Makale

SOMUT DÖNEMDEKİ ÇOCUKLARDA DİN ALGISI VE EĞİTİMİ

SOMUT DÖNEMDEKİ ÇOCUKLARDA DİN ALGISI VE EĞİTİMİ

İbrahim KARATAŞ
İmam Hatip

Dine karşı bakış açımızın ve dinî duygularımızın yönü bizler daha anne karnındayken şekillenmeye başlar. Annenin inancına olan bağlılığı, din algısı, hamilelik sürecinde yaşamış olduğu müspet veya menfi olaylar olmak üzere pek çok unsur, doğacak olan çocuğun gelecekteki manevi hayatına ve dinî karakterine etki etmektedir. Doğum ile beraber yaşantılarla birlikte gitgide olgunlaşma evresine yaklaşan inanç algısının belli kritik dönemleri vardır. Bu kritik dönemlerden biri de somut işlemler veyahut kısaca bu yazımızda somut dönem diye adlandıracağımız dönemdir.

Somut dönem diye ifade ettiğimiz daha çok 7-11 yaş arası olarak bilinen bu dönemde çocuklar, hayatı daha çok nesneler ve gözle görebildiği varlıklar üzerinden anlamlandırmaya çalışır. Bu dönemde çocukların alacağı dinî eğitim ve manevi destekler ilerleyen yıllardaki dine bakış açısına büyük oranda şekil verecektir. Somut dönemde özellikle din eğitimi, didaktik olmamalı, bu dönemin sorgulayıcı ve araştırmacı kimliği kullanılarak keşif tekniği ile verilmelidir. Yani çocuklara direkt olarak “Oruç tutmak farzdır.” diye ezberletmek yerine bu dönemdeki çocuklarla “Oruç tutmanın faydaları neler olabilir? Allah bizden neden oruç tutmamızı istemiş olabilir? Özellikle ramazan ayında artan yardımlaşma faaliyetleri ile oruç tutmak arasında ne gibi bir bağlantı olabilir?” temelli söylem ve ikili sıcak samimi sohbet ortamında yapılacak konuşmalar, çocukların hem dini doğru öğrenmeleri hem de anlamlandırmaları açısından yerinde olacaktır. Velhasıl çocuğun bu ikili sohbet sonucunda kendi başına varacağı oruç ibadetinin önemi düşüncesi, oruçla alakalı ezberletilecek olan tüm kavramlardan daha faydalıdır. Nitekim böyle bir durumda çocuğun vicdanı ve şefkati harekete geçecek, Allah’a olan sevgisi artacak ve artan sevgi ile doğru orantılı olarak Allah’ın emir ve yasaklarını kendisi merak sarıp öğrenecektir. Aksi takdirde manadan uzak bir ezber anlayışı çocuklarımızı kuru bir taklitçiden öteye götürmeyecektir.

Bu dönemle ilgili en önemli konulardan biri de çocuklarımızı doğru tanımak olacaktır. Onların minyatür birer birey olmadıklarını, gelişim ve öğrenim süreçlerine devam ettiklerini her ne kadar bazen “büyükler gibi” konuşsalar da adı üstünde bunun salt bir taklitten ibaret olduğunu unutmamak gerekir. Zaten çocuklar çoğu kez dikkat çekmek ve ilgi görmek için bu tip faaliyetlerde bulunur. İşte ilk anahtar kavramımız: İlgi.

Çocuğumuzda öncelikle Allah sevgisini harekete geçirmemiz gerektiğini ifade etmiştik. Bu düşünceyi hayata geçirmeye çalışırken kullanılabilecek en doğru yöntem çocukların Allah sevgisine kendilerinin ulaşmasını sağlamaktır. Bu süreçte ebeveynlere düşen en büyük görev ise doğru ilgiyi göstermek ve bunu doğru zamanda doğru şekilde uygulamaktır. Peki doğru ilgi nedir? Doğru ilgi; yapaylıktan uzak, samimi ve içten konuşmaktır. Hatta bazen susarak çocuğun saçını okşamaktır. Çocuklar çok saf ve temiz oldukları için yapay şeyleri ruhen anında hisseder ve oradan uzaklaşırlar, bunu çok rahat fark edersiniz. Ama onları sevip bütün samimiyetiniz ile onlara el uzattığınızda size sıkı sıkı sarıldıklarını görürsünüz. İşte böyle bir ortamda, özellikle dinî öğretileri çocuklara “hissettirmeye” çalışırken mümkün olduğunca ilginin sıcaklığına bırakın kendinizi.

