Makale

İNSAN HAKLARI AÇISINDAN VEDA HUTBESİ’NİN ÖNEM VE DEĞERİ

İNSAN HAKLARI
AÇISINDAN VEDA HUTBESİ’NİN
ÖNEM VE DEĞERİ


Şükrü ÖZBUĞDAY
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

İslâm inancına göre insan; aklî, bedenî, ahlâkî ve ruhanî en mükemmel meleke ve !yeteneklerle donatılmış bir varlıktır. İnsan, maddî ve manevî her çeşit yükselmeye müsâit bir şekilde, günâhsız, tertemiz olarak doğar. Gerek dış görünüşü gerekse iç âlemi itibariyle varlıkların en güzelidir. Kur’an-ı Kerim’de: “Biz, insanı en güzel biçimde yarattık” (1)buyurulmaktadır.
Bu sebeple insana saygı ve bireylere hizmet, temel felsefe ve irâde olarak kabul edilmelidir. Çünkü insan yeryüzünde Allah’ın bir memuru ve halifesidir. Onun bu özelliği Kur’an-ı Kerim’de şöyle belirtilmektedir: “Hatırla ki Rabbin meleklere: ‘ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ dedi...”’(2)
İslâm’a göre her insan Allah’ın kuludur. Bir tek kişi dışarıda kalmamak şartıyla bütün insanlar tabii haklara sahiptirler. Yalnız bu haklar, onun insan oluşu bakımından, doğuştan sahip olduğu haklardır. Bütün insanlar, bir ailenin üyeleri gibidirler. Asalet doğuştan değil, ahlâkî fazî- let, hak ve vazifeye bağlılıkla meydana gelir. Hangi ırka, hangi sınıfa, hangi mesleğe ve hangi rütbeye sahip olursa olsun, bütün insanlar eşit haklara sahiptirler. Böylece her bir fert de, diğerlerine aynı ailenin üyeleri gözüyle bakacak ve öyle muamele edecektir. Hiçbir fert, mensup olduğu sınıf, meslek, ırk veya cinsiyet dolayısıyla tabiî haklarının hiçbirinden mahrum edilemez.
Yine İslâm’a göre bütün insanlar adâlet karşısında eşittirler. Devlete karşı görevlerini, yerine getirdiği sürece bir müslümanın gayr-i müslimden farkı yoktur.(3)
Sonuç olarak insan, mü’min olsun olmasın. Allah’ın kulu ve güzel bir emânetidir. Bundan dolayı insan haysiyet sahibi olup hürmet edilmeye lâyıktır. İnsanlar arasında, insan olma bakımından herhangi bir fark görmemek, onları eşit hak ve vazifelere, kıymet ve değerlere sahip varlıklar olarak kabul etmek, İslâm’ın temel felsefesidir.
İnsan hakları açısından Veda Hutbesi, İslâm’ın önemli kaynaklarından birisi sayılır. Bilindiği gibi Veda Hutbesi, Hicret’in 10. yılında Hz. Peygamber’in hac farizasını ifâ için Mekke’ye gelip, Vedâ Haccı esnasında irâd ettiği hutbelere verilen bir isimdir. Şu kadar var ki, Vedâ Hutbesi yalnız Arafat’ta irâd edilen hutbe olmayıp, Arafat’ta arefe günü (Zilhicce’nin 10. günü) ile yine Mina’da bayramın ikinci günü irâd edilen hutbelerin bütünüdür. I4) Bunlardan meşhur olana Arafat’ta, sayıları kadın-erkek 140.000’i aşan bir topluluğa irâd edilen hutbedir. Bu hutbe temel bir kanun olarak insanın hak ve vazifelerini özetlemektedir. Hz. Peygamber bu hutbeyi irâd ettikten üç ay sonra vefat ettiğine göre, bu O’nun hakîkî vasiyyetidir.(5)
Hz. Peygamber, bu mahşerî kalabalıkta hutbesine başlamadan önce Cerir b. Abdillah vasıtasıyla sükûneti temin etmiş ve sahabilerinden Re- bia b.Ümeyye gibi gür sesli münâdîler görevlendirerek konuşmasının cümle cümle tekrar edilip, uzaklara kadar duyulmasını temin etmiştir ki, bu teknik anlamda bir bakıma hoparlör teşkilatından yararlanmak demektir.<6>
Şimdi İslâm tarihinde “Vedâ Hutbesi” olarak tescil edilen bu önemli ve evrensel tebliğin bazı bölümlerini verip, onun içerdiği konuları açıklamaya çalışalım.
