Makale

GERÇEKLİĞİN FARKINDA OLMAK

GERÇEKLİĞİN FARKINDA OLMAK

Abdurrahman AKBAŞ
DİB Başkanlık Müşaviri

Eskiden cami saçaklarının altında oturup her türlü dinî meseleyi kendince çözüme kavuşturan insanlar varmış. Bu tür insanlar için bir istihza ifadesi olarak “saçak müftüsü” tabiri kullanılırmış. Bir zamanlar saçak müftülerinin yaptığı işi şimdilerde bazı (sosyal) medya vaizleri üstlenmiş görünüyor. Geçmişte bu tür insanların etki alanı, sadece kendi yakın çevreleriyle sınırlıyken bugün iletişim araçlarındaki gelişmeyle birlikte toplumun birçok kesimini içine alır hâle gelmiştir. Son derece geniş bir kitlenin din algısını etkilediği düşünülen bu durum, üzerinde hassasiyetle durulması gereken güncel bir mesele olarak ortada durmaktadır.
Bilişim teknolojilerinin sağladığı imkânlarla kolayca şöhret bulan malumatfuruş pek çok insanın kendini ulemadan addettiği bir çağda yaşıyoruz. Kişisel fikir, anlayış ve yorumların âdeta değişmez hakikatlermişçesine serdedildiği bir döneme tanıklık ediyoruz. Özellikle dijital platformlarda en hassas dinî konuların bile usul ve adap gözetilmeden gelişigüzel gündeme taşındığı bu dönemde hakikatten sapmamak için özel bir gayret gerektiği aşikâr. Gerçeğin kapılarını aralayabilmek için yeni medya mecralarında karşılaşılan her fikre ihtiyatlı yaklaşmak, her yaklaşımı sorgulamak ve her bilgiyi dinin sahih kaynaklarından doğrulamak gerekmektedir. Çünkü dinî alanda ortaya konan herhangi bir fikrin doğruluk ve isabet derecesi, ancak Kur’an ve sünnete uygunluğuyla ölçülür. Tabii bu açıdan bir karşılaştırma yapabilmek, belli bir ilmî birikim gerektirdiği için herkesin böyle bir yetkinlikte olması beklenemez. Ancak hiç olmazsa bilgiye ve yoruma dair psikososyal bir gerçekliğin farkında olmak, bu noktada yanlıştan uzaklaşma ve doğruya ulaşma adına önemli bir adım olacaktır.
Bilinmelidir ki insanın herhangi bir konuda ortaya koyduğu fikir, onun duygu ve düşünce dünyasından bağımsız değildir. Bilgiyi elde etme, anlama, anlamlandırma ve anlatma kabiliyetini haiz her insan, onu kendi duygu ve düşünce dünyasını şekillendiren iç ve dış etkenler ekseninde yorumlayarak paylaşır. Nesnel bir hakikatle ilgili somut delillere dayanılarak yapılmış olsa bile her yorum öznel bir nitelik taşır. Öznesi insan olan her eylem, aynı zamanda öznel bir yaklaşımın neticesidir. Her yorum, sahibinin yaklaşımını ortaya koyan kişisel bir fikrin yansımasıdır. Nitekim insanlar, genellikle meseleleri sadece kendi kabulleri doğrultusunda beliren yönüyle ele alıp o açıdan değerlendirir. Hatta herhangi bir konuda geçmişten bugüne ortaya çıkan bütün farklı yaklaşımları bildiği hâlde talebelerine, okuyucularına, dinleyicilerine onların tamamını aktaran; bir meseledeki bütün farklı bakış, anlayış ve yorumları muhataplarıyla paylaşan hoca sayısı azdır.
Haddizatında yorumlamak, başlı başına öznel bir eylemdir. Çünkü inanç, eğitim, meslek, ideoloji, psikoloji, sosyal çevre gibi etkenler sebebiyle her insan, meseleler, olaylar ve olgular karşısında az ya da çok farklı açılarla konumlanmıştır. Her farklı açı, aynı şeyin farklı farklı görünmesine yol açar. Doğal olarak meselelere kendi zaviyesinden bakan her insan, her şeyi o perspektiften görür, anlar, anlamlandırır ve izah etmeye çalışır. Bununla birlikte kişinin yetişme tarzı, varlık ve hayat tasavvuru, bilgi ve kavrayış düzeyi de onun olaylar karşısındaki konumunu belirleyen