Makale

NİÇİN YARATILDIM?

NİÇİN YARATILDIM?

Prof. Dr. Temel YEŞİLYURT
Kastamonu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

İnsan, kâinat sahnesinde yaratılmışların en şereflisi (Tin, 95/4.) olarak yer almıştır. Madde ve ruhun eşsiz bileşimiyle yaratılmış, kendisine akıl ve irade bahşedilmiştir. Bu donanımıyla bilen, araştıran, kâinatın sırlarını çözmeye çalışan bir varlıktır. Aklın, kalbin ve ruhun eşsiz uyumu, onu ayrıcalıklı bir konuma yerleştirmiş; insan, yaratılanlar içinde kendine ayrıcalıklı bir yer edinmiştir. Bu yönüyle insan, yeryüzünün halifesidir. (Bakara, 2/30.)
Halife olmak, insanı diğer varlıklardan üstün kıldığı gibi aynı zamanda ona sorumluluk da yükledi. O artık diğer canlılar gibi yalnızca içgüdüleriyle hareket etmiyor, sahip olduğu akıl ve irade ile düşünüyor, araştırıyor ve sorguluyordu. Bu nedenle de neden yaratıldığımızı, yeryüzündeki gayemizin ne olduğunu anlama çabası en temel beşerî ihtiyaçtır ve insanın ruhunun derinliklerinde hissettiği bir duygudur. Belki de bu soruları sorabilme yeteneği, insanı diğer yaratılmışlardan ayıran en temel özelliklerden biridir. Çünkü kâinatta var olan canlı türleri içinde bu soruyu sorabilen tek canlı türü insandır.
Varoluşun anlamını sorgulamak, tarih boyunca pek çok düşünürü meşgul etmiştir. Bu konuda pek çok şey söylenmiş olsa da sorunun kesin cevabını bulabilmek oldukça zordur. Çünkü mesele bir yönüyle Allah’ın mutlak ilim ve iradesiyle ilgilidir. Bu nedenle de beşerî sınırları aşan bir boyuta sahiptir. Ancak diğer taraftan da insanın varoluşunu ve yaşamını anlamlandırma çabası söz konusudur. Çünkü varoluşuna getireceği anlamlı bir açıklama, onun için yaşamı daha anlamlı kılacak, gönül dünyasını itminana ulaştıracaktır. Bu ise inancın sağlam bir zemine oturmasını sağlayarak onu başkalarına da anlatma imkânı verecektir. İnsanın bitip tükenmek bilmeyen bu arayışı, onun sürekli öğrenen, gelişen bir varlık olması anlamına gelmektedir.
Farklı kültür ve inançlar, soruya farklı cevaplar verebilse de temelde insanın varoluşunun anlamını sorgulaması evrensel bir arayıştır. Aslında ortaya konulan çabaların hepsi, âlemdeki varoluş gayemizi anlama çabasından ibarettir. Bu çaba, evren içindeki yerimizi keşfetmeye, daha anlamlı bir hayat yaşamaya ve varoluşun kıymetini takdir etmeye ve yaşadığımız dünyayı iyileştirmemize katkı sunabilir. Varoluşun sırrını tam olarak keşfedemesek de anlam arama ve anlamlı bir yaşam sürme bile başlı başına bir amaçtır.
Niçin yaratıldık?
Bilmek, irade sahibi olmak ve sormak, sorumluluk gerektirir. Kur’an-ı Kerim’e göre Allah, insanı en güzel surette yaratmış, onu akıl, irade ve kalp gibi yetilerle donatmıştır. Dünya hayatında insana, pek çok nimetle ikramda bulunmuştur. Bu lütuf ve ikram, O’na karşı sorumlu olmayı da beraberinde getirir.
İnsan iyilikte/hayırda ilerlediğinde yaşadığı dünyayı güzelleştirip anlamlı kılarken; kötülükte ve tahribatta da diğer canlılar içinde eşsizdir. Yaşadığı dünyayı mamur kılmak da tahrip etmek de insanın gücü dâhilindedir. İnsan bu gelgitler içinde kendine yol bulması, potansiyelini iyiye ve güzele yönlendirmesi için yeryüzü yaşamında başıboş bırakılmamış, sorumlu tutulmuş ve kendisinden dünyayı daha yaşanılır hâle getirmesi istenmiştir. Bunun karşılığında da insana, içinde ebedî kalacağı cennetler vadedilmiştir. Bu, gönderilen peygamberlerin ve indirilen kitapların mesajının da ana temasını oluşturur. Nitekim Yüce Allah, bununla ilgili “Sizi boşuna yarattığımızı ve bize tekrar döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” (Müminun, 23/115.); “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder.” (Kıyamet, 75/36.) buyurur.
