FETİH
MUHTEŞEM FETİH
Şükrü ÖZBUGDAY
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı
Tarihçilerin ortak kanaatine göre İstanbul, tabiî güzellikleri, coğrafi durumu ve stratejik açıdan yeryüzünün en mühim şehirlerinden biridir. Çağların akışına ve şartlara göre azalıp çoğalma gösterse de, bu "mühim oluş" dâima varolmuş ve bundan sonra da var olagelecektir.
Bu özellikleriyle İstanbul, çeşitli milletlerin istilâ hırsını üzerine çekmiştir. Bunun için, Avar ve Bulgar Türkleri, Sâsâniler ve Araplar bu güzel şehri ele geçirmek üzere defalarca kuşatmışlar ancak surlarının dayanıklılığı sebebiyle başarılı olamamışlardır.
İstanbul’un fethi, müslüman milletlerin başlıca gayelerinden biriydi. Çünkü Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) bir hadisleıinde şöyle buyurmuşlardır: " İstanbul, mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutan ve onu fetheden asker ne güzel askerdir." (l) Muhtemelen bu müjdeye nâil olabilmek amacıyla, Muâviye’nin halifeliği (661-681) esnasında Arap orduları İstanbul’u kuşatmışlardır. Hz. Peygamber’in bayraktarı Ebû Eyyub el-Ensârî de bu kuşatmada bulunmuş ve bugün türbesinin bulunduğu yerde savaşırken şehid olmuştur. Araplardan sonra Osmanlı Türkleri de aynı ulvî gâyeye yönelmişler, Yıldırım Beyazid, Musa Çelebi ve II. Murad, İstanbul’u altı kere kuşatmışlardır. Ancak, bu muhteşem fetih, Sultan II. Meh- med’e nasîb olmuştur.’2
Dinî ve millî duyguları çok sağlam olan II. Murad, oğlu II. Mehmed’i aynı terbiye içinde yetiştirmiştir. İstanbul’un fethinde önemli bir payı olan II. Murad’ın, bu fetihte iki mühim katkısı olmuştur. Birincisi, Varna ve II. Kosova savaşlarında Haçlı ordularını perişan ederek, Bizans’ın Avrupa umutlarını yıkmış ve bir kuşatma anında onların yalnız kalmalarını sağlamıştır. İkincisi ise, oğlu II. Mehmed’in dinî ve dünyevî ilimlerle teçhizine o kadar önem vermiş ki, bunun için özel hocalar görevlendirmiştir.
II. Mehmed, şehzadelik döneminde, ilmî bir çevrede yetişmiş, değerli bilginlerden, dînî ilimler dışında felsefe ve matematik okumuş, Farsça, Arapça, Latince, Yunanca ve Sırpça’yı yeteri kadar öğrenmiş, ayrıca tarih ve coğrafya bilgisiyle desteklenen mükemmel bir askerlik bilgisi edinmiştir. II. Mehmed’in geleceğe hazırlanmasında; Molla Gürânî, Molla Hüsrev, Hoca Zâde. Hızır bey Çelebi, Ali Tûsî. Molla Zeyrek, Sinan Paşa, Molla Lütfi, Fahreddin Acemî ve Hoca Hayreddin gibi zadlar görev almışlardır.
Bütün bu hocaların yanında II. Mehmed’e göre farklı bir zât daha vardır. Akşemseddin denilen bu kişi onun için sâdece bir hoca olmaktan öte bir semboldü. II. Mehmed’deki cevheri keşfeden Akşemseddin, bütün himmetiyle, onu geleceğin "Fatih"i olmaya yöneltmiştir. II. Mehmed, bu bilginlerin ilim ocağında ve sohbet meclisinde, ilim, hikmet ve irfan pınarından kana kana içmiştir. Hocaları onu, sanat, edebiyat, şiir zevkiyle beslemişlerdir. O, müsbet ve manevî ilimlerden nasibini almış, hür düşüncenin, yazıp okumanın, araştırmanın, İlmî tartışmaların nimetlerine erişmiştir.
