Makale

ÖMRE BEDEL BİR GECE...

ÖMRE BEDEL BİR GECE...
İbrahim ATEŞ


Karanlığın aydınlığa en yakın olduğu bir demdi. Bardaktan boşanırcasına yağmakta olan yağmur taneleri dahi vazgeçirememişti onu bu kararından. Zira o yağmuru kendine yoldaş edinmiş, en yanık türkülerin yüreğe en dokunaklı sözcükleri gibi kalem kalem yazmıştı onu geceye. Zifiri karanlığa inat aydınlık türküleri söyledi hep. Geceye aldırış etmeden yol aldı. Kararlıydı, azimliydi, inançlıydı. Âdem’i yasak meyveye götüren sözcüğü düşündü, evet dedi. Bu evet, cennet ehliyken sürgün kıldı onu dünya hayatına...
Sürgün dünyanın yükü dahi bu denli ağır gelmemişti gencecik omuzlarına onun. Nice yüreklere korku salan gece, gökyüzünde beliren yıldızlarla sığınak olmuştu ona. Şimdi karanlığa haykırıyor, onunla dertleşiyordu. Attığı her adımda bir yanı acıyordu. Bastığı her taş, her diken, her çakıl yüreğinde yeşerttiği bir kardelendi aslında. Kışa inat, soğuya inat göğüs germeye çalışıyordu zorluklara, umut olmaya çalışıyordu mazluma... Kulaklarında yankılanan Nuh’un sesini duydu. Gecenin bu deminde seyre çıkacak gemiye binmeye var mısın? ‘Evet’ diyerek yol aldı nice aydınlık yarınlara...
Tevekkül merhemini sürdü kanayan yaralarına. Sabır zırhına büründü. Şükür diyarlarından geçerken kor ateşlere düştü. Yanmak acı vermiyordu ona. Aksine karınca olup, mazluma su taşıyamamak kahrediyordu onu. Kör kuyulara atılmak değil, kardeş ehlinden hançerlenmek yaralıyordu onu. Nice fitneye inat, aşkın ateşinde yanmaya meyletti o. Sabır dedi, tevekkül dedi, şükür dedi, imtihan dedi. İblis’in talim ettiği yola değil, Hüda’nın yoluna İsmailce bir ‘evet’ diyordu. Yansa da, yakılsa da...
Karanlıktı, zifiri karanlık. Aydınlığa en yakın andı. Yolunu aydınlatan yıldızlar da kaybolmaya başlamıştı. Gönlüne yoldaş yağmurlarda. Bir yol ayrımına girdi. Hangi yöne gitmeliydi. Hangi tarafa yönelmeliydi. Kader miydi bu? ‘Kaderin üstünde bir kader vardır’ dedi. Kızıldeniz’in sularına kapılan kardeşlerine yandı. Vakit, zifiri karanlıktı, aydınlığa en yakın andı. Yalnızlığını anladı. Yunus’ça yakardı. Sesi kısıldı, sustu. Dem o demdi, nice sesler duyuldu. Gecenin ıssızlığını unutturan seslerdi. Zifiri karanlığı aydınlığa ulaştıran seslerdi. ‘Evet...’, meydanları inleten, dosta güven veren, düşmanı tarumar eden seslerdi.
Adı Can’dı. Aşkı Canan. Bir uçurumun kenarıydı. Gece aydınlanmış, yol çoktan tükenmişti. Nedir omuzlarını bu denli yoran senin... Uyku değil, hüznün kapladığı gözler nedendir senin... Yüreğini hicrana sürükleyen hangi aşktır senin... Zihnini ufuklarla saran hangi sevdadır senin... Menzile varmadan bu gidiş nedendir senin... ‘Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır’... Derken nice eller tuttu o eli... Derken, kendisi için hüzünlenen, dertlenen nice mazlumlar sardı o bedeni.. Aşkımıza sadık mısın diye sordular hep birden? Ve cevap verdiler: Hep bir ağızdan, tek vücut ve tek yürekten sevdamıza ‘Evet’ dediler...