Peki bir diğer anahtar kavramımız olan doğru zaman nedir? Doğru zaman bazen süreci bazen de tek bir anı ifade eder. Din eğitiminde genellikle fıtrata en uygun yaşatma ve hissettirme yöntemi süreç eğitimidir. Dönemin adı üstünde somut dönem oluşu biraz da burada işimize yarayacaktır. Öyle ki çocuğumuz bir oyuncak ile oynarken oyuncağı ile konuşma anında ona tepki gösterirken veyahut arkadaşları ile yaşadığı bir sıkıntıyı bize telaşlı şekilde anlatırken ona dinin en temel taşlarından biri olan sabrı öğretmemizin tam zamanı demektir. Sabır ki Allah’ın (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de cennetliklerin, sayesinde cennete girdiği ve meleklerin kendilerini sabrettikleri için selamladığını ifade ettiği ulvi bir kavramdır (Ra’d, 13/24). Çocuk herhangi bir arkadaşına kızdığında “Arkadaşın hakkında nasıl böyle konuşursun! Bir daha böyle şeyler duymayacağım hemen odana git!” tarzı sinirli ve yargılayıcı bir dil yerine onunla empati kurarak “Evet seni anlıyorum arkadaşın seni sinirlendirmişe benziyor. Şuan hem üzgünsün hem de ona oldukça kızgınsın. Ancak bunu neden yaptığını öğrensek sorunu çözemez miyiz? Hem zamanla, gerçek sabırla herkes hatasını görebilir ve güzel şeyler yapabilir.” şeklinde bir yaklaşım ile çocuğun olaylara karşı vereceği tepkileri olumlu yönde etkileyebiliriz. Bu konuşmanın sonrasında çocuğumuz merakla “Baba, gerçek sabır ne demek?” derse ki yüksek ihtimalle diyecektir, işte çocuk için en doğru şekilde öğrenmenin zamanı gelmiş demektir. Bu davranışa karşı kimileri “Bu kadarına da gerek var mı? Kızarız olur biter, çocuk o daha.” veya “Eğer bir daha böyle yaparsan Allah seni sevmez, seni cezalandırır,” der “korkutur, sorunu çözeriz.” diyebilir. Fakat sekiz yaşında çocuğu karşımıza alıp direkt ayet ve hadis okuyarak eğitmek veya Allah ile korkutmak Allah Resulü’nün (s.a.s.) eğitim metodunda yoktu. O, çocuklar ile çocuk olur hatta Tahiyyat duasını öğretirken bazı sahabilerin elini avucuna alır, onlara sevgi ile temas eder, sabır ile yavaş yavaş yaşatarak öğretirdi.