Merhum Nihad Sami BANARLI’nın dediği gibi, “Öyle hocalar elinde (öyle bir ortamda) yetişen herhangi bir Osmanlı şehzâdesinin bir Fâtih olmaması kolay değildi." 3
Büyük zaferlerin derin bir plânlama, tetkik, tahkîk ve hazırlanma devreleri vardır. Özellikle İstanbul’un Türkler tarafından fethi gibi, bir çağı kapatıp yeni bir çağın açılmasına vâsıta olacak haşmetteki büyük hâdisenin hem mânevî hem fizikî açıdan, hem keyfiyet hem de kemmiyet noktasından ciddî bir hazırlık dönemi vardır.
II. Mehmed, Hz. Peygamber’in müjdesine erişmeyi gönül dünyasında beslerken, teknolojide belirli bir seviyeye gelmeden büyük fethe kavuşmanın da mümkün olmadığının şuurunda idi. Bu sebeple bütün fen bilginleri ve teknisyenler gece-gündüz İstanbul kuşatmasında kullanılacak araç ve gereçleri hazırlamaya girişmişlerdi. Çünkü, İslâm inancına göre, Allah’a gerçek tevekkül ancak böyle olurdu.
II. Mehmed, İstanbul surlarını tahrip edecek ve Bizanslılarda panik meydana getirecek topların plânım, bizzat mühendisleriyle beraber kendisi çizmiş ve bunları Edirne’de döktürmüştür.
(4)
II. Mehmed, İstanbul kuşatmasını başlatmadan önce, Bizans’ın Hıristiyan âlemi ile irtibatını kesmek gerektiğini derin ve ince görüşü ile anlamıştı. Bunun için büyük babasının babası Yıldırım Beyazid’in. Boğaz’ın Anadolu kıyısına yaptırdığı Anadoluhisarı’nın karşısına, Rumelihisarı’nı inşâ ettirdi. Rumali hisarı’nın kuşatma hazırlıkları sırasında dört ay gibi kısa bir zamanda inşâ edilmesi onun en önemli icraatlarından biri sayılır. Böylece Sultan II. Mehmed, biri boğazın Anadolu, diğeri Rumeli sâhilinde yükselen bu iki hisar sâyesinde boğazı kapatmış, Trabzon’daki Rum İmparatorluğu’nun Bizans’a erzak, silâh ve asker yardımını önlemiş- tir.l5)
Artık büyük fetih için hazırlıklar tamamlanmıştır. İmanda, ilimde, ahlâkta, maneviyatta ve teknolojide, Fatih Sultan Mehmed devri Osmanlı Yönetimi ve halkı, Bizans’a gâlip durumdadır. Halk ortak bir gayede öylesine kenetlenmişti ki, dolayısıyla Allah’ın yardımı onlarla beraberdi. Bu iman, mâneviyat, ilim, teknik ve dayanışma karşısında Bizans’ın ayakta durma imkânı kalmamıştı. Fethin gerçekleşmesi, bu şartları iyi değerlendirmeye ve bu potansiyeli yerli yerince kullanmaya bağlıydı.
Bizans’ta ise, devlet ile halk arasında şiddetli ihtilâf ve kavgalar vardı. Bazı idârecile- rin de başını çektiği bir grup. "İstanbul sokaklarında kardinal şapkası görmektense, Türk sarığı görmeyi tercih ederiz..." diyordu. Bu durum, Osmanlı için büyük bir avantaj teşkil ediyordu.
6 Nisan 1453 günü Fâtih, Bizans İmparatoru Konstantin’e elçi yollayarak şehrin teslimini istedi. İmparator bu teklifi kabul etmeyince, Türk topçu bataryaları o gün Cuma namazını müteakip, top atışlarına başladılar. Ayrıca 72 adet gemi yağlı kalaslar üzerinde kaydırılarak, bir gecede Dolmabahçe sırtlarından Kasımpaşa hizasında Halic’e indirildi.
İlk büyük hücum, 18 Nisan 1453 günü oldu, ancak sonuç alınamadı. 20 Nisan’da ise şehre erzak getiren yabancı gemilerin girmesine Osmanlı donanmasının engel olamaması orduda büyük üzüntü doğurdu. Türk donanmasının, düşman gemilerinin şehre girmesine engel olamamasını bir türlü hazmedemeyen Fatih Sultan Mehmed’in olayı seyrettiği yerden büyük bir hiddet içinde denize atını sürdüğü görüldü.
