Makale

İSLAM’DA HELAL KAZANCIN AHLAKİ İLKELERİ

İSLAM’DA
HELAL KAZANCIN AHLAKİ İLKELERİ
Prof. Dr. Saffet KÖSE
İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Rektörü

Hayat, ticaretten ibarettir

Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde hayat, ticaret üzerinden tasvir edilir. Ticaretin en kârlısı, cennet karşılığında canı ve malı Allah’a satmaktır. Bu tacirin adı mümindir. (Tevbe, 9/111.) Zarar ettiren ticaret, imanı verip küfrü, hidayeti verip dalaleti, cenneti verip cehennemi satın almaktır. (Bakara, 2/16,175; Âl-i İmran, 3/177.) Bu tacirin adı da kâfirdir.

Günlük hayatta her insan sabah evinden çıkar ve akşam “ya nefsini satmış ya da nefsine satılmış” olarak evine döner. (Müslim, Taharet, 1.) Kârlı ticaret, nefsi cennet karşılığında Allah’a satmaktır. (Bakara, 2/207.) Bu müttaki (kötülüklerden arınmış) ve muhsin (faziletlerle bezenmiş) müminlerin eylemidir.

Alternatif helaller yaratılmıştır

İslam, yasaklara karşı alternatif helaller belirlemiştir. Mesela faiz yasağına karşı ortaklık (şirket); zina yasağına karşı nikâh; içki yasağına karşı meşrubat; gasp ve hırsızlığa karşı alışveriş, hibe ve hediye meşru kılınmıştır. Hz. Ömer “Allah, her harama alternatif helal yaratmış ve ona giden yolu kolaylaştırmıştır.” (Mâverdî, Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn, Beyrut 1986, s. 322.) der.

Yasağın cazibesi olsa da (Fahreddin er-Razi, Mefâtihu’l-gayb, Beyrut 1420, II, 257.) ona alternatif olan helallerdeki haz, haramlardan çok daha değerli, tatmin edici ve huzur vericidir. George Simmel’in tespitinde olduğu gibi araç olmaktan çıkıp amaca dönüşmüş hazlar, bir başka ifade ile gayrimeşru yollarla hazlar tatmin edilemez. Çünkü bu haz yaşanmaya başlandığında yenisini uyandırır ve başka bir arayışı tetikler. Bu süreç onun tatminini imkânsız kılan bir özellik arz eder. (Bireysellik ve Kültür, çev. Tuncay Birkan, İstanbul 2009, s. 184.) Hazların tatmin yolu meşruiyettir.

Vicdani meşruiyet de gereklidir

Allah Teâlâ, bütün peygamberlere (Mümin, 23/51.), bütün insanlara (Bakara, 2/168.) ve bütün müminlere (Bakara, 2/172; Maide, 5/87-88.) helal ve tayyibâttan yemeyi emretmiştir. Bir yoruma göre helal, dış görünüşü itibarıyla bir problemin gözükmediği ve bu hâliyle müftüye sorulduğunda onun helal dediği; tayyibât ise kişinin vicdanının helal dediğidir. (Ebü’l-Bekâ, el-Külliyyât, Beyrut, ts., s. 400.) Hz. Peygamber’in “İnsanlar fetva verse de sen yine de fetvanı vicdanından al!” (İbn Ebî, Şeybe, II, 469, nr. 751; Ahmed b. Hanbel, IV, 227-228.); “Günah ise vicdanına rahatsızlık veren ve insanların bilmesini istemediğin şeydir.” (Müslim, Birr, 14-15.) hadisleri bu hususa vurgu yapar.

Alım satımı helal kılan ölçü

Helal kazancın ölçüsü gönül hoşnutluğudur. Kur’an-ı Kerim’in, ticaretin meşruiyetini karşılıklı rızaya dayandırması, Hz. Peygamber’in de gönül hoşnutluğuna vurgu yaparak (Ahmed b. Hanbel, V, 113.) “Kişinin kardeşinin sopasını bile onun gönül hoşnutluğu bulunmaksızın alması helal değildir.” (İbn Balaban, el-İhsân, XIII, 316.) şeklinde örneklendirmesi konunun önemine vurgu yapar.

