Makale

Kur'an'ın Bilimsel Tefsiri Üzerine Bazı Mülahazalar

KUR'AN'IN BİLİMSEL TEFSİRİ ÜZERİNE BAZI
MÜLAHAZALAR

İbrahim Hilmi KARSLI*


Özet:

19. ve 20. yüzyıllar Kur'an tefsiri açısından önemli gelişmelerin meydana geldiği dönemler olmuştur. Bilimsel tefsir metodu da bunlardan biridir. Bu okuma biçimi dün olduğu gibi bugün de bazı çevreler tarafından Kur'an mesajının modern insana sunulmasında önemli bir imkân olarak görülmektedir. Nitekim araştırıcıların bu konuda yayınladıkları makale ve kitapların adedi, ekole olan ilginin hâlâ canlılığını devam ettirdiğini göstermektedir. Ancak geçmişte olduğu gibi bugün de bilimsel yorumlama tarzına eleştiriler devam etmektedir. Aşağıdaki makalede bu okuma biçiminin lehinde ve aleyhinde ileri sürülen görüşler yeniden değerlendirilerek konuyla ilgili bir yaklaşım belirlenmeye çalışılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Bilimsel Tefsir, Kur'an Tefsiri, Fen Bilimleri, Şatıbî, Tantâvî.

Some Remarks on Scientific Interpretation of the Qur'an

Abstract:

In the 19th and 20th centuries, significant developments occurred in the field of Qur'anic exegesis. One of them is the scientific method of interpretation of the Qur'an. In the present day, as before, this kind of interpretation is seen as an important opportunity to convey the message of the Qur'an to the modern people. The fact that the number of the articles and books published in this field has reached a significant level show that the interest in that method is still alive. But, as in the old times, today, the critiques towards the method of scientific interpretation of the Qur'an have been still continuing. In this article, the views and arguments of the proponents and opponents of this method are presented and re-evaluations of them are made. At the end, an approach towards to this method is suggested.

Key Words: Scientific Interpretation, Exegesis of the Qur'an, Natural Sciences, Al-Shatibi, al-Tantawi.

1. Giriş

Kur'an nazil olduğu andan itibaren anlaşılmaya ve tefsir edilmeye başlanmıştır. Bu hareket kesintiye uğramadan günümüze kadar sürmüştür, bundan sonra da devam edecektir. Zaten aksini düşünmemiz de mümkün değildir. Çünkü Kur'an'ın hayatla irtibatının kurulması ve mesajının aktüel hale getirilmesi, ancak anlaşılması ve buna bağlı olarak tefsirinin sürekli yapılması ile mümkündür. Yeni zamanlarda yeni tefsirlerin konusu olmayan bir ilâhî kelâmın, insanlığın hayatına ışık tutması ve ona yol göstermesi elbette ki mümkün değildir. Aksi bir durum, bir anlamda, insanın Kur'an'ı anlamaktan vazgeçmesi demektir. Yeni tefsirler üretemeyen toplulukların, hayata ya bir zamanlar Kur'an adına şartların gereği oluşturulmuş ve önemli bir işlev görmüş ama son asırlarda anlamsızlaşmaya başlamış fikir ve yorumlarla bakmaları gerekecek; yahut da günümüzde olduğu şekliyle Müslümanların, insana, topluma, hayata ve evrene çoğunlukla yabancı kesimlerin dünya görüşleri ile bakmaları kaçınılmaz hale gelecektir. Elbette ki, sürekli olmasını söylediğimiz bu tefsir faaliyeti, Kur'an'ın sabitelerinin değişime ve dönüşüme uğratılması anlamına gelmemektedir. Aksine onun bütün insanlığa olan mesajlarının anlaşılan bir dil ve diriltici bir sunumla aktarılmasını ifade etmektedir.

19. ve 20. asırlar, siyasî ve kültürel yönleriyle Müslümanları çok da sevindiren ve mutlu eden zamanlar olmamıştır. Bu talihsiz süreç ne yazık ki halen devam etmektedir. Son asırlarda siyasî, sosyal ve kültürel planda yaşanan bu çalkantı ve gelgitlerin yansımaları bütün yönleriyle Kur'an tefsirlerini etkilemiştir iddiası mübalağa olarak görülmemelidir. Bu bağlamda müfessirler, İslam dünyasının yaşadığı siyasî krizden nasıl çıkacağı, gerçek bağımsızlığın nasıl sağlanacağı, fakirlik, ekonomik ve teknolojik problemlerin nasıl aşılacağı, ümmetin maddî ve manevî üretimde nasıl harekete geçirileceği, yeni kuşakların eğitiminin nasıl sağlanacağı konularını Kur'an tefsirlerinde ele almış ve problemlere değişik çözümler önermişlerdir. Kısaca ilgi kurdukları ayetlerin tefsirinde, Müslümanları özellikle eğitime, çalışmaya, cihada, fikrî ve ekonomik üretime katkı sağlamaya teşvik etmişlerdir.
Modern dönemlerde Kur'an tefsirlerinde sadece sosyal ve siyasi konular ele alınmamış, kültürel meselelere de önemli bir yer verilmiştir. Hatta denebilir ki, Batı'da felsefe ve düşüncede meydana gelen gelişmeler, özellikle akıl, bilim ve din ilişkisinde Kur'an ayetlerinin yorumlarında önemli farklılaşmalara sebep olmuştur. Bu bağlamda mucizevî konulardan ve evrenden bahseden ayetlerin tefsirlerinde gelenekte pek de görülmeyen önemli fikir ve yaklaşımlar ileri sürülmüştür. Batıda tabiat bilimlerinde ve buna bağlı olarak teknoloji alanında görülen ilerlemeler, bazı müfessirlerin bu tür konulardan bahseden ayetler üzerinde yoğunlaşmalarına sebep olmuştur. Hatta Müslümanların kalkınmalarının sihirli formülünün, bu ayetleri gerçek manada anlamaya ve tabiat bilimleri ile bunlar arasında irtibat kurulmaya bağlı olduğu ileri sürülmüştür.

İşte “bilimsel ya da fenni tefsir” olarak isimlendirdiğimiz bu eğilim, tabiat bilimlerine ait terimlerin, Kur'an ibarelerinde var olduğunu kabul eden, değişik bilim ve felsefî görüşleri ondan çıkarmaya çalışan tefsir ekolüdür. Bu metodu savunanlara göre, Kur'an, dinî, itikadî ve amelî ilimler yanında değişik çeşitleri ile şu anda mevcut ve gelecekte disiplin haline gelecek doğa bilimlerini de ihtiva etmektedir. Söz konusu yaklaşımın çerçevesi özellikle 20. asırda daha da yaygınlaştı ve genişledi .