Fatih 27 Mayıs 1453’te harp meclisini topladı. Meclis, "bütün birliklerin aynı anda iştirak edeceği bir umumi hücum" kararı verdi. Bu kararı müteakip genel hücum hazırlıklarına girişildi. Fatih bu esnâda kara ve deniz kumandanlarını toplayarak onlara özetle şöyle hitabetti: "Kumandanlarım! Şu âna kadar gösterdiğiniz değerli fedâkârlık ve büyük gayretlerinizden dolayı hepinize teşekkür ederim. Şimdi meclisimizden genel hücum kararı çıkmıştır. Bu genel taarruzda da, daha önceki taarruzlarda gösterdiğiniz gayret ve fedâkârlığı göstereceğinizi ümid etmekteyim. Şunu bilmelisiniz ki, Allah’ın izni ile İstanbul’u fethetmeden geri dönmeyeceğiz. Bu büyük zaferi muhakkak kazanacağız, hadislerle müjdelenmiştir. Yakında hücum başlayacak ve netice elde edilmedikçe sulh veya mütareke yapılmayacaktır. Cesur ve kararlı olunuz!..."
Umumî hücuma 28 Mayıs günü, gece yarısı başlandı. Mehter sesleri, tekbir ve tehlil- lerle birbirine karışıp Bizans’ın köhnemiş duvarlarına çarpıyordu. Toplar, daha önce açılan hedefleri dövüyor, güllelerini düşman mevzilerine gönderiyordu. Osmanlı ordusu hârikalar meydana getiriyor, binlercesi surların dibinde, Allah yolunda canını feda edip şehâdet şerbetini içiyor, diğer binlercesi ise pervasızca surlara tırmanmaya devam ediyordu. Bu sebatkâr hücum meyvelerini vermekte gecikmedi. Bizans ordusunun başkumandanı ağır bir yara alarak geri çekilmek zorunda kaldı, savunmayı, İmparator üstlendi. Bu esnâda fethin ayak seslerini duyan Fatih, heyecanlanarak: "Evlâtlarım, düşman artık dayanamıyor, kaçıyor, artık şehir elinizdedir, fakat gevşek davranmayınız, cesâretle ileri atılınız, kahramanlık gösteriniz. İşte şu anda ben de sizinle beraber ölmeye hazırım" dedi ve atını hızla ileri sürdü. Bu sırada Ulu- batlı Haşan adlı küçük rütbeli bir subay, otuz kişilik bir hücum kolu ile surlara tırmandı Türk bayrağını surların üzerine dikerek şehit düşerek, ni’mel ceyşler (mutlu askerler) arasına katıldı. Bayrak ve sancağın dalgalandığı yer, onu tanıyanların, ona gönül verenlerin zaptettiği yerdi. Bundan dolayı artık Türk askerinin surlara tırmanışını önlemek mümkün değildi. Topkapı-Ediınekapı arasındaki surlardan, önce dış kale zaptedil- di. İki sur arasındaki boşluk hızla ele geçirilerek ikinci sur ele geçirildi. Bizans savunması durmuştu. Çünkü İmparator dahil pek çok Bizans askeri ölmüş, sağ kalanlar ise şehir içine doğru kaçarak Ayasofya kilisesine sığınmışlardı. Sonunda 29 Mayıs 1453 Salı günü Bizans düştü ve muhteşem fetih gerçekleşmiş oldu. Böylece Hz. Peygamber’in:
"Onu fetheden komutan ne güzel komutandır" iltifatına II. Mehmed, "Onu fetheden asker ne güzel askerdir" iltifatına da, onun askerleri nâil olmuşlardır.
Fatih, İstanbul’a beyaz bir at üzerinde öğleye doğru girdi. Yanında bilginler, paşalar, emirler ve beylerbeyi de vardı. Fatih’in hemen yanında at üzerinde yol alan hocası Ak- şemseddin ak sakal ve heybetli kavuğu ile âdetâ pâdişahtan daha muhteşem görünüyordu. Bizanslı kızlar, bu heybetli Türk bilginini, pâdîşâh sanarak, ellerindeki çiçek demetlerini ona uzatıyorlardı. Akşemseddin, muzaffer talebesi Fatih’e ait çiçekleri almak istemeyince, o şöyle dedi: "Veriniz, çiçekleri ona veriniz, gerçi sultan benim, fakat o benim hocamdır."
