Makale

DİN SINIRLIYOR MU?

DİN
SINIRLIYOR MU?

Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

Öteden beri kafama takılan bir soru var: Din neden insanlara birtakım sınırlar getiriyor? Bıraksa da insan şöyle gönlüne göre yaşasa olmaz mı?

Olur, yaşasın! Yaşamasın desek de yaşıyor. Kimseye bir zorlama yok. Nitekim herkes gönlüne göre, kafasına yattığı şekilde, hatta burnunun doğrultusunda yaşayıp gidiyor. Ancak şunu sormak lazım: Nereye kadar? Ne kadar? Ne olana kadar? Eğer bu soruların cevabını akıl ve mantık ölçüleri içinde verebiliyorsa, buyursun dilediği gibi yaşasın!

İşi zora soktunuz hocam! Neredeyse sorduğuma pişman olacağım. Ben basitçe din niye sınırlıyor, diye sordum.

Din kimi sınırlıyor?

Tabii ki öncelikle insanı.

Basit dediğiniz bu sorunun cevabını vermek için öncelikle insanın ne olduğunun ve sınırsız bir hayat yaşamanın imkânının bilinmesi gerekmez mi?

Elbette gerekir.

Bir sınırsızlık düşüneceksek ve bunun insan için olmasını istiyorsak, bütün insanları hesaba katmamız lazım. Öte yandan bunu sadece dinden değil, herkesten ve her düşünceden istemeliyiz. Belli kesim değil, küçük büyük, zengin fakir, iyi kötü, çalışkan tembel, akıllı akılsız, şehirli köylü, işçi patron, öğrenci öğretmen… Herkes hesaba katılmalı. Şimdi bir düşünelim: Bunların hepsi için bir sınırsızlık düşündüğümüzde nasıl bir görüntü ortaya çıkar? Olacağı şimdiden söyleyeyim: Büyük bir karmaşa ve çatışma. Çünkü bunların her birinin sınırsızlığı diğerine ciddi anlamda zarar verecektir. Hâlbuki dünya zıtlar arasında kurulu bulunan denge üzerine oturur. Bu denge içinde herkesin yeri ve sınırı bellidir. Herkes sorumluluğunu bildiğinde ve hakkına razı olduğunda karmaşa ve çatışma olmaz. Ne zaman ki hak, hukuk, görev ve sorumluluk bilinmez olur, çekişme ve çatışma başlar. Nitekim grevlerin, boykotların ve lokavtların nedeni bu değil mi?

Bunlar haksız mı?

Hayır, belki sonuna kadar haklı. Herkes hakkını almalı ve hakkı için mücadele etmeli. Ama aynı zamanda sınırlarını bilmeli ve sorumluluklarının farkına varmalı. Modern zamanlarda bir hastalık ortaya çıktı: Sorumluluk almadan ve görevini yerine getirmeden “haklı olma” iddiası. İddiayı ve iddialı olmayı çok sever hâle geldik. Hele bir de kılçıksız balık, kemiksiz tavuk gibi külfetsiz ve karşılıksız bir hak söz konusuysa hemen orada yerimizi alıyoruz. Sorumluluk mu? Boşver onu! Görev mi? Kim uğraşacak şimdi? Demek ki bugünün insanı; çalışmadan kazanmak, sorumluluk almadan hak sahibi olmak, görev yapmadan karşılık beklemek kısaca yatarak yaşamak istiyor. Böylesi güzel bir hayat mıdır acaba? Deneyenler de var, etrafta görüyoruz. Terminallerde, havaalanlarında veya metruk bir çatının altında pinekleyenler, sokaklarda yatanlar… Peki, bunların hayatı çok mu güzel?

Hocam bir sınırsızlık istedik, bizi sokak ortasında bıraktın.