Aşağıda göreceğimiz şekilde tabiat bilimleri ile Kur'an ayetleri arasında bağlantılar kurma yani bilimsel tefsirin kökleri Gazâlî'ye kadar götürülür. Ekolü savundukları söylenen bu ve benzeri âlimlerden bir takım görüşler nakledilmektedir. Ancak kanaatimizce bu tür yaklaşımlar, bahsedilen tefsir tarzını meşrulaştırma çabaları olarak görülmelidir. Zira bu ifadeleriyle onların bugünkü anlamda bilimsel tefsiri kastettiklerini söylemek ne kadar mümkündür? Dolayısıyla esas itibariyle bilimsel tefsir eğilimi, modern dönemlere has yeni bir olgu olarak kabul edilmelidir. Aşağıda görüleceği üzere konu lehte ve aleyhte değişik tartışmalara sebep olmuştur. İlgili görüşleri tasnif ettiğimizde üç yaklaşımın öne çıktığını söylemek mümkündür. Bunlar da, 1-Bilimsel tefsiri savunanların görüşleri, 2-Bilimsel tefsiri kabul etmeyenlerin görüşleri, 3-Şartlı olarak bilimsel tefsiri kabul edenlerin görüşleri, başlıkları altında toplanabilir.

2- Bilimsel Tefsiri Savunanların Görüşleri

Tefsir tarihine dair kaynakların verdiği malumata göre, bu konuyu en geniş şekil
de ilk defa teorik düzeyde ele alan ve İslami ilimler sahasında onu savunan İmam Gazâlî'dir. O, İhya'da tilavetin adabına dair dördüncü bapta bazı âlimlerden Kur'an'ın yetmiş yedi bin iki yüz ilmi ihtiva ettiğini nakleder. Çünkü ondaki her bir kelime bir ilimdir. Sonra bunun dört katı alınır. Zira her bir kelimenin zâhir, bâtın, had ve matla'ı vardır . Yine o, sözlerinin devamında İbn Mesud'dan “Kim öncekilerin ve sonrakilerin ilmini elde etmek isterse, Kur'an üzerinde derin derin düşünsün” rivayetini nakleder ve sözlerini şu sonuca bağlar: “Kısaca bütün ilimler Allah'ın sıfat ve fiilleri içerisindedir. Kur'an'da da O'nun zat, sıfat ve fiillerinin açıklaması vardır. İlimler sınırsızdır. Kur'an'da onların esasına dair işaretler vardır .

Meşhur âlimlerden Suyûtî de,teorik düzeyde bilimsel tefsir ekolünü savunanlardandır. O, Kur'an'ın bütün ilimleri içerdiğini ispatlama sadedinde ayet ve hadislerden şu delilleri getirir: “Bu Kitab'da hiçbir şeyi eksik bırakmamışızdır” (En'âm, 6/38). “Sana her şeyi açıklayan bu Kitab'ı indirdik” (Nahl, 16/89). Ayrıca şu hadisleri nakleder: Hz. Peygamber bir defasında “İlerde fitneler çıkacaktır” der. Bunun üzerine kendisine şu soru sorulur: “Bunlardan kurtulmanın yolu nedir?” Hz. Peygamber “Allah'ın Kitabı'dır, onda sizden öncekilerin ve sizden sonrakilerin haberi, aranızdaki problemlerin de çözümü vardır” der. Yine Suyûtî bu bağlamda Hz. Peygamber'den “Allah, kitabında bir şeyi ihmal etseydi, zerreyi, hardal tanesini ve sivrisineği onda zikretmezdi” sözlerini nakleder .

20. asırda bilimsel tefsiri baştan sona Kur'an'a uygulayan Şeyh Tantavî Cevherî olmuştur. O yazmış olduğu el-Cevâhir fî Tefsîri'l-Kur'an adlı 25 ciltlik hacimli eserinde bolca bilimsel tefsir örnekleri vermektedir . Müellif eserin değişik yerlerinde bu konudaki görüşlerini açıklamaktadır. Buna göre Kur'an'da 750 ayetin bilim ve fenle ilgili olduğu, buna karşılık fıkha ait olan ayetlerin 150'yi geçmediğini ifade eder. İslam sadece Araplar için değil, birçok millet için gelmiştir. Kur'an sureleri modern bilimin ortaya koyduğu konuları tamamlamaktadır. Müslümanlar tabiat bilimlerine davet eden Kur'an ayetleri üzerinde düşünmelidirler. İslam konusunda önceki anlayışsız ve gafil fakihler ahkâm ve akide ayetlerine ağırlık vererek çok sayıdaki bu ayetleri ihmal etmeleri sebebiyle hata etmişlerdir. Onların miras ayetleri üzerinde yaptıkları çalışmayı Müslümanlar bugün tabiattan bahseden ayetler üzerinde yapmalıdırlar. Çünkü bunların incelenmesi miras ayetlerinin incelenmesinden daha faziletlidir. Miras ayetleri farzı kifayedir; diğerleri ise marifetullahın artmasına sebep olduğu için her mümine farzdır .

20. asırda Batı dünyasında Kur'an-bilim ilişkisi konusunda en dikkati çeken isimlerden birisi sonradan Müslüman olan Maurice Bucaille'dir. Aslında o çalışmasını sadece Kur'an'a hasretmemiş; çağdaş tabiat bilimlerinin ışığında Tevrat, İnciller ve Kur'an'ı mukayeseli bir şekilde incelemiştir. Kendisini hayrete düşüren konu, Kur'an'ın tabiatla ilgili tespitlerinin çağımızdaki telakkilere uygun düşmesidir. Oysa Kitab-ı Mukaddes'te bu konularda açık hatalar mevcuttur. Yine 7. asırdaki bir insanın, en ufak bir fikir sahibi bile olamayacağı konularda Kur'an'ın önemli tespitlerde bulunması oldukça manidardır.

Maurice Bucaille'a göre, Kur'an'la karşı karşıya gelen bir kimseyi etkileyen diğer bir husus da, ele alınan konuların Astronomi, Jeoloji, Botanik, Embriyoloji vb. değişik bilimlerin alanına giren konular olmasıdır. Şayet Kur'an'ın müellifi 7. yüzyıldaki bir insan olsaydı, çağdaş bilimsel sonuçlara uygunluğu yeni tespit edilen pek çok hususu nasıl yazmıştı. Maurice Bucaille'a göre, tabiat bilimlerine dair ayetlerin tefsirinde geçmiş müfessirler kesinlikle hata etmişlerdir. Bu tür ayetlerin doğru tefsir ve tercümeleri çok sonraları yani çağımızda ancak yapılabilmiştir. Dolayısıyla bu tür ayetleri tercüme edebilmek için sadece iyi derecede dil ve lügat bilgisine sahip olmak yeterli değildir. Ayrıca çok çeşitli bilimsel konulara da vakıf olmak gerekmektedir .Bilimsel tefsiri savunduğu ileri sürülen bilginlerin görüşlerini değerlendirme bağlamında şunlar söylenebilir: Daha önce naklettiğimiz şekilde Gazâlî, Kur'an'ın birçok ilmi ihtiva ettiğini belirtir. İfadenin bu şekilde dile getirilmesi problem oluşturmakta ve çeşitli itirazların yapılmasına sebep olmaktadır. Çünkü Kur'an, değişik ilimleri içermemektedir. Belki bu ilimlerin alanına giren bazı konulara temas etmektedir. Kısaca Kur'an, çok değişik ilimleri değil, bu ilimlere ait çok değişik bilgileri ihtiva etmektedir. Dolayısıyla bu iki olgu farklı şeyleri ifade etmektedir. Nitekim Gazâlî'nin, Kur'an'ın bu ilimlerin sadece aslına temas ettiğini belirtmesi de buna işaret etmiş olabilir.

