Makale

İSLÂM’DA YAŞAMA HAKKI

1968 yılının “İnsan Hakları Yılı” olarak ilân edilmesi münâsebetiyle:

İSLÂM’DA YAŞAMA HAKKI

Dr. Lûtfi DOĞAN

İslâm’da, mü’min, birçok hak ve görevlerle yükümlüdür ve onları ge­reği üzere gözetmekle sorumludur. Müslümanın bir taraftan Yüce Allah’ı­na karşı yerine getireceği kulluk görevleri, ibâdetleri; diğer taraftan an­ne ve babasına, yakınlarına, yoksullara, yetimlere ve birlikte yaşadığı bütün insanlara karşı yaptığı davranışları, kişiliğinin temelidir. Görüldüğü gibi bu anlam içinde, insan haklan, Müslümanın sorumluğuna verilmiş, onun kulluğunun gereği olmuştur.

Yaşamak, her varlığın, her insanın tabiî bir hakkı olduğundan can­lının ilk işi, varlığım, devam ettirmek için bütün gücüyle çalışmasıdır. Ya­şayışı güven içinde bulunmayan bir insanın dâima üzüntülü olması bun­dandır. İnsanlığın yaratılışına ve tabiatına uygun olan İslâm, fertler için tabiî olan bu hakkı önemle korumuştur. Dînimize göre hayat, Şânı Yüce Allah’ın insana ihsânıdır. Hiç kimse, Allâh’ın irâdesi dışında ona sahip olamaz. Bu konuda Yüce Allah: “Doğrusu dirilten ve öldüren Biziz; hep­sinin gerisinde de Biz kalırız.” (Hicr, 23). Diğer bir âyet-i kerîmede ise: “Doğrusu Biz diriltiriz, Biz öldürürüz, dönüş Bizedir.” (Kaf, 43) buyuru­yor. Toplumun yararına ve yaşayanların hayatını korumak için, kişilerden yaşama hakkım kaldırmak yalnız devlete verilmiştir. Haksız yere bir in­sanın hayatına saldırmak, bütün topluma yapılmış bir saldırmadır. Bir insanın hakkım vererek, onu ölümden kurtarmak, bütün toplumu hayata kavuşturmaktır. Yüce Allah bu konuda meâlen şöyle buyuruyor: “Kim bir kimseyi, bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu diriltirse, ölümden kurtarırsa, bütün insanları diriltmiş gibi olur.” (Mâide, 43).

Yüce Dînimize göre, kişinin yaşama hakkına saldıran bir adam, bu­nun cezasını kendi hakkından yoksun bırakılmak sûretiyle görecektir. İs­lâm’da hayata tecavüz, nasıl en kötü bir cürüm, büyük bir günah ise, ha­yat ile ilgili olan haklara saldırmak da böyledir. Her insanın maddî ha­yatı gibi manevî hayatı olan ırz, namus, şeref ve haysiyeti de her türlü saldırmadan korunmuş, birer mukaddes haktır.

İslâm yaşama hakkının korunmasında ve onunla ilgili hususlarda birçok esaslar koymuştur. Bunların başında haksız yere insan öldürmek gelir. Bu, kesin surette yasaklanmıştır, haramdır, büyük günahlardan­dır. Bu konuda Yüce Allah, yasakladığı şeyleri açıklarken, şöyle buyuru­yor: “De ki: Gelin size Rabbinizin haram kıldığım söyleyeyim, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anaya babaya iyilik yapın, yoksulluktan ötürü çocuk­larınızı öldürmeyin, sizin ve onların rızkını veren Biziz, gizli ve açık kö­tülüklere yaklaşmayın, Allah’ın öldürülmesini haram kıldığı cana haksız yere kıymayın, onu öldürmeyin, Allah bunları size düşünesiniz diye bu­yurmaktadır.” (En’âm: 151). Sevgili Peygamberimiz, insan haklarım açıkladığı Vedâ Hutbesinde bu konuda şöyle diyordu: “Ey insanlar! Kan­larınız ve mallarınız, Allah’ınıza kavuşacağınız zamana kadar, bu gün na­sıl kutlu bir gün, bu ay nasıl kutlu bir ay ise ve bu belde nasıl kutlu bir belde ise, öylece kutsaldır, her birinizin kam ve malı ötekine haramdır. Kıyamet gününde Rabbinizin huzuruna çıkacaksınız. O da yaptıklarınızı bir bir soracak ve ona göre karşılığını verecektir. Sakın bundan sonra kâfirler gibi bölük bölük olup birbirinizin boynunu vurmayın... Cahiliyet âdetlerini ayağımın altına alıp çiğniyorum. Bütün kan gütme dâvâları tamamiyle kaldırılmıştır. Bunlar yalan ve uydurma şeylerdir.” Peygamberi­mizin mübarek dudaklarından çıkan şu anlamı yüce kelimeler, Allah’ın emirlerine boyun eğen kişilerin yolunu aydınlatıyor. Mü’min, Allah’ın em­rine, Peygamberinin sözüne uyar da, meşrû müdafaa hâli hâriç adam öl­dürmez, insanın hayatı ile oynamaz; îmân ve İslâm şerefine eren müs­lüman, kan dâvası gütmez. Bu yalan ve uydurma câhiliye törelerinin ar­dından insanların hayatına kasdetmez.

