VEDA HUTBESİ
“İNSANLIĞIN KURTULUŞ ANAHTARI”
ALPARSLAN AKÇA
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), hacca gideceğini zilkade ayında açıklamıştı. Ailesi, çevresindekiler ve Medine’deki ashabı büyük bir sevinçle ve heyecanla hazırlıklara başladı. Medine dışında kalan civardaki müminler de Medine’de toplandılar. Resulüllah, zilkadenin 25’inde öğle namazını kıldırdıktan sonra yanında ailesi, ensar ve muhacir ile civardan gelenlerden oluşan büyük bir kalabalıkla birlikte Medine’den ayrıldı.
Yol boyunca Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kervanına katılanlar artarak devam etti. Peygamber Efendimiz zilhicce ayının dördünde, bir kuşluk vaktinde devesi Kasva’nın üzerinde olduğu hâlde ve beraberindeki Müslümanlarla birlikte Mekke’ye ulaştı. Hz. Peygamber’in haccını duyan ve onunla birlikte haccetmek isteyen binlerce (bazı rivayetlere göre 124 bin civarında) Müslüman, her yerden akın akın Mekke’ye gelmişti.
Peygamberimiz, bu haccı esnasında Mina’da, Akabe’de, Arafat’ta, Urene Vadisi’nde, bazen devesi Kasva’nın üzerinde olmak üzere birçok defa Müslümanlara hitap etti. Bayramın ikinci günü Mina’da ashabına bir hutbe daha irad eden Allah’ın Resulü, “…Belki de bu haccımdan sonra bir daha haccedemem…” diyerek âdeta ashabıyla vedalaştı. Bu haccıyla tebliğ görevini yerine getiren, binlerce ashabının ve “Şahit ol ya Rab!” sözleriyle de Rabbinin şahitliğiyle vazifesini tamamlayan Resul-i Ekrem (s.a.s.), Veda Haccı’ndan üç ay kadar sonra da irtihal etti.
Peygamber Efendimizin, Veda Haccı’nda birkaç yerde irad ettiği hutbeler daha sonra tek bir metin hâline getirilip “Veda Hutbesi” adıyla kayıtlara geçmiştir. İslam tarihinde çok önemli bir yeri olan bu hutbeye tarz ve üslup açısından bakıldığında, çoğunlukla soru cevap şeklinde oluşu, cemaatin çokluğundan kaynaklı olarak Hz. Peygamber’den sonra bazı sahabilerin bu sözleri kalabalığa tekrar edişi ve her konuşmanın sonunda tebliğ edildiğine dair dinleyenlerden teyit istenmesi gibi hususlar, iletişim açısından dikkat çekicidir.
Veda Hutbesi, Kur’an ve sünnetin peygamber mirası oluşu, kul hakkı, miras hakkı, ibadetlerin önemi, can, mal ve namus dokunulmazlığı, suçun şahsiliği, aile hukuku, eşler arasındaki haklar ve sorumluluklar, emanet ahlakı, ribâ ve kan davası gibi Cahiliye âdetlerinin kaldırılması, Müslüman kardeşliği ve Müslümanların birbirleriyle savaşmaması gibi hususlara vurgu yapar.
“Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap olana hiçbir üstünlüğü yoktur… Üstünlük ancak takva iledir.” gibi ifadelerle ayrımcılık ve ırkçılığı reddeden Veda Hutbesi; ana hatlarıyla Yaradan’a kulluğu, insan hakkını ve onurunu önceler. “Ey insanlar!” hitabı ile “Rabbiniz birdir, atanız da birdir…” ifadeleri ve konuşmanın, orada hazır bulunmayanlara da iletilmesine dair telkinler, bu hutbenin kuşatıcılığı ve evrenselliğine işaret eder.
İçerik ve üslup açısından bakıldığında görülüyor ki: Sadece Müslümanlara değil bütün insanlığın vicdanına seslenen Veda Hutbesi, insan onuru, adalet, eşitlik ve insan hakları gibi hususların dile getirildiği ve kayda geçtiği ilk metin olması hasebiyle hem İslam tarihinde hem dünya tarihinde bir kırılma noktasıdır. İş ki vicdanlar ve gönüller, kör ve sağır olmaya!