Yine Gazâlî, bilimlerin hepsinin Allah'ın marifet denizinden bir avuç olduğunu ifade eder ve örneklerle konuyu izah etmeye çalışır. Meselâ hastalık ve şifa Allah'ın fiillerindendir . Bu fiili de, ancak tıp ilmi sahasında uzman olanlar bilir. Yine güneş ve ayın hareketinin belirli bir hesaba göre olduğundan bahseden ayeti anlayacak olanlar da, bu ilimde yani astronomide uzman olan kimselerdir. Bu ifadelerden anlaşılmaktadır ki, Gazâlî, günümüzde örneklerine çokça rastlandığı gibi, kelimesi kelimesine Kur'an ayetleri ile bilimsel veriler arasında uyum arayan bir görüşü veya bir bilimsel kavramı ondan çıkarmayı savunmamaktadır. Veya “Şu ayet, şu bilimsel teoriye delalet etmektedir” şeklinde bir yaklaşıma sahip bulunmamaktadır. Aksine o, Kur'an'ın temas ettiği “hastalık”, “tedavi”, güneş ve ayın hareketlerindeki “hesap” gibi kavramların açılımının, ancak ilgili bilim dallarına müracaat etmekle elde edilebileceğini söyler. Bu tespitin de tenkit edilecek bir tarafı bulunmamaktadır. Çünkü Kur'an, gerçekten bugün bilimsel bir disiplin haline gelmiş veya ileride gelmesi muhtemel insan ve evrenle ilgili birçok konuya detaya girmeden veciz bir şekilde temas eder. İşte bu ayetlerin tefsirinde, Allah'ın nihayetsiz ilmi, sonsuz kudreti, yaratmadaki mükemmelliği ve insana olan sayısız nimetinin daha iyi kavranması için, ilgili bilimlerin kabul görmüş izahlarından istifade edilebilir. Zaten Kur'an'ın, yaratılışın sırlarına dair bilgi vermesindeki temel hedefi de bundan başkası değildir.

Yine Gazâlî'nin konuyla ilgili fikirleri incelendiğinde, bilimler sahasında meydana gelen bir takım gelişmelere Kur'an'ın asırlar öncesinde işaret ettiği gibi bir iddiası yoktur. Başka bir anlatımla, günümüzde olduğu şekliyle kendi dönemi itibariyle bilimsel bilgiyi Kur'an'dan keşfetme diye bir gayret içerisinde bulunmamaktadır. O, sadece son ilahî kelâmın bilgi içeriğinin zenginliği konusunda kendi anlayışı çerçevesinde bir yorum geliştirmektedir. Bu açıdan baktığımızda o, Kur'an'ın temas ettiği ve değişik bilimlerin alanına giren bilgileri, kendisinden sonra yaşayan Şatıbî gibi, Cahiliye Araplarının bildikleri ile sınırlandırmamakta; bugün anlaşılan anlamda “Şu ayet, şu bilimsel gelişmeye delalet etmektedir” şeklinde bir yaklaşıma da sahip bulunmamaktadır.

Bilimsel tefsir sahasında 20. asırda en dikkati çeken isim, Tantavî Cevherî'dir. Ayetlerle ilişkili gördüğü birçok bilimsel bilgiye tefsirinde yer vermektedir. Eseri adeta bir bilimler ansiklopedisi görüntüsü vermektedir. Fakat ayetlerle bu bilgiler arasındaki irtibatın ne olduğu konusunda aydınlatıcı ve tatmin edici açıklamalar yapmamaktadır. Bu ve benzeri eserlerin Müslümanların süratle uyanmalarına vesile olacağı, netice olarak gelecekte insanlığın daha önce hiç tanımadığı bir kuşak yetişeceğini iddia eder. Ne var ki, aradan bir asır geçmesine ve bu konularda birçok eser yazılmasına rağmen İslam dünyası hala bu eşsiz nesli yetiştirememiş ve parlak dönemi yaşayamamıştır. Diğer taraftan, Kur'an'ın, modern bilimin ortaya koyduğu bilgileri tamamladığı konusundaki tespiti de izah edilmeye muhtaçtır. Anlaşılan o ki, müellif bu ifadeleriyle, bilimsel gelişmelerin hala ulaşamadığı, fakat Kur'an'ın içerdiği birçok hakikatin bulunduğuna işaret etmektedir. Herhalde Tantavî Cevherî'nin bu fikirleri ileri sürmesindeki en temel tutarsızlık, Kur'an'ın bu konudaki amacı ile tabiat bilimlerinin amacının adeta aynıymış gibi ele alınmasıdır.

Modern dönemlerde Müslüman aydınlar, İslam dünyasının içerisinde bulunduğu geri kalmışlıktan kurtulmak için, Kur'an'a dönmesinin gerekli olduğunu daima ifade etmişlerdir. Bu anlamda kalkınma ve Kur'an ilişkisi, daha önce tefsir literatüründe görmediğimiz bir temadır. Ancak Tantavî Cevherî'de bu söylemin farklı bir anlam kazandığı görülmektedir. Bu da, Müslümanların özellikle tabiattan bahseden ayetleri anlama üzerinde yoğunlaşmalarıdır. Çünkü ona göre İslam dünyası ancak bu durumda fakirlik ve geri kalmışlıktan kurtulabilecektir.

Kur'an'ın tabiat bilimlerinde gelişmeyi teşvik eden öncüllere sahip olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü muhataplarını müteaddit defalar evrendeki olgular üzerinde düşünmeye çağırmaktadır. Bu anlamda tabiattaki ayetlerin anlaşılması noktasında muhataplarına oldukça önemli bir bilinç kazandırmaktadır. Dolayısıyla onunla hemhal olan bir zihnin, tabiatla ilgili ayetler üzerinde düşünmeye hazır hale geleceği açıktır. Nitekim 3. ve 4. asırlarda, Müslümanların tabiat bilimlerindeki gelişmelerinin ardında, Kur'an'ın eğittiği bu aklın önemli bir rol oynadığı anlaşılmaktadır. İşte bilim konusunda dün olduğu gibi bugün de Kur'an'ın yapabileceği en önemli rehberliklerden biri budur. Anlaşılacağı gibi bu, tabiatla ilgili bilgilerin ilâhî kelâmdan elde edileceği anlamına gelmemektedir. Bu anlamda Kur'an, esas itibariyle bir bilgi kaynağı değildir. Tabiatla ilgili bilgilere ulaşmanın yolu deney ve gözlem metodudur.
Netice olarak, tabiat bilimlerinin alanına giren ayetlerle ilgilenmek, bunlar üzerinde yoğunlaşmak, Müslüman bilim adamlarını bu konular üzerinde inceleme yapmaya teşvik eder. Çünkü Kur'an bunlar üzerinde düşünmeye davet etmektedir. Yine modern bilimin vardığı neticelere Kur'an'ın işaret ettiğini söylemek, belki bu bilimleri tahsil edenleri ilgili ayetleri anlamaya teşvik edebilir, böyle bir katkı sağlayabilir. Fakat ayetlerle bu bilimlerin vardığı neticeler arasında irtibatlar kurmanın, İslam dünyasının kalkınmasında bir katkı sağlayacağını ileri sürmek, mesnetsiz bir iddiadan öteye geçmemektedir.