İyi ve kötü seçeneklerinin var olduğu bir dünyada iyiyi seçebilmek, bir sınanma ve bir imtihandır. Bazıları tercihini iyiden, güzelden ve hayırdan yana kullanırken bazıları ise şerri, kötülüğü ve ifsadı seçebilmektedir. Onun için bazı insanlar iyi, bazıları ise kötüdür. Bazı insanlar cenneti hak ederken bazıları da cehennemi hak etmektedir. İnsanlar iyi ve hayır üzere olsunlar, yeryüzünü mamur kılsınlar diye Allah, şefkat ve merhameti gereği insanı yaşamak durumunda olduğu evrende yalnız bırakmamış, gönderdiği peygamberler ve indirdiği kitaplarla onlara yol göstermiştir. Yüce Allah, insanı böyle bir sınanma karşısında kimin iyiyi ve kimin de kötüyü seçtiğini görmek için yaratmıştır. (Mülk, 67/2.)
Görüldüğü gibi öncelikle bir olan Allah’a iman etmek, tercihini iyiden yana kullanmak, iyilikte yarışmak ve iyiliği çoğaltmak, dünya ve ahiret için hayırlı işler yapmak insanın en temel yükümlülüğüdür. Bu yükümlülüğü ifade eden en kapsamlı ibare “ibadet” kavramıdır. İbadet, Allah’a karşı sorumluluklarını (namaz, oruç vs.) yerine getirmenin yanı sıra insanın kendine, çevresine ve yaşadığı evrene karşı yükümlülüklerini yerine getirmeyi de ihtiva eder. Nitekim Kur’an da insanların ve cinlerin ibadet için yaratıldığını haber veriyor: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk (ibadet) etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 51/56.) İnsandan istenen kulluk görevinin en büyüğü kuşkusuz Allah’a karşı olanıdır. İnsan öncelikle O’nu bilmek, tanımak ve iman etmekle yükümlüdür. Kulluğun en büyüğü ve en önemlisi budur. Bu yükümlülüğü insan, iman etmekle, Allah’ın emir ve yasaklarına uymak suretiyle yerine getirmektedir. Ancak bu yükümlülüğün sınırları yalnızca burada son bulmamaktadır. Allah’a karşı ibadetle sorumlu olan insan, aynı zamanda kendi nefsine ve içinde bulunduğu evrene karşı da sorumludur. Akıl ve irade sahibi bir varlık olarak insan, yeryüzünün halifesidir. (Bakara, 2/30.) Halife olmak insana bir üstünlük ve imtiyaz sağlasa da beraberinde sorumluluk da yükler.
İnsan, Allah’a sağlam bir inançla iman edecek, O’na kulluk görevini yerine getirecek ve oradan aldığı ilhamla anlamlı bir hayat yaşayacak, fark oluşturacak, yaşadığı dünyayı mamur kılacak ve medeniyetler inşa edecektir. Bu kulluk görevi, yaşadığı evreni imar etmek için aktif bir insan topluluğu oluşturmayı da gerektirir. Bu, yeryüzünü adil ve daha yaşanılır kılmak için atılması gereken tüm adımları ihtiva eden topyekûn bir imardır. Allah, “insanı yeryüzünde halife olarak yaratıp birçok nimetleri emrine-iradesine vermiş ve bu bağlamda dünyasını mamur ve ahireti için de bir köprü olması için medeniyet kurma sorumluluğu”nu yüklemiştir. (Mikail İpek, “Kur’an’a Göre İnsanın Yaratılış Hikmeti ve Sorumluluğu”, Ekev Akademi Dergisi, 17:57 (2013), s.439.) İnsana ibadet ve kulluk yanında yaşadığı evreni daha anlamlı ve yaşanılır kılma görevi veren Allah şöyle buyurmaktadır: “Semud kavmine de kardeşleri Salih’i peygamber gönderdik. Dedi ki: ‘Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilahınız yok. O, sizi yeryüzünden (topraktan) yarattı ve sizi oranın imarında görevli (ve buna donanımlı) kıldı. Öyle ise O’ndan bağışlanma dileyin; sonra da O’na tövbe edin. Şüphesiz Rabbim yakındır ve dualara cevap verendir.’” (Hud, 11/61.)
