Makale

KİTAPLIĞINIZI NASIL ALIRSINIZ?

KİTAPLIĞINIZI NASIL ALIRSINIZ?

Safiye GÖLBAŞI

Siz de herkes gibi bir hikâyenin içine doğdunuz. Sizden çok önce yazılmaya başlanmış köklü, eski bir hikâyenin içine… Sizi bekleyen ve kuşatan bu hikâyenin her satırına yabancıydınız ilkin. Aile üyelerinize, evinize, memleketinize alışmanız biraz zaman alacaktı. Sonra da hâl böyle olunca gayriihtiyari kendi hikâyenizi aramaya koyuldunuz.

Siz, kalabalık bir ailenin en küçük çocuğu olarak iki odalı bir köy evinde doğdunuz belki ve hikâyenizi kitapların arasında bulacaksınız diyelim. Peki! Kitaplar mı size, bu köy evine gelecek; siz mi bu köyden çıkıp o kitaplara gideceksiniz? Bu nasıl olacak, buna gücünüz yetecek mi? Şükür ki henüz küçük bir çocuk, neredeyse bebeksiniz; önünüzde uzun bir yol var ama hiçbir şeyden haberiniz yok. Alışmaya çalışıyorsunuz sadece, alışmaya ve öğrenmeye. Size düşen şimdilik yalnızca bu.

Hafızanızda buna dair bir kayıt yok ama bir sonbahar günü o küçük köyden, o iki odalı evden maaile çıktınız. Babanız gayretli bir adamdı. Okudu, çalıştı, çabaladı. Kendi hikâyesini yazdı. Siz de ondan öğrenmiş olmalısınız hikâyenizi kovalamayı. Artık bir memur çocuğusunuz; şehir şehir gezecek, dağılacak, toparlanacak, kırılacak, çoğalacak, özleyecek, unutacak, görecek, öğreneceksiniz.

İşte ilkokuldasınız. Öğretmeniniz size ilçe kütüphanesine gitme ödevi verdi. Evinizle kütüphane arasında turunç ağaçlarıyla bezeli bir yol var. Yanınızda ilk arkadaşınız, adı Pelin olsun. Bir kütüphaneye ilk gidişiniz bu. Güle oynaya varıyorsunuz oraya. Rastgele bir kitap seçiyorsunuz. Oturup okumaya başlıyorsunuz ve kitabın sayfalarını çevirdikçe daha önce bilmediğiniz, hâlihazırda anlam veremediğiniz bir şey oluyor. Kitaba, orada anlatılan hikâyeye bağlanıyorsunuz. O küçücük hâlinizle ne yapacağınızı şaşırıyorsunuz. Öyle ki zamanı geldiği hâlde kitabı kütüphaneye iade edemiyorsunuz. Kitabı alıkoymayı düşünüyorsunuz hatta. Günler sonra görevliye kitabı çarnaçar teslim ederken bir şeyi çok iyi anlıyorsunuz: Siz kitaplardan ömür boyu ayrılamayacaksınız. İşte kişisel kütüphanenizin ilk tohumu, bir kitaptan ayrılmanın verdiği acıyı tattığınız o an atılıyor, hikâyenizin ana hattı ufukta beliriyor. Kitaplar size doğru geliyor, siz onlara doğru gidiyorsunuz.

Ortaokuldasınız, lisedesiniz. Harçlıklarınız yavaşça ama coşkuyla hep oraya, kitaplara gidiyor. Hudutsuz bir âlemde, tek başınıza ama yüzlerce yazar ve şair eşliğinde baş döndürücü bir yolculuğa çıktınız artık. Tavsiye listelerine pek itibar etmiyorsunuz. Severek okuyacağınız, tutkuyla takip edeceğiniz yazarları bizatihi kendiniz keşfetmek istiyorsunuz. Antolojiler, edebiyat dergileri, gazetelerin kültür sanat sayfaları bu konuda size rehberlik ediyor. Okuma listeniz kimselerinkine benzemiyor. Hikâyelerinden ayrılmadığınız yeni yeni kitaplar yedeğinizde usulca birikiyor. Sıra, sayısı gün günden artan bu kitapları bir yere koymaya geliyor. Peki ama nereye? Malum siz kalabalık bir ailenin en küçük çocuğusunuz. Aynı odayı kaç kardeş paylaşıyorsunuz. Bir müddet mukavva bir kutu işinizi görüyor. Bu sizin ilk kitaplığınız. Kitaplarınızı sırtları görünecek şekilde üst üste koyup yerleştiriyorsunuz kutuya. Böylece sıradan bir mukavva kutu bir hazine sandığına dönüşüyor, ona gözünüz gibi bakıyorsunuz.