3- Bilimsel Tefsiri Kabul Etmeyenlerin Görüşleri

Bilimsel tefsir ekolünü önceki âlimlerden benimseyenler olduğu gibi, kabul etmeyenler de vardır. Bunların en önemlilerinden biri de meşhur usûlcü Şatıbî'dir. Muvâfakât isimli eserinde görüşlerini geniş bir şekilde açıklar. Buna göre şeriat ümmidir. Çünkü onun ilk muhatapları böyle idi. Dolayısıyla maslahatları dikkate alarak sadece Arapların tanıdığı ilimlere değinmiştir . Görüşlerinin devamında Kur'an'a öncekilerin ve sonrakilerin ilimlerini izafe edenleri eleştirir ve bu iddiayı çürütmeye çalışır. Çünkü ona göre bu kimseler haddi aşmaktadırlar. Zira sahabe, tabiîn ve onları takip edenler, Kur'an'ı ve onun ilimlerini en iyi bilen insanlardı. Ancak onların hiç birinden, Kur'an'da var olduğu iddia edilen bu ilimler hakkında bize her hangi bir şey ulaşmamıştır. Aksine onlar, sadece Araplarca maruf olan ilimler, Kur'an'da sabit olan ahkâm ve ahirete taalluk eden konularla ilgilenmişlerdir. Eğer bahsedilen ilimler konusunda malumatları olsa idi, meselenin esasına delalet edecek şekilde bazı bilgiler elbette ki bize ulaşırdı. Ancak böyle olmamıştır. Dolayısıyla bu, Kur'an ile ilgili ileri sürülen iddianın doğru olmadığına delil oluşturmaktadır. Şatıbî ilmî tefsiri savunanların ileri sürdüğü diğer gerekçelere de cevap vermekte, bu çerçevede En'am 38 ve Nahl 89. ayetlerinde kastedilenin, kulun ibadet hayatı ve diğer dinî sorumlulukları olduğunu belirtmektedir. Yine En'am 38'de geçen “kitab” kelimesinden maksadın Levh-i Mahfuz olduğunu, müfessirlerin bu ayette Kur'an'ın bütün aklî ve naklî ilimleri içerdiğini gerektirecek her hangi bir şey zikretmediklerini söylemektedir .

Bilimsel tefsir konusunda Zehebî de Şatıbî gibi olumsuz düşünenlerden biridir. Delillerini şu üç başlık altında ileri sürer: a) Dil açısından: Bilindiği gibi lafızların delaleti durağan olmayıp tarihi süreçte semantik bir gelişme gösterirler. Bu bağlamda kelimelerin lügavî manaları yanında şer'î ve örfî manaları da vardır. Bu manalardan bazılarını Kur'an'ın nazil olduğu dönemde Araplar biliyorlardı. Bazılarını da bilmiyorlardı. Çünkü bunlar sonradan kelimeye yüklenen manalardı. Bu itibarla Kur'an'ın ilk muhatapları tarafından bilinmeyen bu manaların lafızlara yüklenmesi böylece garip bir anlam genişlemesine gidilmesi makul değildir. b) Belağat açısından: Kur'an'ın en önemli özelliklerinden biri olan belağat, kelamın şartlara/ortama uygun olarak söylenmesi şeklinde tarif edilir. Eğer biz, bilimsel tefsir metodunu kabul edecek olursak, Kur'an'ın bütün ilimleri ihtiva ettiğini ve lafızlarının sonradan ortaya çıkan bu manaları taşıdığını kabul etmiş oluruz. Bu durumda bizi Kur'an'ın belağatına halel getirme ve Arabın anlayışını göz ardı etme durumuyla karşı karşıya bırakır. Eğer Kur'an'ın ilk muhatapları, Allah'ın kendilerine söylemeyi murat ettiği bu manaları bilmiyor idiyseler, bu zorunlu olarak Kur'an'ın belağat özelliğine sahip olmadığı sonucuna bizleri götürür. c) İtikad açısından: Kur'an bütün zamanların kitabıdır. Bu, her Müslümanın ona bu şekilde inanması, onun hakkında şüphe içerisinde bulunmamasını gerektirir. Ancak Kur'an'ın manalarını her şeye hamleden ve onu tıp, astronomi, geometri, kimya ve bunlara ilave olarak değişik ilimlerin kaynağı olarak kabul eden bilimsel tefsiri kabul edecek olursak, Müslümanları Kur'an'la ilgili inançları konusunda şüpheye düşürmüş oluruz . Çünkü ilmi kaide ve nazariyeler değişmeyen ve sürekliliğini devam ettiren olgular değildir. Birçok nazariye vardır ki bir zamanlar bilginler tarafından kabul edilmekte idi. Ancak bir zaman sonra hata olduğu ortaya çıkınca ondan vazgeçilmiştir .

Daha önce belirttiğimiz gibi, bilimsel tefsir konusunda ilk defa en ciddi eleştiriyi yapan Şatıbî'dir. O, bu konuda Gazâlî'nin fikirlerinden ayrılmaktadır. Hatta isim vermeden onu eleştirdiği anlaşılmaktadır. İki âlimin fikirlerinin farklı olmasının temel nedeni, Kur'an tasavvurlarının değişikliğinden kaynaklanmaktadır. Kısaca ifade edecek olursak, Gazâlî bu konuda vahyin kaynağını esas almaktadır. Başka bir anlatımla, Allah'ın fiil ve sıfatları ile Kur'an arasında bir ilişki kurmakta, söz konusu fiil ve sıfatlar bütün ilimleri içerdiğine göre onların açıklaması olan Kur'an da bilinen ve bilinmeyen birçok ilmi içermektedir. Konuyla ilgili daha önce naklettiğimiz rivayetleri de, bu husustaki fikirlerini destekleyecek şekilde ileri sürmektedir. Şatıbî ise, Kur'an'ın anlaşılmasında kaynağından ziyade muhatap kitlesini dikkate almaktadır. Çünkü muhatap kitlenin ümmî olması dolayısıyla şeriatın da ümmî olduğunu söyler. Dolayısıyla her iki müellif, farklı Kur'an tasavvurlarına sahip olduklarından onun anlaşılması ve tefsiri konusunda da farklı neticelere varmaktadırlar.

Şöyle ki, birine göre Kur'an, mevcut ve ileride keşfedilecek bütün ilimlerin asıllarını ihtiva etmekte; diğerine göre ise o, sadece nazil olduğu dönemlerde Arapların bildiği ilimlere kendi amaçları doğrultusunda işaret etmektedir. Konuyu, “tarihselci” ve “evrenselci” bakış açısı kavramlarıyla da izah etmek mümkündür. Tarihselci bakış açısında ilk muhatapların içerisinde yaşadıkları olgu, bilgi ve anlam dünyaları belirleyicidir. Evrenselci bakış açısında ise Kur'an'ın, kıyamete kadar insanlığın bilim ve uygarlık sahasında elde edeceği gelişmelere işaret edebileceği kabul edilir.