Doğru şekilden kasıt ne olabilir? Doğru şekil, yöntemi ihtiva etmektedir. Somut işlemler döneminde çocukların dokunarak, hissederek, yaşayarak öğrendiklerini belirtmiştik. Keşfetme döneminde oluşları da bizim için en önemli olgulardan biridir. Nitekim keşfe soru soranlar, merak edenler, araştıranlar ulaşır. Bu döneme keşif dönemi denmesinin en büyük sebeplerinden biri de çocukların çokça soru sormasıdır. İşte bu sorulara, soranın bir çocuk olduğunu unutmadan, mümkün olduğunca soyuttan uzak, hayatın içinden örnekler ile cevaplar vermek doğru olacaktır. “Baba, Allah nerededir?” veya “İnternette gördüm; Allah arşa oturdu, istiva etti, ne demek?” sorusuna karşı “İstiva malum, keyfiyeti meçhul.” dersek çocukla bir süre bakışırız sonra onun koşarak oyun oynamaya gittiğini görürüz. Soruya cevap verdik zaten anlamaz, çocuktur, diyerek de kendimizi kandırmış oluruz. Çünkü doğru şekilde cevap alamayan çocuk, bu tip sorular başta olmak üzere pek çok konudaki sorularını veya meselelerini başka yerlerden cevaplamaya çalışacak. Farklı kaynaklardan cevap araştırması iyi bir şey ancak ebeveynin cevabından tatmin olmayan ve onun cevabını merak etmeyen bir çocuk ebeveynin dinî yaşantısı ve maneviyatından da etkilenmeyebilir. Unutmayalım yaşam bir serüven ve yolculuktur. Bu yolculukta alınan her darbe, her müspet ve menfi tavır seyri etkileyecektir. “Allah’ı göremeyiz ancak O bizi her zaman görüyor ve çok seviyor.” minvalinde bir cevap çocuk için hem somut hem de anlaşılır olacaktır. Hatta bu misal karşısında ne soru sorarsa sorsun aynı sakinlik, olgunluk ve anlaşılırlıkla cevap vermeliyiz, sabrı bu şekilde temsil etmeliyiz. Aksi takdirde sorularına bizde cevap bulamayan çocuklarımız, sorularına cevap bulmaktan değil bize soru sormaktan vaz geçecektir. Unutmayalım çocuklar güvendiklerine ve kendilerini iyi hissettiklerine çokça soru sorar ve ondan doğruyu öğrenmek ister.

Başta da belirttiğimiz gibi bu dönemlerde çocuklar minyatür birer birey değil adı üstünde çocuktur. Sorduğu soruların büyüklüğünü de büyükleri taklit etmesine bağlamıştık. Peki çocuk sadece büyüklerin sorularını mı taklit eder? Elbette hayır. Nefes alış şeklinden yemek yerken çıkardığı sese kadar bir çocuğun ebeveynini taklit ettiğini görebilirsiniz. Bunun da sebeplerinin başında elbette yaşayarak öğrenme aşamasında olmaları geliyor. Dinî öğretim alanında da doğru örneklik, çocuklara anlatılacak kütüphanelerce dolu bilgiden daha kıymetli ve tesirlidir.

Bir diğer nokta, “Allah sizin için zorluk değil, kolaylık ister…” (Bakara, 2/185) ayeti apaçık karşımızda bir metot kaynağı olarak dururken çocuklara baskı ve zorlama ile yapılan dinî eğitim, aslında dayatılan bilginin içeriğinden dolayı değil, ailenin tutum ve davranışından dolayı çocuğu dine karşı ön yargılı ve soğuk hissettirebilir. Çocuk, annesini ve babasını namaz kılarken görür ancak ardından kendisine zulmedilirse, üzerinde baskı hissederse bu sıkıntılı süreci anne ve babanın dinî karakteri ile bağdaştırabilir. Bu sebeple ettiğimiz ibadetlerin aslında bize bir temsiliyet yüklediğini unutmamak gerekiyor. Özellikle de çocuklarımızın bu somut işlemler döneminde ibadetlerimizi; karakter, huy, mizaç ve yapımız ile ilişkili düşündüğünü unutmadan onlara iyi örneklik göstermeliyiz. İyi örneklik ise “Dini yaşa!” diye zorlamaktan değil yaşamaktan geçmektedir. Dini yaşamak ise salt korkudan değil, Allah’ı sevmekten geçmektedir. Nitekim sever ve sevdirirsek insan sevdiğinin ne istediğini merak eder ve onu mutlu etmek için kendisi arayışa girer. Böyle bir ortamda bir de bakmışız ki çocuklarımız, kimsenin farz bu, sünnet bu demesine kalmadan Rabbini razı etmek için pek çok şeyi öğrenivermiş ve dahi uyguluyor hâle gelmiştir.