Üniversite hayatı başlayıp bitiyor. Gönlünüzce takas yapacağınız sahafları, taksitle kitap alabileceğiniz kitabevlerini, yeni kitapları inceleyebileceğiniz büyük kitapçıları, uygun fiyatlı internet kitap satış sitelerini tutkuyla keşfediyorsunuz. Bir işe giriyorsunuz sonra. Yeniden ailenizin yanındasınız. Harçlıklarınız gibi maaşlarınız da doğal bir akışla aynı yere gidiyor. Kitaplarınız çoğalıyor. Mukavva kutular yetmez oluyor. Hâl böyle olunca evdeki dolaplardan birinin bir iki gözü size ayrılıyor. O gözlerin kapağını açıp kitaplarınızı seyretmek size tarifsiz bir sevinç veriyor. Ama bir süre sonra bu dolap köşeleri de yetmez oluyor. Üstelik abla ve ağabeyleriniz evlenmiş ya da meslek sahibi olmuş, evinizden ayrılmışlar. Yeriniz genişlemiş yani. Bir kitaplık düşü kuruyorsunuz bu sefer. Bir kitaplık ya da duvara sabitlenecek birkaç raf. Elinizden duvara bir şey çakmak ya da bir kitaplık alıp monte etmek gibi işler gelmiyor aslında ama siz bir hevesle çarşıda buluyorsunuz kendinizi. Kucağınızda suntadan birkaç raf olduğu hâlde heyecan içinde otobüs bekliyorsunuz bir süre sonra. Eve gelip odanızın bir duvarına üstün bir gayretle çakıyorsunuz rafları. Kitaplarınızı özene bezene yerleştiriyorsunuz. Kitaplarınızın sayısı hayli mütevazı ama alt alta dizilmiş raflarda öyle güzel duruyorlar ki, inci misali. Seyretmeye doyamıyorsunuz.

Artık ömür boyu sürecek bir alışkanlığınız var: Kitaplığınızı, kitaplarınızı seyretmek. Her bir kitabın alındığı yeri, zamanı düşünmek. Kalkıp tozlarını almak. Yeniden bir düzen vermek. Bir üst üste, bir yan yana koymak. Türüne mi, yayınevine mi, yazarın adına göre mi tasnif etmeli diye düşünmek. Okumayı planladıklarınızı bir yana, yenice okuduklarınızı başka bir yana koymak. Okuduklarınıza bakıp ayrı bir haz; okuyacaklarınıza bakıp ayrı bir heyecan duymak…

Kitaplığınız bir ağaç gibi büyüyor artık. Dallanıp budaklanıyor. Rafların arasına yeni raflar ekleniyor. İmzalı kitaplarınız oluyor. Size hediye edilen kitaplar, baskısı bulunmayan nadir kitaplar, fuarlardan topladığınız kitaplar... Kitaplarınız ve siz. Hayattaki yerinizi buldunuz nihayet. Huzurlusunuz. Ama bu huzur öyle uzun boylu sürmüyor. Bir süre sonra kitaplığınızdaki eksiklikler gözünüze batmaya başlıyor. Şiir kitaplarınız az görünüyor, felsefe kitaplarınız yok gibi, tiyatro metinleri edinmeli misiniz? Sevdiğiniz yazarların külliyatları eksik. Tarih kitaplarınız nakıs, psikoloji kitaplarınız fazla mı popüler? Dünya klasiklerine mi ülkenizin klasiklerine mi öncelik vermelisiniz? Kaynak kitaplarınız yetersiz, kaç sözlüğünüz olmalı? Bir kitaplıkta kitaplar neye göre bir araya gelmeli? Şimdiye kadar kitaplığınızı oluştururken hep el yordamıyla ilerlediniz. Gönlünüz hangi yazarın hangi kitabını almak istemişse onu aldınız, o aralar hangi konu ilginizi çekiyorsa onunla ilgili kitaplar edindiniz, okudunuz, tutmak istediğiniz takdirde tuttunuz, elden çıkarmak istediğiniz zaman çıkardınız. Acaba bu böyle devam etmeli mi? Yoksa bir okunması gerekenler, her kitaplıkta olması icap edenler listeniz olmalı mı? Sizin için dünyanın en çetin soruları oluyor bunlar. Hiçbir zaman kesin bir cevap veremiyorsunuz. Bu arada yeni kitaplar almaya elbette devam ediyorsunuz. Ve belki de yazmaya…