ve dolayısıyla tutum ve kanaatlerini öznelleştiren temel etkenlerdir. İster âlim, hoca, öğretmen olsun isterse başka bir sıfatla anılsın, bir kişinin herhangi bir konuda yaptığı yorum, söz konusu etkenlerden bağımsız değildir. Bu açıdan öznelliğin, fikrî ihtilafın temel sebebi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Dinin sabiteleri dışında kalan hususların anlaşılması ve hayata geçirilmesinde fikrî ihtilafın (yorum farklılığının) önemli bir rolü vardır. Bu açıdan Kur’an ve sünnetin hakikatlerine aykırı olmayan, sahabeden günümüze İslam ümmetinin çoğunluğunun üzerinde ittifak ettiği ilkelerle çelişmeyen her fikir, İslam’ın bütün zamanlarda yaşanabilirliğini sağlayan bir zenginlik olarak görülmüştür. Nitekim İslam âlimleri, ihtilafta beis görmez bilakis onu rahmet olarak nitelendirir. Bu noktada asıl mesele, pek çok insanın ferî konularda yapılan yorumlardaki öznellik gerçeğini göz ardı ederek her yorumu nesnel bir gerçeklikmişçesine algılaması ve hakikati sadece kendisine sunulandan ibaret zannetmesidir. Bu vahim yanılgı, basiret ve ferasetten yoksun olanların belli bir fikre saplanıp kalmasına ve nihai hüküm olarak algıladığı yorumu kendi inanç ve düşünce dünyasında bir dogma hâline dönüştürmesine sebebiyet verebilmektedir. Böylece düşünce ufku alabildiğine daralan kişi, o dar ufukta göremediği bütün anlayış ve yorumlara karşı dışlayıcı, ötekileştirici ve hatta tekfirci bir yaklaşım sergileyebilmektedir.
Oysa hakikatin ışığı, düşünce ufkunun genişliğinde tebarüz eder. Gerçek şu ki bildiğinin doğruluğundan kuşku duymayan kişi, hakikatin peşini bırakmış demektir. Hakikate ulaşmak için farklı fikirlerle karşılaşmaktan korkmamak gerekir. İnsan, ancak farklı okumalar yaparak, farklı fikirleri dinleyerek kendi bildiklerinin sağlamasını yapabilir. Şayet doğru yolda olduğunu düşünüyorsa mutlaka dayandığı güçlü bir delili olmalıdır ve bu durumda başkalarının kendisini saptırmasından korkmasına lüzum olmaz. Yanlışı varsa o zaman da düzeltmesine vesile olur.
Sabit fikirlilik, insanı hakikat tekelciliğinin cenderesine sıkıştırıp dar bir alana hapseder. Farklı fikirlerden uzaklaştırıp belli kişilere mahkûm eder. Bu yaklaşım, zamanla bir inanca bile dönüşebilir. Böylelikle iş, otorite olarak kabul ettiği zevatı kutsamaya kadar varır. Daha da kötüsü, kişinin aklını, ruhunu, iradesini fikren intisap ettiği kişiye teslim etmesidir. O zaman sadece o kişinin doğru dediğini doğru, yanlış dediğini yanlış bilir. Bazıları intisap ettiği kişinin yorumuna kesin hüküm diye sarılarak, kendini saptıracağını vehmettiği farklı kişileri dinlemekten, duymaktan ve okumaktan imtina eder.
Esasen bu durum, okumayı, öğrenmeyi, araştırmayı, akletmeyi ve düşünmeyi teşvik eden Kur’an’ın ruhuna yabancılaşmanın bir neticesidir. Müminleri Kur’an’ın hakikatlerine davet eden Hz. Peygamber’in rehberliğinden uzaklaşmanın bir sonucudur. Açıkçası bugün Kur’an ve sünnetin hayat veren ikliminden mahrum kalan ve kendi inanç, kültür, medeniyet köklerine yabancılaşan nesillerin, sorgulamaksızın boyun eğilen nevzuhur otoritelerin güdümünde heba olduğu bir süreçten geçiyoruz. Bu süreçte gerçekliğin farkında olarak haddi aşanlara uymaktan sakınıp kalbini ve zihnini Hakk’a ve hakikate çevirenlere müjdeler olsun. “Sözü dinleyip de onun en güzeline uyanlar var ya, işte onlar Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir.” (Zümer, 39/18.)