Fatih, Ayasofya’ya girdiğinde korkularından yerlere uzanarak ağlayan Bizanslılara susmalarını işaret ederek, patriğe hitaben şöyle dedi. "Ayağa kalk, ben Sultan Mehmed, sana, arkadaşlarına ve bütün halka söylüyorum ki; bu günden itibâren artık ne hayatınız ne de hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayınız." Sonra ordu kumandanlarına dönerek, halka hiçbir fenalık yapılmaması için askere tenbih edilmesini ve bunun için gereken tedbirlerin alınmasını emretti.
30 Mayıs günü şehir halkından panik içinde şuraya buraya kaçanların evlerine dönebilecekleri; mal, can, ırz, din, mezhep, örf ve âdetleri için hiçbir endişe duymamaları gerektiği hatırlatıldı. Fatih’in bu konularda güvenlik garantisi veren fermanları okundu. Böylece müslüman olmayan halklara, din ve vicdan hürriyeti ile ticâret serbestisi tanınmış oldu. Din ve vicdan hürriyetini tanımak, zâten öteden beri Müslüman Türkler’in bir şiarıydı/6’
İslâm tarihinde mevcut bir geleneğe göre fetihten sonra hemen bir cami yaptırılır, buna zaman yetmediği hallerde, elverişli bir bina camiye çevrilir, ibâdete açılır, orada İslâmî gelenekte hürriyet ve hâkimiyetin sembolü sayılagelmiş olan ilk Cuma namazı kılınırdı. Cuma namazında, sultan veya onun adına bir âlim hutbe okur, hutbenin ikinci kısmında dine, devlete, geçmişte hizmet edenlere duâ edildiği gibi, o beldeyi fethedenin adı anılır, devlet ve milletin pâyidâr olması için duâ edilirdi. Fatih de böyle yaptı.
Fetihten sonra, şehrin en büyük kilisesi olan Ayasofya’yı camiye çevirdi. 1 Haziran 1453 Cuma günü burada ilk Cuma namazı kılındı bu ilk cumada hutbeyi, Fâtih adına Akşemseddin okudu. Böylece İstanbul’un ebedi bir Türk - İslâm beldesi olduğu tescil edilmiş oldu. Aynı gün, İstanbul’un, OsmanlI Devleti’nin başkenti olmasına karar verildi.<7)
Fâtih İstanbul’u fethederek, dünya tarihinde bir devri kapamış, yeni bir devri açmış ve biz torunlarına da ebede kadar Türk-Müs- lüman yurdu kalacak bu güzel beldeyi mîras bırakmıştır. İstanbul’un fethi, siyâsî yönden ve neticeleri bakımından dünya tarihine, ka- tî ve silinmez damgasını vurmuş büyük Türk Zaferidir. Türk beldesi olarak İstanbul, bu kutlu fethin bizlere hediyesidir.’81 Şâir bunu ne güzel ifâde eder.
Endamını sarmakta ipek tüllü karanlık;
Türkün güzel İstanbul’u mes’ûd uyu artık. 9
İstanbul’un Türkler tarafından fethi; Doğu’nun Batı’ya açılması, dinî hürriyetin dünya gündemine gelmesi, zulüm, haksızlık ve bağnazlığın son bulması, hak sahibinin hakkını alabilmesi, adâletin hâkim kılınması için bir vesîle olmuştur.
İslâm tarihinde medeniyetler, genellikle, fetihlerden sonra kurulan önemli şehir merkezleri çevresinde parlamıştır. Kutsal fetihleri, büyük şehirlerin kurulması, bunu da fikir, ilim ve sanat alanındaki hamleler takip etmiştir. Esasen tarihte kazanılan siyâsî zaferleri, sosyal ve İlmî kurumlarla, kültürel hamlelerle bütünleştiremeyen milletler, dünya tarihinde kalıcı izler bırakamamışlardır.