“Hamd ve şükür Allah’a mahsustur; biz O’na hamdeder, O’ndan yardım talep eder, affımızı O’ndan diler ve O’na yöneliriz. Nefislerimizin şerlerinden, hareket ve fiillerimizin kötülüklerinden Allah’a sığınırız. Allah kimi sapıklığa sev- kederse (artık) o kimse için doğru yola sevkedecek yoktur. Allah’tan başka ilah olmadığına göre O’nun tekliğine ve eşinin bulunmadığına şe- hadet ederim. Yine şehadet ederim ki, Muhammed, O’nun kulu ve elçisidir.
Ey Allah’ın kulları! Sizlere Allah’tan korkup çekinmenizi tavsiye ve sizi O’na itaatta bulunmaya teşvik ederim. Bu suretle en iyi ve en hayırlı olan bir şey ile (sözlerime) başlamak istiyorum:
Ey insanlar! Sizlere açıkladığım (şeyleri) dinleyiniz. Zira bilmiyorum, bu yıldan sonra bulunduğum bu yerde belki de sizlerle tekrar buluşamayacağım.
Ey insanlar! Kanlarınız (hayatınız), mallarınız, haysiyet ve şerefleriniz, Rabbinizle buluşacağınız (güne) kadar, bu mahalde (Mekke), bu ay da (Zilhicce) bu günün kutsallığı gibi kutsal ve saygındır. Dikkat ediniz! Tebliğ ettim mi? Ey Allah’ım, sen şahit ol!
Emânet olarak eli altında bir şey bulunduran kişi, onu kendisine emanet etmiş olan kimseye iâde etmelidir.
Bundan böyle cahiliyyet döneminde ödünçler üzerinden alınan fâiz kaldırılmıştır; şu kadar var ki, (ödünç olarak verdiğiniz) sermayeleriniz sîzindir; (bu suretle) ne zulmedecek ve ne de zulme uğrayacaksınız. Allah (bundan böyle) fâizin kaldırılmasını hükmetmiştir. (Kaldıracağım) ilk fâiz, amcam Abbas İbn Abdülmüttalib’in ribâsıdır.
Yine cahiliyyet devrinin kan davaları kaldırılmıştır: (Kaldıracağım) ilk kan davası yeğenim Âmir İbn Rebia İbn el-Hâris İbn Abdulmutta- lib’in kan davâsıdır.
Câhiliyyet devrinin (Mekke şehri ile ilgili) âdetleri kaldırılmıştır. Kabe muhafızlığı (sidâne) ve hacılara su işleri (sikaye) vazifesi bundan müstesnadır.
Ey insanlar! Gerçekten şeytan, sizin bu ülkeniz üzerinde kendisine tapıl- maktan ümidini kesmiş bulunuyor. Fakat o bunun dışındaki iş ve hareketlerinizden ehemmiyetsiz saydıklarınızda, kendisine tâbi olmaktan hoşnud olacaktır.
Ey insanlar! Kadınlarınızın haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Sizin kadınlar üzerinde haklarınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Kadınlara en iyi şekilde davranıp muâmele ediniz. Çünkü onlar, sizin himaye ve muhafazanız altına girmiş kimselerdir. Kadınlar hususunda Allah’tan korkup çekinin.
Ey insanlar! Mü’minler kardeştirler. Bu kimse için kardeşinin malını yemek, onun tam rızasını almadıkça helal olmaz. Allah, her hak sahibine hakkını (Kur’an’da) vermiştir.
Benden sonra küfre sapıp birbirinizi boğazlar hale gelmeyin. Gerçekte ben size öyle bir şey bırakıyorum ki; siz ona sarıldıkça dalâlet ve sapıklığa düşmezsiniz; Bu Allah’ın kitabı ve O’nun Nebisi’nin sünnetidir.
Ey insanlar! Rabbiniz bir, ceddiniz birdir. Hepiniz, Âdem’den türemiş bulunuyorsunuz.
Adem ise topraktan yaratılmıştır. Allah katında en makbûl olanınız, O’ndan en çok korkup çekineninizdir. Bir Arab’ın Arap olmayana, -takva hariç- üstünlüğü yoktur.
Hutbenin sona ermesinden sonra Peygamberimiz’in. huzurundaki o muazzam topluluğa:
“Ey insanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne dersiniz? diye sordu. Ashab-ı Kirâm:
“Allah’ın risaletini tebliğ ettin, ıisâlet vazifesini yerine getirdin, bize vasiyet ve nasihatte bulundun! diye şahâdet ederiz” dediler. Hz. Peygamber, mübârek şehâdet parmağını göğe kaldırarak, sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek üç kere:
“Şahid ol yâ Rab! Şâhid ol yâ Râb! Burada bulunanlar bulunmayanlara (bu sözlerimi) tebliğ etsinler.” (8) buyurdu.
