyhülislamın da bulunduğu bir törenle Ebu Eyyub el-Ensari’nin türbesi önünde yapılırdı. Osmanlı sultanları, o mümtaz şahsiyetin ruh-i maneviyesine olan hürmetinden, sefere çıkmadan önce de onun kabrini ziyaret ederlerdi.
Rivayet ettiği hadislerden…
1. Bir adam Resulüllah’a gelerek “Ya Resulallah, bana veciz şekilde nasihat eder misin?” dedi. Resulüllah da adama şöyle buyurdu: “Namazını kıldığın zaman, sanki dünyaya veda ediyormuşsun gibi ol, yarın özür dileyeceğin bir sözü söyleme, insanların elindekinden ümidini kes.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 23498.)
2. “Bir Müslüman’ın Müslüman kardeşini üç günden fazla terk etmesi (küs durması) helal olmaz. Karşılaşırlar, o yüzünü çevirir, bu yüzünü çevirir. (Birbirinin yüzlerine bakmazlar). En hayırlıları önce selam verenleridir.” (Buhari, Edeb, 62; İstizan, 9.)
3. “Bir kimse Ramazan ayında oruç tutar, ona Şevval’den altı gün (daha oruç) eklerse yıl boyunca oruç tutmuş gibi olur.” (Müslim, Sıyam, 204.)
Sonuç
Resulüllah, “İnsanların en hayırlıları benim asrımda yaşayanlardır. Sonra bunları takip edenlerdir, sonra da onları takip edenlerdir.” (Buhari, Şehadat, 9.) buyurmuştur. Seksen sahabi ile görüşmüş olan Hasan-ı Basri de “Onlar sizi görseydi Müslüman kabul etmezdi, siz de onları görseydiniz deli sanırdınız.” demiştir. İşte Ebu Eyyub el-Ensari hazretleri de burada bahsedilen özelliklere sahipti. Radıyallahu anh…