Mal dolaşımının helal zeminini oluşturan gönül hoşnutluğu ve rızayı ortadan kaldıran sebepler dolaylı olabileceği gibi doğrudan da olabilir. Buna göre alıcı veya satıcının rızasını manipüle ederek etki altına alıp alışverişe razı etmek, bilgisizlik, zaaf, kişiyi sıkıştıran zorda kalma ve çaresizliğe düşme gibi olumsuz şartları lehine çevirmek, zaaflarını kullanmak rızayı bozan tutumlar arasında sayılabilir. Bu tür olumsuzlukları fırsata dönüştürerek istismar yoluna gitmek ahlak ile bağdaşan bir tutum değildir.

Ticarette ana ilke dürüstlüktür

Ticari hayatta en değerli sermaye dürüstlüktür. Bir şeyini kaybeden sadece onu, dürüstlüğünü kaybeden ise her şeyini kaybeder. Cürcani’nin tanımına göre dürüstlük, yalanın ölümden kurtardığı yerde doğruyu tercih edebilmektir. (et-Ta‘rîfât, s. 132.)

Hz. Peygamber bir taraftan dürüstlüğün değerini bildirip diğer taraftan zorluğuna işaret eden hadisinde dürüst, güvenilir tacirlerin peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle birlikte bulunacaklarını haber verir. (İbn Mace, Ticârât, 1.) Bu sebeple ticari hayatta dürüstlük, bir hizmet veya nesneyi üretirken veya alıp satarken en değerli sermaye, kazançta bereket, dünyada itibar, ahirette saadet kazandıran erdemdir.

Kazancın helal olabilmesi için emek, sermaye ya da sorumluluktan (damân) birisi gereklidir. Fıkhi olarak bir kazancın helal olabilmesi için üç şeyden birisi gerekir:

1. Emek: Meşru bir işte çalışıp el emeğinin karşılığını almak helaldir.

2. Sermaye: Çalıştırması için birisine verilen sermayeden elde edilen kâr helaldir. Çalıştıran emeğinin, sermayedar da sermayesinin karşılığını almış olur.

3. Damân: Bu kavram bir işin riskini/sorumluluğunu üstlenmek demektir. Bunun karşılığında elde edilen kazanç helaldir. (Kâsânî, Bedâi‘u’s-sanâi‘, Kahire 1327-28/1910, VI, 62.) Söz gelimi belli bir ücret mukabilinde bir işi üstlenen şahıs –eğer o işi veren/sipariş eden özellikle o şahsın yapmasını şart koşmamışsa– aynı işi daha ucuza bir başkasına yaptırabilir ve bundan kazandığı para kendisine helaldir. Bir riski üstlenenin onun menfaatine hak kazanacağı Mecelle’nin 85. maddesinde “Bir şeyin nef‘i damânı mukabelesindedir.” şeklinde geçer ve Hz. Peygamber’in: “Menfaat, sorumluluk karşılığındadır.” hadisine (Ebu Davud, Büyu‘, 71.) dayanır.

Kazancın dinamiği berekettir

Ticari faaliyetlerin sonunda elde edilen kazancı değerli kılan şey çokluğu değil bereketidir. Bereketin iki unsuru vardır: Birincisi maddi anlamda bolluk ve onun sürekliliği; ikincisi de manevi anlamda mutluluktur. Bereketi veren de sadece Allah’tır. (Asım Efendi, el-Okyanûsü’l-basît, İstanbul 1305, III, 72-73.) Ticari hayatta dürüstlük ilkesine aykırı tutum ve davranışlar bereketi gideren sonuç verir.

Kanaat, hazinedir

İnsanın mala karşı bir zaafının bulunduğunu, onun iki vadi dolusu malı/altını olsa yine üçüncüsünün peşine düşeceğini (Buhari, Rikak, 10; Müslim, Zekât, 116, 119.) bildiren hadisten anlıyoruz. Bununla birlikte Hz. Peygamber, bu doyumsuzluğa karşı insanın yiyip içip bitirdiği, giyip eskittiği ve sadaka verip sevabını beklediği dışında malının bulunmadığına dair bir hatırlatmada bulunur. (Müslim, Zühd, 3, 4; Tirmizi, Zühd, 31.)