Hz. Peygamber- görüldüğü gibi- hutbesine Allah’a hamd ve senadan sonra: “Eyyühennas: Ey insanlar!” nidâsıyla başlamış ve önce dinleyenlerin dikkatini çekerek, oradan bütün dünyaya hitap etmiştir.
Bu hutbe, İslâm’ın temel konularına temas etmesi câhiliyyet âdetlerinin ortadan kaldırılması, eşitlik, hürriyet, kan davâları, fâiz, emânet, özellikle insan hakları, âile hukuku içinde yer alan karı-koca hakları, vasiyet, nesep, zina, borç ve kefâlet gibi hukukî meselelere yer vermesi açısından oldukça önem taşır.
Hz. Peygamber’in bu hutbesi, yalnız müslümanlara okunmuş sıradan bir hutbe olmayıp, bütün insanları kapsayan tarihî bir hutbe ve bir insan hakları evrensel beyannamesidir.
Hutbede 7-8 yerde geçen ve paragraf başlarını oluşturan “Ey nâs: Ey insanlar!” kelimesi bu hutbenin veya bu beyannamenin evrensellik yönünü, yani bütün insanlara şâmil olma özelliğini ortaya koyar. Çünkü bu kelime ile Hz. Peygamber, sadece huzurundaki müslümanları değil, orada bulunmayan gayr-i müslim; hatta inançsız, Allah’ı tanımayan bütün insanlara seslenmeyi hedeflemiştir. Zira “nas” kelimesi mutlak bir sözcük olup, inananı, inanmayanı; müslimi, gayr-i müslimi, erkeği, kadını, orada bulunanı, bulunmayanı; hâsılı akıl sahibi bütün mükellefleri içine almaktadır. Dolayısıyla bu mesaj, o gün orada hazır bulunan insan kitlelerine mahsus değildi; bilakis bütün dünyaya duyurulacak açık bir davetti. Hz. Peygamber, orada bulunanlardan, ilân ettiği prensipleri kabul ve tebliğ edeçeklerine dair söz aldı.
Ve üç ay sonra da irtihal buyurdu.<7’
Hz. Peygamber, bu hitabesinde birtakım sosyal reformlar telkin etmiştir. Fakirin zengin tarafından her türlü is- tismârı yasaklanmış, borç alınan paraya eklenen fâiz kaldırılmıştır.
Erkeklere, hayat arkadaşları ve yardımcıları olduğu için hanımlarına iyi muâmele etmeleri emredilmiş, ırk ve memleket farkları tamamen ortadan kaldırılmıştır. “Arab’ın Arap olmayana hiçbir üstünlüğü yoktur”, çünkü bütün insanlık aslında tek bir ırka mensuptur. Ayrıca, canların, malların, namus ve şereflerin, mukaddes olduğu ilân edilmiştir. Hz. Peygamber Veda Hutbesi’nde İslâm Dîni’nin âdetâ bir özetini vermiş gibiydi. Her konu, Allah, insan ve diğer varlıklar üçgeninde cereyan ediyordu. İnsanlar tarağın dişleri gibi eşit telâkkî edilmişlerdir. İnsanın kendi özüne, canına, malına, düşüncesine ve her şeyine dokunulmazlık getirilmiştir. Özetle bu hutbe, insanların kaybetmiş oldukları haklarını yeniden ortaya koymuştur.
Vedâ Hutbesi’nde diğer konular yanında, özellikle fert ve toplum hayatında son derece önemi olan şu hususlara dikkat çekilmiştir:
1- Herkesin can, mal ve namusu tecâvüzden korunmuştur.
2- Kimsenin, kimseye zarar vermeye hakkı yoktur.
3- Bütün müslümanlar kardeştir.
4- Bütün borçlar iâde edilecek ve borç olarak alınanın dışında bir fazlalık (fâiz) ödenmeyecektir.
5- Kan dâvâları ve âdâleti şahsen yerine getirmek yasaklanmıştır.
6- Kadınlar, erkeklerin hayat arkadaşlarıdır, buna göre onlara iyi muâmele edilmesi emredilmiş, onların da tıpkı erkekler gibi mal ve mülke şahsî tasarruf hakları olduğu öngörülmüştür.
7- İnsanların ırk ve renk farkı gözetilmeksizin birbirine eşit oldukları belirtilmiştir.
8- Aile ve toplum hayatına zarar veren zina vb. davranışlar yasaklanmıştır.
9- Kur’an-ı Kerim’in, insanlara bir emânet olarak bırakıldığı ve sımsıkı sarılınması tavsiye edilmiştir.