Türk- İslâm Tarihi’nin en büyük fetihlerinden biri olan "İstanbul’un Fethi", şöhret ve büyüklüğüne uygun tarzda îmar iskân ve İlmî faâliyetleri gerektiriyordu. Tarih, dikkatle incelendiğinde açıkça görülür ki; Osmanlı cihangirlerinin askerî ve siyâsî zaferlerini besleyen kuvvetlerin başında bu hükümdarların, fikir ve kültür hayatına verdikleri değer yer alır. Fatih, İstanbul’u fethetmekle bırakmamış, kısa zamanda onu, ilim, kültür ve medeniyet merkezi yapma yolunda büyük hamleler gerçekleştirmiştir. Harâbe halindeki Havaryun kilisesinin yerine Fatih Külliyesini (Üniversitesini) kurmuştur. Kendisi de bu külliyeye gelerek zaman zaman ders dinler, talebeler arasına oturur, hocalara soru sorar ve müzakerelere katılırdı. Bu durum gerek müderrisler (öğretim elemanları) gerekse tullâb (öğrenciler) arasında büyük hoşnutluk doğurur, büyük heyecan uyandırırdı. Böylece Fatih, meraklı bir okuyucu, iyi bir araştırmacı ve dinleyici olarak tarihteki devlet adamları arasında dikkatleri üzerine çekmiştir.
Fatih Sultan Mehmed, ilme ve âlimlere büyük önem vermiş, bunun sonucu olarak kendi zamanında İstanbul, doğudan ve batıdan gelen bilginlerle dolup taşmıştır. Cevdet Paşa, "Tarih-i Cevdet" adlı meşhur eserinin giriş bölümünde şöyle der: "Fatih, ilme önem verdiği için, memleket, şarktan-garptan gelen ilim adamları ile dolmuş ve İstanbul; o asrın Dar’ul-Fûnûn’u olmuştu."
Tayyar-zâde ise, büyük âlim Ali KUŞCU’nun İstanbul’a gelmesi için dâvet edilmesini ve kendisine yolluk olarak bin akçe ödenmesini, Fatih’in ilme ve âlime önem vermesine bir delil olarak zikreder.
Fatih devrinde, bilginlerin bir araya gelerek, bir konuyu, çeşitli yönlerden ele almak ve tartışmak amacıyla ilmi toplantılar düzenlendiği bilinmektedir. Bunlardan bazılarında Padişah da bizzat bulunurdu. Şu da belirtilmeli ki, İlmî toplantılardan ve tartışmalardan haz duyan bir yöneticinin fikir hürriyetine önem vermesi gayet tabiidir. Gerçekten de bizzat Sultan Fatih’in himayesi altında yapılan İlmî toplantılardan bilginlerin, araştırmacıların, düşünürlerin görüşlerini serbestçe ifâde edebildikleri ve hiçbir baskı ve kınama ile karşılaşmadıkları bilinmektedir. Üstelik bu tip toplantılarda padişah çoğu kez dinleyici durumundadır.
Fatih, insanlık terbiyesini protokolün üstünde tutarak hocalarına saygıda kusur etmemiştir. Meselâ, Ayasofya Medresesi’nin ilk müderrisi Molla Hüsrev’i, cami dâhil nerede görürse ayağa kalkar ve onun için; "Zamanımızın İmamı" derdi.