İnsanın yaratılış amacı, öncelikle Allah’a iman, ibadet ve kulluk sonrasında da bu iman ve arınmadan elde edilen bilinçle içinde yaşadığı hayatı anlamlandırma ve yaşanabilir medeniyetler kurma görevidir. Dolayısıyla akıl ve irade sahibi bir varlık olarak insan, yalnızca iman eden, ibadet eden, düşünen, soru soran bir varlık değil, düşündüğünü eyleme döken, anlamlı bir dünya kuran ve dünyayı daha adil ve yaşanılabilir kılmak için çaba gösteren bir varlıktır.
Yüce Allah, bizim ibadetimize muhtaç mı?
İnsanın yaratılış amacının “Allah’a ibadet” olarak belirlenmiş olması (Zariyat, 51/56.), Allah’ın bizim ibadetimize muhtaç oluşu anlamına gelmemektedir. Allah, her türlü noksanlıktan münezzehtir, bu bakımdan kemal sıfatların sahibidir. Asla noksanlık ve ihtiyaç sahibi olmakla nitelenemez. Bütün ilahi emir ve yasaklar gibi ibadetler de insana dönüktür. İnsanı manevi olarak geliştirme, yaşadığı dünyayı anlamlı ve yaşanılır kılmaya yöneliktir.
İman ve kulluk, bireyin iç tutarlığı ve arınmış bir bilince sahip olması noktasından önem taşır ve insana yöneliktir. Yaşanılan dünyayı imar etme görevi de insanın içinde yaşadığı dünyayı anlamlı kılmasıyla ilgili bir durumdur. Bunların hiçbiri fayda ve ihtiyaç açısından Allah’a döndürülerek açıklanamaz. Güneşin ışık vermesinin, doktorun hastasına acı reçeteler yazmasının, güneşe veya doktora yönelik bir faydası yoktur. Güneşten yararlanmak veya reçeteyi alıp tedavi olmak insanın faydasına ve yararına olan bir durumdur. Güneşin ışık vermesi, ondan bir şey eksiltmeyeceği gibi, bütün insanların açık bir havada güneşlenmesi de güneşin kemaline bir katkı sağlamaz. Sağlıklı yaşam için doktorun önerdiği perhizi yapma/yapmamanın doktora bir yararı/zararı yoksa da perhizi yapana faydası olacağı açıktır. Kulların yapacağı ibadetlerin Allah’ın uluhiyetine veya kudretine herhangi bir katkısı yoktur.
Yaratılmasaydım olmaz mıydı?
“Niçin yaratıldım?” sorusunun kuşkusuz ki kişilere ve kültürlere göre değişebilen farklı cevapları olabilir. Bu, insanoğlunun anlam arayışının bir parçasıdır ve varoluşunu anlamlı bir şekilde açıklayabilme gayretini yansıtır. Sonsuz ilim ve irade sahibi Allah’ın her fiili sayısız hikmetler taşısa da bunu tam anlamıyla insanın bilip takdir edebilmesi oldukça zordur. Kur’an ayetleri ışığında şimdiye kadar söylediklerimiz, insanın neden yaratıldığına ilişkin pek çok insanı tatmin edebilecek yeterlilikte bir açıklama sunabilir.
Diğer taraftan bu sorunun neden dünya, insana sunulan nimetler ve diğer canlılar hakkında sorulmayıp da insan hakkında sorulduğu da diğer bir itiraz konusudur. Çünkü dünya ve içindekilerin varoluşu, ilahi/külli iradenin bir tezahürüdür. Güneş niçini sormadan ışık vermeye, ay da nedenlere takılmadan yeryüzünü aydınlatmaya devam etmektedir. Ağaçlar meyve vermeye, inekler de insanlara leziz sütler ikram etmeye devam etmektedir. Yaratılanların en onurlusu olması nedeniyle halife payesine sahip olan insan, varoluşu için nedenler ve niçinler arasa da aslında bu sorular dünyada varlık sahasında olmamız açısından çok da anlamlı değildir. Bu niçinlere anlamlı cevaplar bulabilsek de bulamasak da bu dünyadayız. Burada yaşıyoruz ve dünyalıyız.