Bize yaşama nimetini veren Allah’tır. Onu almak yine O’nun hakkı­dır. Hayat O’nundur. Bu yönden insanın ne durumda olursa olsun, kendi kendini öldürmesi, intihar etmesi yasaklanmıştır, haram kılınmıştır. Yü­ce Allah meâlen: “Nefsinize yazık etmeyin, öldürmeyin.” buyuruyor (Nisâ, 29).

Yaşama hakkımızın korunması için gereken bir husus da, hayatımızı bile bile tehlikeye atmamaktır. Bu konuda şöyle buyruluyor: “Allah yo­lunda sarfedin, kendinizi kendi elinizle tehlikeye atmayın, işlerinizi iyi yapın. Şüphesiz Allah iyi iş yapanları sever.” (Bakare, 195). Gördüğümüz gibi emir, mutlaktır. Hayatımızı kötü duruma sokacak her şeyi içine alır. Bunlardan kaçınmak İlâhî bir emirdir.

İslâm’ın amaçlarından biri de, insanlar arasında sürekli bir barışın yaşanmış olmasıdır. Bildiğiniz gibi İslâm kelimesinin kök anlamı barıştır. Müslüman demek hem Allah’la, hem de O’nun yarattıklarıyla barış için­de yaşayan demektir. Bu yönden İslâm’ın cihat emri, insana yaşama hak­kım korumak için konmuş, savunma savaşı olarak izin verilmiştir.

Müslümanın vücudunu zayıflatacak, güçsüz bırakacak durumlardan koruması, sağlığına dikkat etmesi de yaşama hakkının gereğidir. Bu yön­den serhoş edici içkiler, uyuşturucu maddeler (esrar gibi) yasaklanmıştır. Zinaya yaklaşmak; ölü etinin, akan kanın ve domuz etinin yenmesi ha­ram kılınmıştır.

Sevgili Peygamberimiz elimizi dâima temiz tutmamızı, yemekten ön­ce ve sonra yıkamamızı öğütlerdi. Maddî bir temizlik olan, manevî temiz­liğe de yol açan abdesti almak, gusül etmek İslâm’da ibâdetin, namazın şartıdır. Yılda bir Ramazan ayında tutulan oruç, yiyeceklerimizi bir düze­ne sokar, sağlığımıza yararlı olur. İçinde su veya yemek bulunan üstü açık kabı örtmek, yudum yudum su içmek, dişleri misvaklamak, temiz tutmak... daha daha niceleri Peygamberimiz’in sağlığımız için tavsiyeleri­dir, onun yaşattığı törelerdir. Kur’ân-ı Kerîm’de dâima temizlik emredilir, temizlenenler öğülür: “Allah şüphesiz daima tevbe edenleri sever, temizlenenleri sever.” (Bakare, 222), “Orada» arınmak isteyen insanlar vardır, Allah, anırmak isteyenleri sever.” (Tevbe, 108). Dînimizde Allah sevgi­sinin yolu, temiz olmak, arınmaktır. Temizlik îmandandır. Sevgili Pey­gamberimiz, sağlığı bozacak şekilde vücûdu yormayı, hattâ ibâdet için bile olsa, onu zorlamayı doğru görmüyor.

İslâm’da ruhbaniyet yoktur. Peygamberimiz’in, bütün geceyi namaz­la, gündüzü oruçla geçiren ye bu suretle bazı vazifelerini ihmal eden bir Sahâbî’ye öğüdü şöyledir: “öyle yapma, oruç tut ama bazan da iftar et! Uyu ve namaz kıl, eşinin yanma git. Unutma ki, vücûdunun senin üze­rinde hakkı var, nefsinin de eşinin de... Bunları ihmal etme.”

İşte bütün bu haklan yerli yerinde kullanmak bizi iyi kul, mutlu in­san yapacak, kutlu yaşayışa ulaştıracaktır. Ne olursa olsun, ister dar, sı­kıntılı, zor; ister rahat ve geniş bir yaşayışta bulunalım, daima yaşamak müslüman için hayırlıdır. Mutluluğu, sonsuz nimetleri, Cenneti, cemâli kazandıracak bu hayattır, bu dünyadaki yaşayıştır, imanlı insan başına gelenlere sabreder; Allah’tan, ibâdet için çok çok yaşamak ve uzun ömür diler. Her türlü hareketini kaybeden, güçsüz kalan, yatağında yalnız îmânı ve düşüncesiyle var olan bir kul, bu halinde bile yaşamak arzular. Çünkü hayat, keremi sonsuz Rabbin verdiği nimettir; O’nundur; O, son­suz güzellikler ve hikmetler, sahibinin, karşılıksız veren Ulu Yaratıcının... Bunun için yaşamamız bakımından ve başkalarının yaşama haklarım gö­zetmemiz yönünden sorumluyuz. Kendi mutluluğumuz ve toplumumuzun huzûru için bunları gözetmek görevimizdir. “Rabbim Allah’tır” diyenler, iyi ve yararlı yaşayışı isterler, başkalarının da böyle olmalarım dilerler. Allah için yaşamak, insanları mutlu yaşatma isteğinin,’ başkalanmn ya­şama haklarına saygının mânâsını verir.