Şâtıbî'nin işaret ettiği gibi, Kur'an'ın bilinen ve bilinmeyen ilimleri ihtiva ettiği iddiasını ileri sürmek, tartışmaya açık bir durumdur. Bu tür fikirler, muhtemelen konuyla ilgili nakledilen rivayetlerin etkisiyle ileri sürülen görüşlerdir. Bunları, Kur'an'ın çok değişik ilimler alanına giren konulara temas etmesi şeklinde anlamamız mümkündür. Bu açıdan Kur'an, bir bilim kitabının bahsettiği anlamda bilimsel teorilerden söz etmemekte, varlık ve yaratılışa ait gerçeklerden hareketle Yaratıcı'nın güç ve kudretini anlatmaya çalışmaktadır. İşte bütün bunlardan bahsederken, daha sonra keşfedilen bazı bilimsel gerçeklere işaretler de bulunabilmektedir. Yahut en azından bazı ayetler bu tür yorumlara müsait olabilmektedir . Kısaca Kur'an, sosyal bilimler ve fen bilimlerini içermemekte, ancak bunların alanına giren değişik konulara ve nüzul dönemi sonrasında keşfedilen bir takım konulara işaret edebilmektedir
Bütün bunları söylerken, Kur'an'ın ilk muhatapları, onların içerisinde yaşadıkları uygarlık düzeyi, kullandıkları dil, lâfız ve terkiplere yükledikleri anlamlar göz ardı edilmediği gibi, yine bu ilâhî kelâmın hakikatin bir tezahürü, göklerde ve yerde hiçbir şey kendine gizli kalmayan Allah'ın kitabı olduğu da ihmal edilmemektedir. Kısaca onun tarihsel boyutu ilâhî oluşuna feda edilmediği gibi, ilâhi oluşu da tarihsel yönü dolayısıyla göz ardı edilmemektedir. Kur'an'ın esas maksadı, bir bilim kitabında olduğu şekliyle bilimsel gerçekleri ortaya koymak değildir. Aksine Allah'ın nihayetsiz ilim ve kudretini ortaya koymaktır. Fakat varlık ve yaratılışa dair sonradan ortaya çıkabilecek bir takım ima ve işaretleri de içermesi mümkündür. Çünkü evrenle ilgili olgulardan bahseden sıradan bir insan değil, aksine “alîm” ve “habîr” olan Allah'tır.

Allah, evren ve yaratılıştan bahsederken, hak ve hakikate göre beyanlarda bulunmaktadır. Aksini düşünmemiz de söz konusu değildir. Çünkü ilâhî kelama hiçbir şekilde bir tutarsızlık ve batıl sızmamıştır . Bu açıdan baktığımızda, her ne kadar Kur'an, nazil olduğu dönemde evrenin işleyişi ile ilgili muhatapların bakış açılarını dikkate alsa da, tabiat olgularına dair gerçekle uyuşmayan bir takım ifadeleri içermesi mümkün değildir. Başka bir anlatımla, bu konularda onların sahip olduğu yanlış anlayışlara yer verilmemiştir. Durum böyle olduğuna göre, ilk muhatapların bilgisi dâhilinde olmayan, fakat daha sonraları değişik bilimsel çalışmalarla gerçekliği ortaya çıkan bir takım hakikatlere Kur'an'da işaret edilebileceği sonucuna varıyoruz.

Günümüzde tabiat bilimleri ile Kur'an ayetleri arasında kurulan irtibatlardan Ashap bahsetmemiştir. Bu, Kur'an'ın bunlara işaret etmeyeceği anlamına gelmez. Çünkü Kur'an tefsirinde onların temas etmediği birçok konuya sonraki müfessirler tefsirlerinde yer vermişlerdir. Bunun sayısız örneğini vermek mümkündür. Aksi bir durum, Kur'an tefsirini onların anlayışıyla dondurmak anlamına gelirdi. Üstelik Ashab'ın, Kur'an'ın işaret etmesi muhtemel olan bu tür konulardan bahsetmesi mümkün olmadığı gibi, buna ihtiyaçları da yoktu. Çünkü bunlar, ancak sonraki asırlarda bilimlerde meydana gelen gelişmelere bağlı olarak anlaşılabilmektedir. Veya ayetlerin bu tür gelişmelere işaret edebileceği belirtilmektedir. Başka bir anlatımla, bilimsel gerçek ortaya çıkmadan önce, sadece ayetteki lügavî verilerden böyle bir sonuca varmak mümkün değildir. Kaldı ki, ashabın Kur'an'dan hareketle tabiattaki gerçekleri keşfetme diye bir çabaları da yoktu. Dolayısıyla bu ayetler, esas itibariyle zahiri anlamlarıyla Allah'ın ilim, kudret ve yaratmadaki mükemmelliğini onlara hatırlatarak tevhit konusunda bir derinlik kazanmalarını sağlıyordu.

Kur'an'ın ilk muhatapları, ayetlerin zahirini anlıyor, imânî hayatları ile ilgili dersleri bunlardan çıkarıyorlardı. Aksini düşünmemiz de doğru değildir. Çünkü Kur'an onların diliyle gelmişti. Bu itibarla Maurice Bucaille'ın, eski müfessirlerin tabiatla ilgili bazı ayetleri anlamadıkları veya onları yanlış yorumladıkları hususu, delilden yoksun bir iddiadır. Aksi bir durum, Kur'an'ın bazı ayetlerinin 12-13 asır boyunca anlaşılmadığı, ancak modern dönemlerde manalarının çözülebildiği anlamına gelmektedir. Böyle bir önermeyi kabul etmek mümkün değildir. Çünkü ayetlerin apaçık olduğu bizzat Kur'an tarafından ortaya konulmaktadır. Ayrıca Tefsir Usulü'nde ayetlerin anlam ve delaletini tespit etmede ilk müfessirlerin izah ve açıklamalarının muteber kabul edilmesi de, bahsedilen görüşün mesnetsizliğini göstermektedir.

4- Bilimsel Tefsiri Şartlı Olarak Kabul Edenlerin Görüşleri

Birbirini nakzeden bu iki yaklaşıma ilave olarak bilimsel tefsir metodunu şartlı olarak kabul eden bilginler de vardır. Seyyid Kutub bunlardan biridir. O, kimya, astronomi ve benzeri bilimlerle alâkalı verilere göre Kur'anî hakikatleri değerlendirmenin ve kastetmediği şeyleri ona hamletmenin çok yanlış olduğunu belirtir. Kutub, bilimsel tefsir hareketine eleştiriler yöneltmekle beraber, Kur'an'ı yorumlama çalışmalarında bilimin verilerinden istifade etmenin önemine de işaret eder. Burada dikkat edilmesi gereken husus, bir nazariyeyi esas kabul ederek “İşte Kur'an'ın kastettiği, ayetin nihai delaleti budur” demenin doğru olmadığıdır. Zira Kur'an'ın hükümleri nihaî ve mutlaktır, beşerin tabiatla ilgili vardığı sonuçlar ise izafî ve mukayyettir. Öyleyse bilimsel verilerden istifade edilir . Müminlerin afak ve enfuste bilimin ortaya koyduğu ilâhî ayetler üzerinde tefekkür etmeleri, ortaya konulan bilimsel gerçeklerle zihin dünyalarında Kur'anî delaletin sınırlarını genişletip derinleştirmeleri sağlanır .