Hazır yazmak demişken, bir gün başka bir sayfa açılıyor kitaplığınızda, bambaşka bir sayfa. Yeni bir kitap giriyor hayatınıza. Hiçbir kitaba benzemeyen bir kitap. Sizi mest eden bir kitap. Ayıptır söylemesi sizin kitabınız. O biricik, sevgili, ilk kitabınız. Onun kitaplığınıza gelişi pek merasimli pek mutantan oluyor. Kitabınızı kitaplığınızın neresine, nasıl koyacağınızı şaşırıyorsunuz. Ön kapağı mı görünmeli, sırtı mı? Görünürde tek bir adet mi olmalı, şu köşeciğe üç beş tane koysanız da olur mu? Sonra bir kitap daha yazıyorsunuz, belki bir kitap daha, bir kitap daha. Bütün kitaplarınız kaleminizden olduğu kadar kitaplığınızdan çıkıyor aslında. Kitaplar kitapları doğuruyor. Bunu düşününce sakinleşiyorsunuz, kitaplarınızı başka yazarların kitaplarının yanına gönül rızasıyla koyuyorsunuz. Coşkunluğunuz makul bir hâl alıyor.

Sonra evleniyorsunuz belki. O vakit kitaplarınız mukavva kutulardan, evdeki dolapların köşelerinden, duvarlara acemice çivilenmiş sunta raflardan çıkıyor. Bir çalışma odanız oluyor hatta. Çalışma masanız… Duvarlar boyunca uzanan, tercihinize göre kapaklı ya da kapaksız kitaplıklarınız... Bu kitaplıkların içinde yalnız sizin değil eşinizin de kitapları var. Çocuklarınız için de kitaplar almaya başlayacaksınız. Sonra onlar seçecekler okuyacakları kitapları. Kitap denizinize yeni nehirler dökülmekte artık, çok daha gümrahtır kitaplığınız.

Yıllar geçiyor değil mi, yaşınız ilerliyor. Bazı geceler uykunuz kaçıyor ya da sabah vakitleri gözünüze uyku girmez oluyor. Elinizde bir fincan kahve kitaplığınızın önünde buluyorsunuz kendinizi. Kitaplarınız, başlarını alıp gitmiş gibi geliyor bazen size. Artık sözünüzün, hükmünüzün geçmediğini düşünüyorsunuz onlara. Benden sonra ne olacak diye kaygılanıyor, hepsini okumaya ömrüm, takatim yetecek mi diye dertleniyorsunuz. Terazinin bir kefesinde tekrar okumak isteğiniz kitaplar birikiyor; bir kefesinde ilk defa okuyacağınız kitaplar. Hangi taraf ağır basıyor, tartamıyorsunuz.

Ama yıllar geçse devran dönse de değişmeyen bir şey var. Kitaplarınızı seyretmeye yaşınız kaç olursa olsun doyamıyorsunuz. Mukavva kutuya nasıl bakmışsanız vakti zamanında, sunta raflara nasıl, şimdi bir oda dolusu kitaba da aynı şekilde bakıyorsunuz: Aidiyetle. Şükranla. Minnetle. Muhabbetle. Sizi çevreleyen, hikâyelerinden ayrılamadığınız bu kitaplarla, kitaplıklarınızla nihayet kendinize ait bir hikâye yazdınız. Bu hikâyede sizin nefesiniz var. Sesiniz ve sessizliğiniz. Sizin yeriniz burası, bu kitaplığın önü, okuduğunuz ve yazdığınız kitapların yanı. Bu sizin hikâyeniz, biricik ve biricikliğiyle öylesine sağaltıcı ki içiniz hamd ile doluyor. Okunacaklar rafından yeni bir kitap seçiyorsunuz, kahveniz hep sıcacık.