Makale

Din gönüllüsünün ruh formasyonu

Din gönüllüsünün ruh formasyonu

Dr. Yusuf Acar
Ankara İl Vaizi

Camiler Allah’ın evi, camileri dolduran müminler de Allah’ın şerefli misafirleri olunca, elbette Allah’ın evine ve misafirlerine hizmet etmenin şeref ve onuru da, sorumluluğu da o derecede büyük oluyor. Çünkü ‘Allah’ın ve Rasulü’nün hayat veren çağrısı (Enfal, 8/24; Cum’a, 62/9.)’nı dillendiren din gönüllüsünün bulunduğu makam sıradan bir istihdam alanı değildir. Hz. Peygamberin namaz kıldırırken durduğu yerde cemaate önderlik/imamlık etmek suretiyle salihlerin yaptığı duaya nail olmak (Furkan, 25/74.), elbette mesleklerden herhangi birisi olarak görülemez.
Samimi duygularla karşılığını yalnızca Allah’tan bekleyerek yedi yıl müezzinlik yapan kimsenin cehennemden kurtuluş beratını bizzat Allah’ın yazması ne hoş! (Tirmizi, Salat, 39.) Hz. Peygamber’in (s.a.s.), ‘Kıyamet gününde insanların en uzun boyluları.’ (Müslim, Salat, 14.) dediği müezzinlere, ezan sesini duyan bütün insanların, cinlerin ve diğer varlıkların kıyamet günü müezzinler lehinde şahitlikte bulunmaları ne büyük müjdedir öyle! (Buhari, Ezan, 5.) Hele tıpkı müezzinlerin piri Hz. Bilal gibi, ‘Yürekten ve kesin bir inançla ezanı okuyan kimse cennete girer.’ (Nesai, Ezan, 34; İbn Hanbel, II, 352.) garantisi, kaç insana nasip olur? Bizzat kâinatın en şereflisi Hz. Muhammed’in, ‘İnsanların en hayırlısı’ (Buhari, Fedailü’l-Kur’an, 21.) olarak ilan ettiği Kur’an öğretmenlerine bundan daha büyük payeyi kim verebilir?
Rahmet Peygamberi (s.a.s.), mescidin temizliğini yapan bir kadın öldüğünde kabri başında ona dua etmiş ve şöyle buyurmuştu: “Ben onu cennette mescit kırıntılarını toplar gördüm.” (Taberani, el-Mu’cemü’l-Kebir, XI, 238 (h.no:11607).) Caminin temizliğini yapan kayyım da, hangi seviyede olursa olsun camiye hizmet eden de, mahrum kalmaz Allah’ın ikramlarından.
Bakmayın siz dil alışkanlığıyla imam, müezzin ve Kur’an kursu öğretmeninden oluşan hizmet grubuna ‘din görevlisi’ dediğimize! Yok böyle bir tanımlama. Ne bu hizmet grubunun istihdamını düzenleyen resmî mevzuatta ne de dinî literatürde vardır din görevliliği. Zaten doğru da değildir. Zira bu hizmetleri hiçbir ‘görev’ tanımına sığdıramazsınız.
Hz. Peygamber’in bu olağanüstü müjdelerine elbette yalnızca ‘Meslekî Yeterlik Belgesi’yle erişme imkânı yoktur. ‘Uydum imama diyenleri’ her türlü negatif söylem ve davranışlardan arındırıp hayırda yarışan kardeşler topluluğuna dönüştürecek bir imamlar/önderler; körpe dimağları bir taraftan Kelam-ı Kadim’in kıraatiyle bülbüle dönüştürürken, diğer taraftan da gönül coğrafyalarını Kur’an ahlakıyla yeşerten öğretmenler; Ezan-ı Muhammedi’yi Hz. Bilal gibi ciğerden okuyan müezzinler olmak gerek. Sözün özü, hem fem-i muhsin hem de kalb-i muhsin olmak gerek. Demek ki, din gönüllüsünün formasyonu ancak ‘Meslekî Yeterlik Belgesi’ yanında samimiyet, ihsan, şeffaflık, tevazu, muhabbet, şefkat, fedakârlık, heyecan ve firaset gibi erdemlerle kemal bulabilecektir.
Her şeyden önce Allah’a, Rasulüne, Kur’an’a, meleklerine, bütün Müslümanlara ve idarecilerine karşı samimiyet dolu bir kalbe sahiptir din gönüllüsü. Çünkü hadisçilerimizin ifadesiyle ‘dinin dörtte birini oluşturan, hatta medar-ı İslam olan’ (Nevevi, Minhac, II, 37. Medar: Her şeyin dönüp dolaştığı odak nokta, bir yapının taşıyıcı sütunları demektir.) “Din mahza samimiyettir, (ya da tersinden söylersek: Samimi olmak, dindir” hadis-i şerifini böyle açıklamıştır Hz. Peygamber.