İlahi irade bu şekilde tecelli etmiştir ve bunu geri döndürebilmek de mümkün değildir. “Yaratılmasaydım olmaz mıydı?” sorusu gerçekçi olmadığı gibi mevcut yaşamımıza bir katkı sunmaktan da uzaktır. Günde en az üç vakit lezzetli yemekleri yerken, buz gibi su ile susuzluğumuzu giderirken “bu nimetler niye var” sorusunu sormak aklımızdan bile geçmez. Çoğu insan dünya yaşamını değerli ve kıymetli bulmakta, sağlıklı olmak ve dünyada kalış süresini uzatmak için milyonlarca lira harcamaktadır. Burada önemli olan, niçin ve nedenlerin girdabı içinde debelenmek yerine, yaşadığımız dünyayı mamur kılma, yaşanabilir kılma ve ölümden sonraki sonsuz hayatımıza hazırlanmaktır. Görüldüğü gibi insan dışındaki diğer varlıklar, niçin/nedenlere takılmadan kendileri için takdir edilen görevleri yerine getirerek hayatı daha anlamlı kılmak için katkı sunmaya devam etmektedirler.
Yaratırken bana soruldu mu? Neden imtihan ediliyorum?
Allah, mutlak kudret ve irade sahibi bir varlıktır. O’nun iradesinin geçmeyeceği bir alan, gücünün yetmediği bir evren mevcut değildir. Allah’ın herhangi bir şeyi yaratması, başkasının isteğine ve iradesine bağlı değildir. O, dilediğini yaratır ve dilediğini de varlık sahasına çıkarır. Dünyayı da ve o dünya içinde hayat süren insanı da yaratan O’dur. Kâinatın, canlıların ve insanın dünyada var edilişi Allah’ın iradesinin bir açılımıdır ve insan için verimli bir durumdur.
Aslında insan açısından önemli olan bu da değildir. Hiçbir insan, insan oluşu ve dünyada bulunuşu nedeniyle sorumlu değildir. İnsan sorumluluğunun temelinde insani durumumuz yer alır. İnsan yaratılmışların en şereflisidir. Sahip olduğu akıl ve irade gibi yetilerle yeryüzünü mamur veya harap kılabilecek yetenektedir. İnsan, iradesiyle kötüye ve yanlışa gidebildiği gibi kendine anlamlı/doğru bir yol çizip salihler sınıfında da kendine yer bulabilmektedir. Yeryüzünün yaşanabilir bir yer olması, adaletin hâkim olması ve anlamlı bir yaşam için insan iradesinin kötüye kullanımının dizginlenmesi gerekir.
Bu ise insanın tercihlerinden ve yaptıklarından sorumlu olmasıyla mümkündür. Hayrı seçerek iyi olanlar kazanacak, şerri seçenler ise kaybedecektir. Allah’a iman edip güzel işler yapanlar cennete, iman etmeyenler ise cehenneme gideceklerdir. Her insan, yaptığının karşılığını en ufak bir haksızlığa uğramadan görecektir. Allah insanı yaratmış ve insanı da bu konuda bilgilendirmiştir: “Hani Rabbin (ezelde) Âdemoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ demişti. Onlar da, ‘Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)’ demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, ‘Biz bundan habersizdik’ dememeniz içindir.” (Araf, 7/172.) Bu ayet-i kerime tam da günümüz insanının bana neden sorulmadı itirazına cevap oluşturacak niteliktedir.
İnsanın varoluşu verili bir durum olsa da bir şeyi yapması veya yapmaması tümüyle insanın özgür seçimine bırakılmıştır. Allah kimseyi bir mecburiyet altında bırakmamış, ona bahşettiği akıl ve irade ile kendi kararını vermesini istemiştir. İnsan kendi kararını kendisi verecek, Allah’a iman edecek, kulluk görevini yerine getirecek, yeryüzünü mamur kılacak, medeniyetler inşa edecek ve bunun sonucunda dünyada iyi, ahirette de kazananlardan olacaktır.