İSLÂM’DA BÂTIL İNANIŞIN YERİ YOKTUR
Mehmet ÇİFTÇİ
İslâm dini, çok sade, akıl ve mantığa hitap eden, her şeyin ilim açısından incelenmesini emreden, akıl ve nakil esaslarına dayanan, bu iki esasın dışında kalan her şeyi şiddetle reddeden İlâhî bir müessesedir.
Ne yazık ki, Müslümanların saf inanışlarının içerisine ister ticarî, ister kasdî, ister örfî olsun birtakım safsata ve dinle asla ilgisi bulunmayan yanlış ve bâtıl inanışlar sokulmuştur ve hâlâ sokulmaya çalışılmaktadır. Çünkü bir milleti kuvvetle ayakta tutan ve payidar olmasını sağlayan en büyük faktör hak ve doğru olan dini ve geleneksel duygulandır. Müslümanların ve bilhassa Müslüman Türk milletinin en büyük dayanağı İslâm dinidir. Bu dayanağı içten içe kemirmek suretiyle çürütmek isteyen bâtıl ve bozucu inanışları her Müslümanın tanıması ve bunlardan kaçınması şarttır. Bunlar:
1 — Baykuş ötmesinin bir kötülüğe alâmet olacağını sanmak ve bundan huylanmak, evham etmek,
2 — Köpek ulumasını uğursuzluk telâkki etmek,
3 — Önünden kedi, köpek, tavşan veya sevmediği bir insan geçtiği zaman, o gün işinin ters gideceğine inanmak, rast gele böyle bir şey olduğu takdirde hemen o geçenin kötülüğüne, uğursuzluğuna hamletmek. Halbuki Allah’ın yaratıklarının içerisinde hiç bir şey abes ve uğursuz değildir.
4 — Elden sabun alınırsa kavga edileceğine inanmak,
5 — Elden makas ve maşa almamak ve bunların ayrılığa sebep olacaklarına hükmetmek,
6 — Türbelerin pencerelerine ve önündeki çalılara, ağaçlara çapıt bağlamak ve düğüm yapmak, bunlarla bir murada nail olacağına inanmak; oradaki yatan için abdest alır diye ibrik, sabun ve havlu koymak.
Çapıt bağlama âdeti: İslâmiyeti kabul etmezden evvel Türklerin dini (Şaman) lık idi. Bu inanışa göre, büyük bir ağaca, bir çalıya çapıt, bez bağlamak en büyük adak ve kurban sayılırdı, bunun adına da (Yalama) tâbir olunurdu, Türkler Müslümanlığı kabul ettikten sonra bu gelenekler devam edegelmiştir.
7 — Ne olduğu ve mânâsı belli olmayan birtakım muskalar yazmak, onları kabul etmek ve bunlara inanmak, bunları dinle ilgiliymiş gibi âyetlerle süslemek. Muskacılığın büyük mesnetlerinden biri olan (Kenzül- havass) kitabının ne kadar saçma ve mânâsız olduğunu bir misalle açıklıyalım. C. 2; s. 224 de ikişer defa: Bürhetiye, kerir, tetliye, turan, mezcel, bezcel, terkap, berhiş, gılmış, hutır, burşan... C. 2; S. 211 de: Teheş, neheş, kehel, marş, yarş, seruş, huş, nuş, nevaş, nehras... İşte bu safsataların her murada nâiliyete sebep oldukları uzun uzun anlatılmakta, din cambazlığına ve istismarcılığına devam olunmaktadır. Müslüman kardeşlerimizin bunları bilmeleri ve inanmamaları lâzımdır.
8 — Bir hırsızlığı veya bir kabahati meydana çıkarmak için cin derdirmek ve bunu sanat hâline getirmek. Bunun doğruluğuna inanan ise Allah muhafaza buyursun küfre kadar gidebilir. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’in (Sebe’) sûresinin 14’üncü âyetinde: Cinnilerin dahi gaipten anlamadıkları ve bilmedikleri açıklanmaktadır. Bunu sanat edinenlerin bir çoğunun aklî muvazenelerini kaybettikleri ve sefil bir duruma düştükleri her an görülen vakıalardandır.
9 — Bir yuvayı dağıtmak veya gönül hırsızlığı yapmak; birisinin hastalığım, bedbaht olmasını isteyerek sihir ve büyü yapmak ve bunlara inanmak, İslâmiyetin nefret ve yasak ettiği en kötü hareketlerdir. Çünkü Cenâb-ı Hak ve Hazreti Peygamber Efendimiz, büyü ve sihir yapan ve yaptıranların şerlerinden Müslümanların sakınmalarını emir buyurmuşlardır.