Samimiyetin göstergesi, kişinin diliyle kalbinin ve davranışlarının yeknesak olmasıdır. Hz. Şuayb’ın “Ben size yasakladığım şeyleri, kendim yaparak size aykırı davranmak istemiyorum.” (Hud, 11/88.) cümlesinde olduğu gibi, söylediğini yapan ve yaptığını söyleyen insandır din gönüllüsü!
Affedici ve Allah için alçak gönüllü/mütevazı olan kimsenin şerefini ve değerini Allah’ın artıracağını (Müslim, Birr ve Sıla, 69.) adı gibi bildiğinden, çocuğa çocukça ve yaşlıyla da ihtiyarca yaklaşır din gönüllüsü. Çünkü dininin gönüllüsü olduğu Allah’ın talimatıdır bu: “Yakın akrabalarını uyar! Sana tabi olan müminlere alçak gönüllü davran!” (Şuara, 26/214-215.)
Sultanın kendisine verdiği görevlerden ve istihdam ettiği makamlardan kendisinin Sultan nezdindeki değerini ve kıymetini öğrenen kimse gibidir din görevlisi; (İbnü’l-Kayyım, el-Fevâid, Beyrut 1973, III. Baskı, s. 51. Benzer bir ifade, Atâullah İskenderî’ye de nisbet edilir.) Sultanlar Sultanı Cenab-ı Hakk’ın bizzat kendi Kitabına, kendi mekânlarına ve şerefli misafirlerine, muazzez peygamberine ve sünnetine hizmet yolunda istihdam edilişinin aşkını ve heyecanını hisseder yüreğinde. Çünkü kullarını Rableriyle ve peygamberleriyle buluşturmak, Allah’ı kullarına ve kulları da Allah’a sevdirmektir onun işi. Böyle buyurur şefkat peygamberi (s.a.s.): “Allah’a yemin ederim ki, senin vesilenle bir tek kişiye Allah’ın hidayet verip doğru yola iletmesi, senin için, kızıl develerin/en kıymetli hazinelerin olmasından ve bunları infak etmenden çok daha hayırlıdır.” Arkasından da böyle bir güzelliğe vesile olan kimseyi, “Allah’ı ve Rasulünü seven, Allah’ın ve Rasulünün de kendisini sevdiği kişi’ olarak takdim eder Hz. Peygamber. (Buhari, Meğazi, 38, Cihad 102, 143; Müslim, Fedailü’s-sahabe, 34.) Hangi uğraşı ya da istihdam verebilir ki bu zevki insana!
Dinin gönüllüleri, Allah’ın nuru ile bakarlar her şeye ve o nur ile aydınlatırlar çevrelerini. (Tirmizi, Tefsir, 15.) Onlar bu firasetleriyle, her insanda potansiyel olarak mutlak var olan sevgi duygusunu, Allah’ı ve O’nun sevdiklerini sevmeye; hırs ve inadı, kullukta sürekliliğe; makam-mevki sevdasını da, en seçkin kullarla birlikte cennetin zirvelerinde yer edinmeye yönlendirirler.
Yavrularını her türlü tehlikelerden korumak için kendi canını hiçe sayabilen ana yüreği kadar büyüktür din gönüllüsünün kalbi. O kadar kocamandır ki, ‘Yaratandan ötürü bütün yaratılmışlara’ yer vardır orada. Dinin en gönüllüsü Hz. Peygamber’in şefkat ve merhamet pınarlarından kana kana içtiği için, ateşe düşmek üzere olan pervaneleri korur gibi ateşten ve yanmaktan korumaya çalışır insanları. (Müslim, Fedail, 19; Ayrıca bk. Buhari, Rikak, 26; Tirmizi, Edeb, 82.) O, okuduğu ezanın sesini işiten bütün bir mahallenin gençlerini ve çocuklarını cehalete, yobazlığa, yoksulluğa, şiddete ve uyuşturucu başta olmak üzere kötü yollara kaptırmamak için canhıraş bir çaba ve telaş içerisindedir. Şefkat peygamberinin (s.a.s.) “Bir mahallede bir kişi aç kalırsa, o mahalle halkı Allah’ın korumasından çıkar.” (İbn Hanbel , II, 33.) uyarısını bildiğinden din gönüllüsü, hizmetçisi olduğu camisinin yakınlarında yankılanan her âh’ın ve çığlığın acısını yüreğinde hisseder. Yalnızca midelerin değil, gönüllerin açlığı ve susuzluğu da ondan sorulur.
Selam olsun böylesi bir ruh formasyonuyla soylu bir hizmeti yürüten din gönüllüleri imam-hatiplerimize, müezzin-kayyımlarımıza ve Kur’an kursu öğretmenlerimize…