Akşemseddin’in ise Fatih nazarında yeri çok farklıydı. Anlatıldığına göre Fatih, Ak- şemseddin’i görünce, elinde olmadan kalkıp saygı gösterirdi. Sebebi sorulduğunda şu ilginç cevabı vermiştir: "Benim hocama saygı için hemen kalkmamam mümkün değil. Diğer insanlar gelip benimle musafaha ettiklerinde onların elleri titrer, Akşemseddin’le musafaha edince benim elim titrer. "Bu sebeple Fatih, tarih boyunca; öğretmenlere ve öğretmenlik (hocalık) mesleğine, hükümdâr seviyesinde en büyük değeri veren sayılı hükümdarlar arasında yerini almıştır. O, gönül fethetmeyi, ülke fethetmekten üstün tutmuştur. Protokolde hocalarını yanına oturtur, onların elini öper ve onlar geldiğinde ayağa kalkarak karşılardı. Hocalarının sadece, "Mehmed" diye hitab etmelerinden çok memnun olurdu. Bu hususu, merhûm Nihad Sami BANARLI şu cümleleriyle belirtir:
"Büyük mücâhidliği karşısında kılıcına hü- kümdârların boyun eğdiği Fatih, ancak bir âlimin elini öpmek için eğilirdi ve cihangirlik gayreti Fatih adıyla kanaat etmezken; hocasının kendisini yalnız "Mehmed!" diye çağırmasını isterdi” <10)
İstanbul, bugün de her Müslüman Türk’ün sembol şehridir. Hepimiz Anadolu’muzun farklı il, ilçe ve köylerindeniz, ama yine hepimiz bir nebze İstanbul’luyuz. Orada hepimizin rahmetle andığı başta Ebû Eyyûb el- Ensârî Hazretleri olmak üzere ni’me’l-ceyş’ler (mutlu askerlerimiz vardır. Fatih, Süleymaniye, Selimiye, Edirnekapı, Beyazid, Aksaray, Sultanahmet, Topkapı Sarayı, Sümbül Efendi, Merkez Efendi, Üsküdar, Boğaz, Haliç, Adalar, Eyyüp ve hisarlarıyla orası bizimdir, hepimizindir. Evet İstanbul, şiir, şarkı ve türkülerimizde terennüm ettiğimiz ortak güzelliklerimizdir, ortak ülkü ve değerlerimizdir. Bu yalnız Anadolu Türklüğü için değil, Balkan ve Türk dünyası Orta Asya için de böyledir.
Gidiniz Gümülcine’ye, Üsküb’e Bosna’ya, gidiniz Taşkent’e Bişkek’e, Çim- kent’e, Yesi’ye, Semerkant’an Buhara’ya, Aşkabat’a B akü’ye, Merv’e.... Türkiye’den geldiğinizi anladıkları zaman insanların dilinden " İstanbul! İstanbul!" sadâlarının yükseldiğini duyarsınız. Bu nedenle, tarihimiz boyunca İstanbul, Müslüman- Türk’ün en büyük kızılelmasmı teşkil etmiş, Yahya Kemal’de en belirgin biçimde ortaya çıktığı gibi -bu, bazen bir şiir, bazen bir şarkı olmuştur dillerimizde.
İstanbul’a yapılan her hizmet, bu İstanbul bestesinin güçlü bir icrâsı, insanlarımızın da en sanatlı bir terennümü demektir. Herhalde, en başta İstanbul’da oturmak bahtiyarlığına erişenler olmak üzere hepimize düşen ortak görev, o şehrin biraz daha gelişip güzelleşmesi ve tarihteki haklı şöhretini yakalayabilmesi için çaba göstermek olmalıdır.(ll)
İstanbul’un Fethinin 547. Yıl dönümünde, büyük Türk Sultanı Fatih Sultan Meh- med’e onun kahraman ordusunun aziz gazi ve şehitlerine, ayrıca bu güzel vatanı bize hediye eden bütün ecdadımıza yüce Allah’tan rahmetler diliyorum.
1- Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. IV, S. 225.
2- Doç. Dr. Ali SARIKOYUNCU; Kutlu Ordu Kutlu Fetih, Diyanet Aylık Dergi, Sayı. 29, Sh: 23.
3- N. Sami BANARLI, Fatih’in Zafer Sırları, İst.1959, S: 26.
4- Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL; İstanbul’un Fethi ve Fatih (Yazı Dizisi, Zaman, 26-31. 1996)
5- SARIKOYUNCU; a.g. makale.
6- Prof. Dr. Abdurahman KÜÇÜK, Fetih ve Fâtih, Diyanet Aylık Dergi, Sayı. 29, Sh, 20-22; ALGÜL, a.g. yazı dizisi.
7- Midhat SERTOĞLU, Fetih ve Fatih, İst. 1986, S:78; Prof.
8-Dr. Hüseyin ALGÜL, Fetihten Sonra İstanbul’un îmar ve İskânı, Diyanet İlmî dergi, Cilt. 33, sayı:4, Sh: 17-26 SARIKOYUNCU, a.g .makale.
9-Orhan Seyfi ORHON
10- ALGÜL: a.g .yazı dizisi.
11-ALGÜL:a.g. makale.