Tefsir sahasında ülkemizin yetiştirdiği seçkin simalardan M. Hamdi Yazır'ın da, belirli şartlar çerçevesinde bilimsel tefsiri kabul ettiğini söyleyebiliriz. Bu şartları da şu şekilde sıralamamız mümkündür: 1- Bu tür yorumları inanç haline getirmek ve kabul etmeyenleri küfürle itham etmek doğru değildir . 2- Nazil olduğu dönemlerde
Kur'an, astronomiye ait bazı teorileri iptal etmiştir. Bunlar, Kur'an'ın tabiat bilimlerine zaferi anlamına gelmektedir . 3- Kur'an tefsirini herhangi bir zamanın bilim veya felsefesi sınırları içine çekerek fikir ve vicdanları daraltmak doğru değildir . Çünkü vahyin sınırları bilimin sınırlarından çok geniştir . 4- Kur'an'ın zahir anlamı bilimsel verilere aykırı düşerse, Kur'an'ı onlara değil, onları Kur'an'a uyarlamaya çalışmak gerekir. Yoksa sırf bilime uygun olsun diye ayeti o yönde yorumlamak doğru değildir .

Yine Zerzûr, bilimsel tefsir tarzının sahih olabilmesi için şu şartları taşıması gerektiğini ifade eder: a) Kur'an'ın bilimsel teorilerle değil, kabul görmüş ve değişmesi mümkün olmayan hakikatlerle tefsir edilmesi gerekir. Meselâ dünyanın güneş, ayın da dünyanın etrafında dönmesi, artık inkâr edemeyeceğimiz gerçeklerdendir. Gelecekte olsa olsa bunların yörüngeleri daha iyi bir biçimde belirlenebilir. b) Yine bilimsel hakikatlerle Kur'an'daki mucizevî anlatımlar tefsir edilmemelidir. Çünkü bu ayetlerin konusu, evren, tabiat ve yaratılışla ilgili ayetlerden farklılık göstermektedir. Mucizevî konular tabiattaki kanun ve işleyişe bir ölçüde muhalefetle sabit olan gerçekliklerdir. Meselâ Hz. Meryem'in Hz. İsa'ya hamile kalmasını, onun hem erkeklik hem de dişilik özelliği gösteren hünsa oluşuyla açıklamak bu yanlış tefsir tarzına bir örnek oluşturmaktadır. c) Yine tefsir usulü bilginlerine göre, nazil olduktan sonra ortaya çıkan kavramlara göre Kur'an'ı izah edecek olursak, bu durumda onu tahrif yahut ta hükümlerini ilga etmiş oluruz. Bu bağlamda Bedir savaşında peygamberle beraber savaşan meleklerin, günümüz savaşlarında uçak vasıtasıyla yere inen askerlere benzetilmesi yanlış bir yorumlama örneğini oluşturmaktadır .

5- Sonuç

1- Tabiatla ilgili bilgi ve bilimler Kur'an'ın esas konularından değildir. Bu çerçevede gelen Kur'anî beyanlar, daha ziyade tevhit ve diriliş gibi ana konuları açıklama ve örneklendirme sadedinde gelen ayetlerdir. Bu ayetlerde bilimsel bir dil kullanılmamış, herkesin anlayabileceği bir anlatım tarzı tercih edilmiştir. Çünkü bilimlerin tafsilatına inildikçe avamın anlayışını zorlayan detay ve girift konular söz konusudur. Oysa Kur'an, eğitimli, eğitimsiz bütün insanlara hitap etmektedir. Yine bilimin gelişen ve değişen bir olgu olmasının da, Kur'an'ın bu konularda detaya girmemesinde etkili olduğunu söylemek mümkündür. Aksi takdirde bilgiyi, inceleme ve araştırmayı dondurmuş olurdu. Bu itibarla Kur'an, tabiat ve evrenin işleyişi, burada geçerli olan kanunların araştırılması ve ortaya konulması gibi konuları, insanın kendi çalışma ve incelemelerine bırakmıştır. Kısaca Kur'an, tabiatla ilgili konulara kendi esas amacı olan hidayete erdirme, insanı dünya ve ahiret saadetine kavuşturma yönünde yer vermekte, dolayısıyla tabiat bilimlerinde olduğu şekliyle bilimsel hakikatleri açıklama, evrendeki işleyişin neden ve nasıl cereyan ettiği konularında insanı bilgilendirme gibi bir amaç gütmemektedir.

2- Kur'an'ın nazil olduğu dönemlerde Araplar arasında yaratılış ve evrenin işleyişi ile ilgili gerçeği yansıtmayan ve hurafe kabilinden bir takım inanç ve anlayışlar mevcuttu. Ancak her şeyi bilen mutlak bilgi sahibi Allah'a ait olması, yine her hangi bir şüphe ve batılı barındırmaması sebebiyle Kur'an bunlara yer vermemiştir. Nitekim nazil olmasından sonra, uzun asırlar geçmiş ve değişik bilim dallarında oldukça önemli keşif ve ilerlemeler kaydedilmiştir. Fakat bütün bu gelişmelere rağmen, hâlâ bilim çevrelerinde genel kabul görmüş ilmî verilerin Kur'an'la çelişki arz etmediği, aksine onu teyit ettiği müşahede edilmektedir. Bu da onun, ilâhî kaynaklı ve hakikati içeren bir kitap olmasının açık göstergelerindendir.

3- Kur'an'ın beşerî bilimler sahasında yapılacak araştırmalara bir esin kaynağı olduğu muhakkaktır. Bu anlamda, insan ve evrenin yaratılışının henüz bilinmeyen yönlerine Kur'an işaret ve imalarda bulunarak bilim adamlarına yeni hedef ve varlık alanlarını göstermekte, onları farklı ufuklara taşıyıp hayal dünyalarını zenginleştirmektedir. Yine Kur'an, evrenin değişik yönleri ve yaratılışla ilgili hususlara dikkatleri çekerek bunlar üzerinde insanları düşünmeye davet etmektedir. İşte, tarihte Müslüman bilim adamlarının, müspet bilimlere yaptıkları azımsanmayacak katkıların arka planında, Kur'an kültürüne dayalı bu tür faktörlerin etkili olduğu açıktır.

4- Nüzûl sürecinde muhataplarını imanî değerlere davet ederken, Kur'an, insanın yaratılışı ve evrenin işleyişine dair konulara çokça yer vermiştir. Dolayısıyla Kur'an'ın tefsiri ve yorumlanması faaliyetlerinde ilgili ayetlerde beşerî tecrübe ve bilimsel verilerden istifade edilmesi doğru bir yaklaşımdır. Bu durum, onun kaynağıyla alâkalıdır. Diğer bir ifadeyle, ilâhî kelâmın, göklerin, yerin ve bütün mahlûkatın esrarından haberdar olan Allah'a ait olması ve mutlak hakikati içermesi sebebiyle, insan, evren vb. konularda sonradan keşfedilen bir takım gerçeklere ima ve işaretlerde bulunması mümkündür. Aksi takdirde, beşer üstü bir kaynağa ait olan Kur'an'ı, tarihsel bir okumayla hak etmediği şekilde oldukça sınırlı bir anlayış çerçevesine hapsetmiş oluruz ki bu da onun sıradan beşerî, kültürel bir ürün kategorisine indirgenmesi anlamına gelir.