İnsan şunu düşünmeli: Benim düşünen aklım ve seçme yetkim neden var? Eğer bir sınırsızlık olacaksa bunlar ne işe yarayacak. Sınırsızlık içinde ben neyi düşünüp neyi tercih edeceğim? Daha da ötesi aslında sınırsızlık içinde bunların hiçbirine gerek yok. O zaman bizi insan olarak ayrıcalıklı kılan bu akıl ve irade gereksiz mi? Acaba bizim diğer canlılardan hiç farkımız olmasa, daha mı iyi olur?

Hocam biz dinin sınırlandırmasından yola çıkmıştık. Sanki biraz uzaklaştık.

Aslında modern zamanlarda biz insandan uzaklaştık. İnsanı da doğasından ve doğallığından uzaklaştırdık. İnsan bütün özellikleri ve unsurlarıyla insandı. İnsanın doğası da buydu. Modern zaman insanın haz ve hız özelliği olsun, gerisini boş ver anlayışını bize dayattı. İnsanı böldü, parçaladı, haz ve hız sınırına mahkûm etti. Öte yandan sadece din mi insanı sınırlandırıyor? Söz gelimi çocuğu sınırlamazsanız, ne olur? Genci sınırlamazsanız kendini nerede bulur? Neden acaba yolda, çarşıda, pazarda anne baba çocukların ellerinden sıkı sıkı tutar? Neden acaba delikanlı gençler sorunsuz eve dönene kadar annelerin babaların yürekleri pır pır eder? Din, belki de koyduğu makul sınırlar ile insanın hem varlığını hem de bütünlüğünü koruyor.

Sınırsızlık derken bizi sınıra mecbur ettiniz.

Sınırları kaldırırsanız, olacak belli: Karmaşa ve çatışma. Çünkü sınırlar, kurallardır. Kuralsız bir hayat ve toplum olmaz. Kaldıralım yollardaki sınırları ve kuralları görelim trafikte neler oluyor? Kuralsız hayat kısa, kuralsız toplum kaostur. Fakat sınırlar da makul ve hareket alanını yok etmeyecek şekilde olmalı. Zaten kuralların bir kısmı da bunun içindir. Bazı kurallar sınır getirirken bazı kurallar sınırlara sınır getirir. Çünkü sınırsız bir sınır da insanı ve toplumu boğar, yok eder.

Demek ki sınırı kural olarak anlamamız gerekiyor.

Tam da onu demek istiyorum. Öyleyse din söylendiği gibi insanı kımıldatmayan veya tamamen kısıtlayan sınırlar yani kurallar getirmiyor, tam aksine doğallığını ve doğasını koruyan birtakım kurallar getiriyor. Nitekim modern zamanlar özellikle kamusal alanda dinlerin kurallarının ortadan kaldırıldığı ve yaşantıdan neredeyse çıkarıldığı bir ortam sundu. Peki, insanın doğallığı ve doğası ne oldu? Büyük ölçüde yara aldı. İnsan, birçok canlının yok olmasına, çevrenin kirlenmesine ve dengelerin bozulmasına sebep oldu. Hatta kendine kast eder hâle geldi. Bugün insan, kendi neslini devam ettirmekte zorluk çekiyor. Peki, istediğimiz bu muydu sınırsızlıkla? Doğal ve dengeli bir hayat daha güzel olmaz mıydı? Hangi insan daha mutlu acaba? Kendilerine makul sınırlar koyan, başkalarının haklarını ve kendi görevlerini bilen, dengeli bir hayat yaşamayı gözeten, kötülükten uzak, iyiliğe yakın, yardım için el uzatan, uzanan ele teşekkür eden mi? Yoksa bunların tam tersi mi? Tercih sizin…

Zor bir tercihle karşı karşıya bıraktın hocam bizi.

Eee… Hayat böyle! Yaşarsan…

“Biz insana yolu gösterdik. Artık dilerse yolda gider, yolu yapana ve gösterene teşekkür eder; dilerse yoldan çıkar, nankörlüğünü ortaya koyar…” (İnsan 76/3.)