10 — Yatırların niyetlerine kurban kesmek, başlarında namaz kılmak. Halbuki mecbur kalmadıkça kabristanlıkta namaz kılmak câiz olmadığı gibi, dilek ve dualarında Allah’la kendi arasında başka birisini aracı yapmak da kat’iyen câiz değildir. Bazı türbelere hususî mihraplar koymak ve namazlıklar sermek de keza saçma ve yersizdir.
11 — Güneş ve ay tutulduğunda dümbelek çalmak ve silâh atmak. (Yalnız bunlar, Müslümanları mânevî intibaha davet etmek suretiyle yapılırsa müstesna). Zaten silâh atmanın geleneksel mânâsı da bu dinî kaideye mebnidir. Peygamberimiz (s.a.s) in son oğlu Hz. İbrahim’in daha küçük yaşta vefatı kendilerini çok üzmüş ve mahzun etmişti. O gün tesadüfi olarak ay tutulmuştu. Müslümanlar bu olayı bir matem ifadesi olarak kabûl ettiler. Bu husus Peygamberimiz (s.a.s.) m kulağına vardığında kendi acısını unutarak Müslümanları derhal topladı ve: “Ay ve güneş Allah Teâlâ’nın varlığına ve birliğine delâlet eden iki büyük âyettir, binaenaleyh bir insanın ne ölümünden ve ne de doğumundan dolayı ne doğar ne batar ve ne de tutulurlar” buyurdular.
12 — Cenaze çıkan eve ışık koymak, cenazenin, hiç bir dinî ve İlmî mesnedi olmadığı halde elli ikinci gecesinde kemiklerinin bir birinden ayrıldığına inanmak. Bu da çok saçmadır.
13 — Doğum yapan lohusa kadınların albastı olacağına inanarak kırmızı elbiseler giydirmek, başlarına kırmızı örtü bağlamak, aynı gün ve aynı hafta içinde doğan iki komşu çocuğun kırklarının karışmasından korkarak bunun için dîne ve sağlığa aykırı tedbirler düşünmek ve yapmak.
14 — İki bayram arasında nikâh yapılamıyacağına inanmak. Bu konunun aslı şöyledir: Hem bayram ve hem de Cuma olan bir gün Peygamberimize bir genç gelir, o anda nikâhın yapılıp yapılamıyacağını sorar. Peygamberimiz (s.a.s.) de, bayram ile Cuma arasındaki bir kaç saatlik vaktin darlığını kasdederek iki bayram arasında yani dar vakitte nikâhın olamıyacağını işaret buyururlar. Hakikat budur. Meselâ, Ramazan ile Kurban Bayramları arasında nikâh yapılmakta dînen hiç bir sakınca yoktur.
15 — Kapıların eşiklerine, yeni yapılan binaların duvar ve saçaklarına nal, tabak ve sahan çakmak, köpek başı iskeleti asmak.
16 — Çocukların omuz başlarına, boyunlarına nazar boncukları ve iğde dalından yapılmış boğurdak tâbir olunan şeyleri asma.,
17 — Bakla dökmek, remil atmak, her ne şekilde olursa olsun falcılık yapmak, hiç bir teknik usule dayanmaksızın yıldızlardan ahkâm çıkarmak, yıldıznameler yazmak, burçlar çıkarmak ve bunlara göre hüküm yürütmek. Peygamberimiz (s.a.s.) Efendimiz: “Kuş uçurmakla falcılık yapan ve bundan bir mânâ çıkaran ve çıkartan, gelecekten haber veren ve haber alan, sihir yapan ve yaptıran bizden değildir ”
“Muska yapmak ve yazmak, nazarlık takmak, şirinlik sihri yaptırmak şirktir”
“Falcıdan, müneccimden geleceğe ait bir şey soran kimsenin tevbesi ve kırk gün ibadeti kabul olunmaz.”
“Falcının, büyücünün dediklerine inanan kimse de Muhammedi nazil olanı inkâr etmiş olur.” buyurmak suretiyle bu safsata inanışları reddetmişlerdir.
18 — Akşam vakti bir hacet bitirmenin, Cuma günü yola çıkmanın, Salı günü çamaşır yıkamanın kötülüğüne ve uğursuzluğuna inanmak. Maalesef bu uydurmaların tesiriyle bir çok âile ve işçiler işlerinden kalmakta, kıymetli vakitler heder edilmektedir.