5- Bilimsel tefsir etkinliğinde dikkat edilmesi gereken başka bir husus da şudur: Kur'an'ın bir nassı ile bilimsel bir teori arasında irtibat kurup “İşte Kur'an'ın kastettiği budur, ayetin nihai delaleti budur” demek doğru değildir. Aksi takdirde vahyin sınırlarını dondurmuş oluruz. Bilimsel tefsir de, neticede diğer yorumlar gibi doğru olma ihtimali yanında yanlış olma ihtimali de olan bir yorum faaliyetidir. Diğer taraftan vahyin sınırları fen bilimlerinin sınırlarından çok geniştir. Biri nihai ve mutlaktır, diğeri ise izafi ve sınırlıdır. Dolayısıyla Kur'an'a “Falan nazariye uyar, diğeri uymaz” kabilinden ilmî hakikatler ve nazariyeler mevzuunda müspet veya menfi bir yaklaşımda bulunmadan, ayetleri derinliğine ve genişliğine tefsir etmek için ilmî buluşlardan istifade edilir. Başka bir ifadeyle, müminlerin, iç dünyalarında ve dış âlemde bilimin ortaya koyduğu ilâhî ayetler üzerinde tefekkür etmeleri, ortaya konulan bilimsel gerçeklerle zihin dünyalarında Kur'anî delaletin sınırlarını genişletip derinleştirmeleri bağlamından tabiatla ilgili konulara yer verilebilir.

6- Günümüzde bazı kesimlere göre Kur'an nassı, adeta bir şifre olarak değerlendirilmekte, buna bağlı olarak zamanın ilerlemesi, evren ve yaratılışın sırlarına insanın vukûfiyeti ölçüsünde, ayetlerdeki esrarın da çözüleceği kabul edilmektedir. Bu öncülden hareket eden okuma biçimi, Kur'an'ın tarihsel yönünü ikinci plana bırakmaktadır. Bu durum, zaman zaman nüzûl dönemi muhataplarının ve sonraki asırlarda yaşayan Müslümanların, Kur'an'ın ihtiva ettiği bazı gerçekleri anlamadıklarının ileri sürülmesine de yol açmaktadır. Bu, her şeyden önce, Kur'an'ın “apaçık bir kitap” olduğu gerçeğiyle uyuşmamaktadır. Yine bu durum, ilgili ayetlerin, ancak 13-14 asır sonra anlaşılabildiğini kabul etmemizi gerektirir ki bu da sadece bir iddiadır. Aksi takdirde, Kur'an'ın mucizevî bir yönünün, asırlar boyunca geçen onlarca kuşak açısından bir anlam ifade etmediği sonucuna varırız. Ayrıca Kur'an'ın ilk hitabının Araplara yönelik olduğu, lafız ve terkiplerin esas delaletinin burada aranması gerektiği hususlarının da, Tefsir Usulü'nün temel ilkelerinden olduğu unutulmamalıdır. Başka bir anlatımla, doğru ve sahih anlama varabilmek için, mümkün olduğu ölçüde ilk muhatapların ve kuşakların tefsirlerine müracaat etmemiz gerekmektedir.

7- Günümüzde Kur'an sahasında veya fen bilimleri sahasında yeterince uzmanlaşamamış bazı araştırıcılar bilimsel yorumlama yöntemiyle bu iki alan arasında irtibat kurmaya çalışmaktadırlar. Bu ise, bilimsel yorumlamanın eleştirilen yönlerinden birini oluşturmaktadır. Zira ilmi nitelikten uzak yüzeysel yorumların yapılmasına sebep olmaktadır. Dolayısıyla bu sahada çalışan araştırıcıların her iki alanda da yeterli düzeyde bilgi ve birikime sahip olmaları, araştırma yapabilecek seviyede temel ilmî alt yapıyı almış olmaları gerekmektedir.

Kısaca ifade etmek gerekirse, bilimsel tefsir tarzını, ne ortaya konulan örneklerini bütünüyle kabul ne de Kur'an'ın muhtevasını nüzul dönemi Araplarının anlayışıyla sınırlandırarak tamamen reddetmek mümkündür. Dolayısıyla mutedil bir çizgide konuya yaklaşmak isabetli görülmektedir. Şöyle ki, bilim âlemi tarafından kabul gören kesinleşmiş bilimsel gerçeklere istinat etmek, terkip ve lafızlara kaldıramayacakları manaları yüklememek, ayetin sibak-siyakını dikkate almak, yapılan yorumu ayetin değişmez genel geçer nihai delaleti olarak görmemek, Kur'an'ın esas hedefi olan hidayet amacını gölgelememek ve yukarıda zikredilen diğer sakıncalı yönleri de dikkate almak gerekmektedir.

-------------------------------------
*Doç. Dr., DİB Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi
Çeşitli örnekler için bk. Adnan eş-Şerîf, Min 'ilmi'l-feleki'l-Kur'anî, Dâru'l-'ilmi'l-melâyîn, 2.b., Beyrût 1993, 164-167; Adnan eş-Şerîf, Min 'ulûmi'l-ardi'l-Kur'anî, Dâru'l-'ilmi'l-melâyîn, 2.b., Beyrût 1994, 230-234.
Bu rivayeti, Abdullah Draz şu şekilde izah etmektedir: Her harfin bir haddi, yani Allah'ın o ayetten amaçlamış olduğu muradının bir “son nokta”sı vardır. Murad olunan her son nokta için de bir matla', yani başlangıç ve maksadı Allah'ın muradı üzerinde anlamaya ulaştıracak bir “çıkış noktası” vardır. Bk. Ebû İshâk eş-Şâtıbî, el-Muvâfakât, thk., Abdullah Drâz, Dâru'l-Marife, 2.bs., Beyrût, 1416/1996, III, 346.

Muhammed Hüseyin ez-Zehebî, et-Tefsîr ve'l-mufessirûn, Daru'l-hadîs, Kahire 2005/1426, II, 417.

Celaluddin Abdurrahman es-Suyûtî, el-İtkân fî ulûmi'l-Kur'an, Dâru İbn Kesîr, Beyrut 1987/1407, II, 1025 vd.; Celaluddin Abdurrahman es-Suyûtî, el-İklîl fî İstinbâti't-tenzîl, Dâru'l-kutubi'l-ilmiyye, 2.b., Beyrût, 1985/1405, 5. XIX. asırda bilimsel tefsiri, yazmış olduğu Keşfü'l-Esrâr isimli eserinde savunanlardan biri Muhammed b. Ahmed el-İskenderânî'dir. Eser hem sistematik hem de muhteva yönünden eleştirilmektedir bkz. Abdurrahman Ateş, “Keşfü'l-Esrâr: Bilimsel Tefsir Hareketinin XIX. Asırdaki İlk Muharriki”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Der. cilt XLIV, (2003), sayı 1, s. 133.