Kanaat, ticaretin kendine özgü tabii ahlaki kurallarına dayalı kazancı merkeze alması, insanın bütün benliğini saran kazanma arzusunu (tamah, hırs, ihtiras) terbiye etmesi, kontrol altına alması, açgözlülük etmemesi, helali haramı ayırması, şüpheli olanlara haram gibi davranıp onlardan uzak durması anlamındadır. Bu yönüyle birçok ahlaki kavramı bünyesinde bulunduran kanaat, mali iffetin sebebidir. (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, Beyrut 1415/1994, I, 290.)

Kanaat, zenginliğe karşı bir tepki değildir. Helal yoldan kazanılan ve mali yükümlülükleri (zekât, infak, vergi) eda edilen servetten oluşan zenginlik, bir de cömertlikle taçlandırılabilirse asla yerilen bir durum olamaz. İslam âlimlerinin ifadesiyle “Kanaat, tükenmez bir hazinedir.” (Münâvî, I, 289.)

Kul hakkı duyarlılığı

Ticaret hayatında kul hakkı çok ince bir şekilde Mutaffifin suresinde işlenmiştir. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Mekke’den Medine’ye İslam toplumu oluşturmak üzere çıktığı yolda inen bu surede, aldatılan insanların peşine düşmediği basit hakların bile rakam rakam kayda geçirildiği ve hak sahipleri önemsemese de bunlar için ahiret yurdunda büyük bir mahkeme kurulacağı bildirilir. Bundan dolayı Hz. Peygamber, üzerlerinde insanların onuru veya malına bağlı bir haksızlıktan doğan hak bulunanların ilgili şahıs ile helalleşerek onu dünyada iken halletmelerini aksi takdirde ahiret yurdunda sevaplarıyla ödeyeceklerini bildirir. (Buhari, Mezâlim, 10, Rikak, 48.)

Helal ve haramın ibadetlere etkisi

Kazancın niteliği, kişinin dualarının ve ibadetlerinin kabulünün veya reddedilişinin sebeplerindendir. (Taberani, el-Mu‘cemü’l-evsat, VI, 310.) Hz. Peygamber helal-tayyibâttan yemeyi emreden ayetleri okuduktan sonra kazancı haram olan birisinin dua ve ibadetlerinin kabul görmeyeceğini ifade eder. (Müslim, Zekât, 65; Tirmizi, Tefsir, 2/36.) Ve bunu farklı hadislerinde tekrar eder. (Ahmed b. Hanbel, II, 98.) Mesela haram para ile hacca gelenin haccının kabul edilmeyeceğine dikkat çeker. (Taberani, el-Evsat, Kahire 1415, V, 251, nr. 5228.) İşte bunun için Hz. Peygamber: “Helal peşinde koşmak farz üstüne farzdır.” buyurur. (Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ (nşr. M. Abdülkadir Atâ), Beyrut 1414/1994, VI, 128.)

Helal ve haramın davranışlara etkisi

Kur’an-ı Kerim’in: “Temiz toprağın ürünü Rabbinin izni ile bereketli çıkar, pis/kirli toprağın ürünü ise kirli olur.” (Araf, 7/58.) ayetinin tefsirinde özellikle sufi gelenekte kazancın helal ya da haram oluşunun insan davranışları üzerinde etkili olduğu ve helalden elde edilen gıdanın insanı iyiliğe, haramdan elde edilen gıdanın ise kötülüğe yönlendirdiği üzerinde durulur. Çünkü insan, yiyip içtiği gıdalardan elde edilen enerji ile hareketini sağlar. Şayet bu enerji helalden elde edilen gıdanın eseri ise organlar üzerindeki etkisi de o derece olumlu olur ve iyi sonuçlar (salih amel) doğar. Haram kazançtan elde edilen gıdanın verdiği enerji insanı kötülüğe yönlendirir. Dolayısıyla bereketli topraklardan hoş ürünler çıktığı gibi temiz kazançtan da insan için huzur, kazançta bereket, çevresinde saygı-sevgi ortaya çıkar. Helal olan lokma latiftir, meyvesi olan söz ve fiiller de tatlı olur, haram lokma kirlidir, meyvesi olan söz ve fiiller de onun gibidir. (Mesnevî (trc. Gölpınarlı), II, 336-337; Mesnevî (trc. Tâhir el-Mevlevî), III, 832-834; A.A. Konuk, I, 495-496.)