19 — Bir dededen medet ummak, onun adına bir şeyler adamak, gönlünün muradına nâiliyyeti için ona yalvarmak. Bu gibi hususlar insanı doğrudan doğruya şirke götürür. Çok acı bir gerçektir ki, bu gün özellikle kadınlar dekolte kıyafetleriyle, bir şeyler ümit etmek ve sevaba nail olmak maksadiyle Ankara’da Hacıbayram Camii avlusunu ve İstanbul’da Eyüp Sultan Hazretlerinin türbesinin etrafını doldurmakta, özellikle Hacıbayram Velî türbesinin ziyareti, Cumaya rastladığı zamanlar, Müslümanların huzurla namaz kılmalarına mâni olunmakta ve sevaptan çok, günah kazanılmaktadır. Bu hususların titizlikle dikkate alınması lâzımdır.
20 — Bir şeyhe bağlanmak, onu Allah ile kendi arasında rabıta telâkki etmek, onun artığından ve tükrüğünden, abdest ve gusül sularından feyiz alacağını ümit ederek yemek, içmek ve bunları pis oldukları halde kullanmak. (Mürşit diye isim takılan birisinin abdest suyunun bardak, bardak paylaşıldığına, mezkûr kimselerin lokum veya şeker artıklarının iştiha ile bu maksatla yendiğini duydum.)
Ancak İslâm büyüklerine hürmet edilir, müttakî ve âlim olan kimselerin hareketleri örnek olarak kabûl edilir, ilim ve irşadlarından istifade edilir, dinî konular sorulup öğrenilir. Bunun dışında hiç bir şey yoktur. Kadın, erkek bir araya toplanıp “Hu” çekmek hele hiç yoktur. Bunlar İslâm dîni esaslarından tamamen uzaktır.
21 — Kabristanlarda ölmüşlerin mezarı başına mum ve meş’ale yakmak, mezar başında duâ etmeksizin hareketsiz duruşda bulunmak, bunlar ateş perstliğe ve putperestliğe benzediklerinden küfrü mucip olabilirler. Halbuki ölmüş bir insan ruhunun, dirilerden beklediği tek şey, kendisi için hayır duâ edilmesi, namına, insanların fayda göreceği hayırlı müesseselerin vücuda getirilmesidir. Faydasız olan her şeyin, her hareketin İslâmiyette adı, israftır.
22 — Tavukların ve pis hayvanların su içtikleri mikroplu pis kaplardan, hasta çocukların yüzlerini yıkamak suretiyle ondan şifa ümit etmek, bu maksatla kurşun eritmek ve kor söndürmek; ulu ağaçların altından üç defa geçirmek (Doktor ve ilâç yüzü görmeden böylece ölen körpe yavruların sayısı bir hayli kabarıktır).
23 — Son zamanlarda yayılma kabiliyeti gösteren bir saçma fikir daha : “Mevlâna türbesini iki defa ziyaret eden, yarım hacc sevabına nail olurmuş”. Evvelâ dînimizde yarım haclık diye bir şey yoktur, İkincisi Allah korusun, böyle bir fikirle yapılan ziyaret, îmanlı bir Müslümanı, îmansız yapabilir.
24 — Para kazanmak maksadiyle dinî bir eser süsü vererek, manâsız ve yanlış, hiç bir esasa dayanmayan yayınlar, kitaplar basmak, yazmak ve bunları okumak, bunların içerisindeki uydurma ve saçma duâları gûya kabir azabından kurtulmak için kefenin içerisine koydurmak. Allah’ın emirlerini tutup, yasaklarından kaçınmamış, kendisi için lâzım, olacak iyi işler işleyememişse, dünyanın bütün senetlerini ve dualarını alsa götürse hiç bir fayda temin edemez. Bu uydurma ve basma kalıp kitapların bir kaçının isimleri: Döngel, M. Hanefi ve Hz. Ali Cenkleri, Uğru Abbas, Vasiyetname, Kenzülhavass, Rüya Tâbirleri, Kesikbaş Hikâyesi, Karınca Dûaları v.s.
İşte bütün bunlar, bizim berrak ve tertemiz dînimizi ve îmanımızı içten içe kemiren sinsice sokulmuş zararlı fikir ve kanaatlerdir. Bunlardan sakınmaklığımız zarurîdir.
Dinî geleneklerimize, ahlâkî esaslarımıza, toplum bünyemize, millî birlik ve beraberliğimize her an zarar vermekte olan ve ayırıcı telkinleriyle zehir saçmakta olan, çıplak kadın tellâllığı ve sapık düşünce propagandacılığı yapmakta olan mâhut yayınlardan da şiddetle ve nefretle sakınmaklığımız da zarurîdir. Aksi halde bu milletin dejenere edilmesine milletçe göz yumulmuş ve necip bir neslin mahvına sebep, olunmuş olur ki, bunun da sorumluluğu çok büyüktür ve bu sorumluluğun, daha çok ellerinde ıslah imkânları bulunanlara râci olduğunu sanırız.