Bu tefsirin eleştirisine dair bkz. Muhammed b. Lutfî es-Sebbağ, Lemehât fî ulûmi'l-Kur'an, el-Mektebu'l-islâmî, 3.b., 1990/1410, 304-307. Halid Abdurrahman el-'Akk, Ûsûlu't-tefsîr ve kavâiduhu, 3.b., Dâru'n-nefâis, Beyrût, 1994, 252-254.

Ez-Zehebî, II, 443. Bediuzzaman Said Nursî de, Kur'an'ın, bütün zaman ve mekânlarda yaşayan insanlara hitap ettiğini dolayısıyla gelecekte gerçekleşecek gelişmelere de işaret edebileceğini ifade eder. Bu da, onun ileride keşfedilecek ilmî hakikat ve teknik gelişmelerden, remiz, îma ve işaretle bahsetmesi anlamına gelmektedir. Bkz. Bediuzzaman Said Nursî, Sözler, Yeni Asya Neş., Germany, 1994, 359, 375; Bediuzzaman Said Nursî, İşârâtu'l-i'câz, Sözler Yay., İstanbul, 1990, 238, 134.

Maurice Bucaille, Kitab-ı Mukaddes, Kur'an ve Bilim, trc. Suat Yıldırım, T.Ö.V. Yayınevi, İzmir, 181-183.
“Hastalandığımda o bana şifa verir”. (Şu'arâ, 26/80)

“Güneş ve ay bir hesaba göre hareket etmektedir”. (Rahmân, 55/5)

Nureddîn 'Itr, Kur'an'ın içermediği konuların önemli olduğunu ifade eder. Meselâ nazil olduğu asırda semanın nizamıyla ilgili hâkim nazariyelere yer vermediği, daha sonraları bilim tarafından bunların doğru olmadığının da ortaya konulduğunu ifade eder. Dolayısıyla eğer Kur'an semavî bir kelâm olmasaydı, dönemindeki nazariyeler muhakkak ona sirayet ederdi. Bkz. 'Ulûmu'l-Kur'ani'l-kerîm, Dâru'l-hayr, Dımeşk 1993/1914, 234.

Ez-Zehebî, II, 426.
Tabiat bilimlerinin değişken bir özellik ortaya koymasının bu eğilimin zaaf yönlerinden olduğu konusunda bk. es-Sebbağ, 294. 'Itr, 236. Mahmut Şeltut'un ekolle ilgili eleştirileri için yine bk. es-Sebbâğ 300.

Tabiat bilimlerinin değişken bir özellik ortaya koymasının bu eğilimin zaaf yönlerinden olduğu konusunda bk. es-Sebbağ, 294. 'Itr, 236. Mahmut Şeltut'un ekolle ilgili eleştirileri için yine bk. es-Sebbâğ 300.
13 ez-Zehebî, II, 430-432. Sebbağ, Kur'an-bilim ilişkisinde şüphe olmayan hususun, modern bilimin vardığı sonuçlarla bu ilâhî kelam arasında bir zıtlığın bulunmaması olduğunu ifade eder. İşte bu, onun Allah katından olduğuna delalet etmektedir. es-Sebbağ, 300. Dücane Cündioğlu, bilimsel tefsir tarzını “helenistik bir eğilim” ve “zaaf” olarak değerlendirmekte, bu metodun, imanı kuvvetlendirmek iddialarıyla bazı çevreler tarafından teşvik edildiğini, ancak Kur'an'ın hidayet ve rehberliğinin anlaşılmasının önünde önemli bir engel oluşturduğunu ifade etmektedir. Bkz. Dücane Cündioğlu, “Tefsirde Helenizm, 'Bilimsel Tefsir' Zaafı ve Eleştirisi”, Bilgi ve Hikmet, sy. 4, (Güz-1993), 172.

Meselâ Zâriyat 49. ayet bu şekilde değerlendirilebilir. “Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden iki eş yarattık”. Geçmiş müfessirler ayette geçen “zevceyn” kelimesini, gece-gündüz, karanlık-aydınlık, erkek-dişi şeklinde karşıt iki şey anlamlarında yorumlamışlardır. Ancak bugün ayette geçen kelimenin, maddenin en küçük yapı taşı olan atomun negatif yüklü elektron ve pozitif yüklü protonları şeklinde yorumlanması mümkündür. Yine Hicr 22. ayetini de örnek vermek mümkündür. “Rüzgârı da aşılayıcı olarak gönderip yukarıdan su indirerek sizi onunla suladık…”. Ayet, önce rüzgârların aşılamasından (levâkıh), daha sonra da yağmurun yağmasından söz etmektedir. Modern bilim, rüzgârın, bulutlardaki pozitif ve negatif yüklerin etkileşimine sebep olduğu, böylece gök gürlemesi, şimşek ve yağmurun meydana geldiğini ortaya koymaktadır.
Bk. Bakara, 2/2; Nisâ, 4/82; Fussilet, 41/42.
Kur'an'ın bilim konusundaki metodu hakkında geniş bilgi için bkz. Zerzûr, 237-240.
Seyyid Kutub, fî Zılâli'l-Kur'an, Dâru'ş-Şurûk, 17.b., 1992/1412, I, 180-184. Suat Yıldırım da bazı ilkeler çerçevesinde bilimsel tefsirin mümkün olabileceğini söyler. Bilimsel çalışmaların, Kur'an'ın işaret ettiği bazı hakikatleri ortaya koymasını, Kur'an'ın i'câzı olarak kabul eder. Bu bağlamda, astronomi, fizik, jeoloji, botanik, genetik, daktiloskopi, biyoloji, hıfzı sıhha vb. ilim dallarında keşfedilen birçok gerçeğe Kur'an'ın işaret ettiğini belirtir. Bk. Suat Yıldırım, Kur'an-ı Kerîm ve Kur'an İlimlerine Giriş, Ensar Neş., 2.bs., İstanbul, 1985, 202-213.

M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Diyanet İşleri Başkanlığı Neşriyatı, İstanbul 1936, VII, 5194.

Yazır, IV, 3354.

Yazır, VII, 5194.

Yazır, II, 855.

Yazır, IV, 3555. Geniş bilgi için bk. Recep Orhan Özel, Elmalı'lı Hamdi Yazır'ın Bilimsel Tefsirciliği, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sivas 2002; İsmail Albayrak, Klâsik Modernizmde Kur'an'a Yaklaşımlar, Ensar Neşr., İstanbul 2004, 193-199. Bilimsel i'câzı benimseyenlerden biri de Süleyman Ateş'tir. O, Kur'an'daki ayetlerden bir kısmının ne Kitab-ı Mukaddes'te ne de Arap kültüründe bilindiğini, ilk defa Kur'an tarafından ortaya konulduklarını ifade eder. Bunlar da evrendeki yasalara, sosyolojik ve psikolojik kanunlara işaret eden mucizevî beyanlardır. Bk. Süleyman Ateş, Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, 1988, XI, 532.

Adnan Muhammed Zerzûr, Medhal ila Tefsiri'l-Kur'an ve 'ulûmihi, 1.b., Dâru'l-Kalem, Dımeşk 1995/1416, 243-248.