10- Cahiliyyet döneminde Araplar arasında ihtilâf konusu olan gün, ay ve yıl hesaplamasına açıklık getirilmiş, çıkar için bazı ayların helâl, bazı ayların haram sayılması ve bunların yerlerinin değiştirilmesi yasaklanmış, bir yıl oniki ay olarak tespit edilmiştir. Ayrıca Mekke ve çevresinin kutsallığına işâret edilmiştir.
11- Emânetlerin, sâhiplerine mutlaka iâdesi vurgulanmıştır.
Vedâ Hutbesinin hukuk açısından insan haklarına getirdiği değerler açıktır. Dînî , İlmî, sosyal, idâri, siyâsî ve ailevî birtakım hak ve vazifeler getirmiştir. Bu hutbenin sosyolojik tarih açısından da önemi inkâr edilemez. Hz. Peygamber bu hitâbesinde cahiliyyet döneminin bütün âdet ve geleneklerini yıkmış, her biri bir devrim niteliğinde olan hak ve vazifelerle ilgili hükmünü bildirmiştir.
Bu hitabenin irad olunduğu gün, İslâmiyet, bütün kudret ve ihtişâmiyle, dünyaya hitap ediyor, cahiliyyet döneminin bütün karanlıklarıyla ve sapıklıklarıyla geçmiş ve kapanmış olduğunu bildiriyordu.
Vedâ Hutbesi, insan haklarını 632 yılında tüm dünyaya böylece ilân etmişken, bugün batılılar, insan haklarını, 1215 yılında İngilizler’in kendileri için kabul ettiği Magna Charta Libertatum (Büyük Hürriyet Akitnâmesi)na kadar götürmektedir. Ancak bu sözleşme, doğrudan kral ile vatandaşlar arasında değil, kral ile vatandaşı temsilen Lord’lar arasındaki birtakım hak ve yükümlülükleri ihtiva etmektedir. Daha sonra 1789 tarihli Fransız İhtilali ile birlikte insan hakları gündeme gelmiş ve insan haklan beyannamesi neşredilmiştir. Nihayet Birleşmiş Milletler 1948 yılında hazırladığı İnsan Haklan Evrensel Beyannamesi ile nihaî şeklini almıştır. İnsan Hakları 1215 yılına kadar götürülse bile, Vedâ Hutbesi bundan 583 yıl önce, konuyu gündeme getirmiştir. Bu açıdan Veda Hutbesinin tarihi bir değeri de vardır.
Yine Vedâ Hutbesi, geleceğin, hukuk, siyâset ve idâre dünyasının çok yönlü etki yapmış olan bir vesikadır. Bilhassa ınüslümanlar, hayatlarında Hz. Peygamber’i kendilerine örnek kabul ettiklerinden her alanda O’nıın izleri görülür. Hukukî, iktisâdî ve siyâsî alanlarda bunun örneklerini görmek mümkündür. Eğer dikkatle incelenirse; Hz. Ali’nin halife iken Mısır Valisi Mâlik b. el-Harîs el-Eşter’e yazıp gönderdiği siyâsî protokol-emir- nâme Hz. Peygambeı’in Vedâ Hutbesi’nden ilham alınarak hazırlanmış olduğu anlaşılır,(I0’
İnsanların birbirlerinin hak ve hukukuna riayet ettikleri, sevgi dolu bir dünyada yaşamak temennisiyle...


1- Tîn, 4.
2- Bakara, 30.
3- Alâuddin Ebû Bekir b. MesCıd Kâsânî, Bedâtus-Sanaii, Lübnan, 1974, c. 7, s. 100.
4- Kâmil Miras, Tecrid-i Sarih Tere, ve Şerhi, D.İ.B.Yayını, c.10, s. 396.
5- Prof. Dr. Muhammed Hamîdullah; İslâm Peygamberi, (Tere. M. Said Mutlu) İst., 1966, c. l.s. 175.
6- Miras, a.g.e., c.10, s. 396.
7- Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, İst., 1978, c. 1, s. 46.
8- Vedâ Hutbesinin tam metni için Bkz. Kâmil Miras, a.g.e., c. 10, s. 397-399; Prof. Dr. Muhammed Hamîdullah, a.g.e, c. 7, ,v. 175177; Diyanet İlmî Dergi, c. 28, sayı, 1, s. 3-6.
9- Prof. Dr. Osman Eskicioğlu, İslâm Hukuku Açısından Hukuk ve İnsan Hakları, İzmir 1996, s. 255, 256, 262, 263, 265, 269, 271.
10- Ahmet Gür kan, İslâm Kültürünün Garbı Medenileştirmesi, Ankara 1975, s. 333