Makale

SADRETTİN KONEVİ’NİN HADİSÇİLİĞİ

SADRETTİN KONEVİ’NİN HADİSÇİLİĞİ

Prof. Dr. A. Osman KOÇKUZU

Prof. Dr. Ali Osman KOÇKUZU 1936 yılında Konya’da doğdu. İlkokul, Kur’ân hıfzı ve İmam-Hatip okulundan sonra, İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünü 1963 senesinde bitirdi. Üç yıl orta dereceli okul öğretmenliğinden sonra, merhum Profesör Muhammed Tayyib Okiç’in asistanı olarak Konya Yüksek İslam Enstitüsüne intisap etti. Halen Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde, Tefsir-Hadis bölümü başkanı olarak çalışmaktadır. Hadis İlimleri ve Hadis Tarihi (1983), Hadiste Nâsih ve Mensûh (1985), Büstânü’l-Muhaddisini (tercüme) (1986), Haber-i Vahitlerin İtikad ve Teşri Yönlerinden Değeri (1988) adlarıyla neşredilmiş dört kitabı yanında, değişik yerlerde yayınlanmış makaleleri vardır.

Vasiyetnamesinde, “İshak oğlu Muhammed, vâhid ve ehadd olan Allah zü’l-celâl’e inanmıştır. O Allah, tektir. İhtiyaçtan ve noksandan arınmıştır. Kendisi ne doğmuş ve ne de bir kimseyi doğurmuştur. Ona eş, küfüv ve denk olacak bir varlık da mevcut değildir” sözleriyle, son din İslamlığa inanç ve bağlılığını ilan eden, “dostlar beni iyi dualarla ansınlar. Her türlü haklarını bana helal etsinler. Bildikleri meşru haklarını helal kılsınlar. Benim bıraktığım bilgiler de onlara helal olsun diyerek” açık kalplilikle, ilim sahibinin, maddi haklardan çok daha kutsal olan öğretim-eğitim hakkını cömertçe helal eden büyük sûfi, hadisçi ve Türk düşünce hayatının seçkin siması, Sadrettin Konevî, rektörlüğümüzün çalışmalarıyla, Türk gençliğine ve sayın misafirlerimize ilk kez teferruatlı bir ölçüde tanıtılacaktır.

Biz bu tebliğde onun; hayatı, ilmi şahsiyeti, eserleri gibi yönlerine teması diğer tebliğ sahiplerine bırakarak, hadisle ilgisi üzerinde duracağız. Müstakil çalışması, “Kırk Hadis”ini de bir değerli tebliğ sahibi işleyeceği için, ona da sadece atıfla yetineceğiz.

I — HAYATI VE İLMİ ŞAHSİYETİ :

Fikirlerinin ağırlığı ve farklılığı sebebiyle, üzerine nisyan perdesi çekilmeye çalışılmış ilim adamlarından birisi de Konevi’dir. İbn-i Arabi’nin eser ve fikirlerini dünyaya tanıtan tek kaynak olmasına rağmen, onun eserlerinde Konevi’nin adının zikredilmemesi, muhtemelen Şeyh Sadrettin’in Türk asıllı olması, diğer Müslüman milletlerin onu yeterince tanımasını engellemiştir. Bunda eserlerinin, Konya ve Türkiye kütüphanelerine mahsur kalışının da etkisi büyüktür. Dünyanın onu gereği gibi tanımaması, bir bakıma izah edilebilir. Bizim onu gerektiği ölçüde tanımayışımız, tamamıyla bir hata ve eksikliktir. Adına ciltler dolusu eserler yazılması, kendisinin ve öğretisinin didik didik işlenmesi, her dönemde Konevi mütehassısı fertlerin yetiştirilmiş olması gerçeği, hiçbir dönemde gözler önüne alınamamıştır. Aziz milletimizin inanış üslubu ve zemini, böylesi büyüklerin tanınması ile ancak tanınabilir. Tarihi şahsiyetlerimizi bilmediğimiz, inançlarımızın, fazilet ve hatalarımızın kaynağını bulamadığımız takdirde, kendi öz kökenimiz üzerinde kendimize gelmemiz, yükselip gelişmemiz mümkün olmayacaktır.

Malatya’da doğup Konya’da yaşamış olan Sadrettin Konevi’nin adı Muhammet b. İshak’tır. Babası Mecdüddin İshâk, Selçuklu sarayına yakın, elçiliklerde bulunmuş bir ilim ve devlet adamıdır. Mecdüddin, sarayda şehzadelere ve sultanlara hocalık da yapmıştır.

Konevi’nin H. 605/M. 1207 yılında dünyaya geldiğini tarihçi Kerimüddin Aksarâyî haber verir(1). Nihat Keklik bu tarihi H. 606/ M. 1210 olarak kabul eder(2). İbrahim Hakkı Konyalı’ya göre de Sadrettin Konevi, H. 605/M. 1207 yılında doğmuştur (3). Şeyhin vefat tarihi her kaynağa göre H. 673/M. 1271’dir.

Bazı yazarlar onu müreffeh bir hayat içinde, köşk ufağı evinde yaşamı gösterirken, diğerlerine göre Konevi, zengin bir hayat sürmemiştir. Hâce Cihan isimli dostunun temin ettiği, bugünkü türbe, hânikâh ve mescidin yeri onun evidir.

Sadrettin Konevi Halep’e ve Mısır’a seyahatler yapmış, ömrünün 15 yıllık bir döneminde, manevi büyüğü ve hocası saydığı İbn-i Arabi ile birlikte olmuştur. Bu müddet için, farklı görüşler de vardır. Ömrünün kalan kısmında; eğitim, öğretim, irşat ve tasnif faaliyetleriyle gününü geçirmiştir. Resmi görevi bilinmemektedir. Bir kızı, bir oğlundan söz edilir. Oğlunun, düşman sûfi teşekküller tarafından öldürüldüğü veya kendi eceli ile öldüğü rivayetler arasındadır. Kızı Sekine ise, sülalesini sürdüren tek kaynak olmuştur.

A. Konevi’nin İlim ve Fikir Dünyası:

Sadrettin Konevi, Tefsir-Hadis-Fıkıh gibi şer’i ilimleri okutarak ve öğrencileri ile Müslüman halka bunları aktararak ömrünü geçiren bir din alimi değildir. O, İslami ilimleri öğrenmiş, ama daha çok deruni zevkler, felsefi bilgiler ve farklı bir tasavvuf halesi içinde yetişmiş; mütefekkir, sûfî, bizzat bilgilerini kendi ruh dünyasında tecrübe ederek yaşayan bir alimdir. Eserlerinde yer yer belirttiği gibi onun talimi (öğretisi) “seçkin zümrenin de seçkini”, yüce ruh yapılı kişilere yöneliktir. Bu gibi insanlar da cemiyetlerde gayet azdır. Bu tabaka dışında, Konevi’nin çevresindekilere, idrakleri seviyesinde irşatları da olmuştur.

Ahmet Ateş, İbn-i Arabi’yi ve öğrencisi Konevi’yi: “düşünce malzemeleri değişik kaynaklı, fikirleri halita (karışım) halinde sunan, mezc edemeyen, fikirlerinin tarihi değeri olan, dini açıdan bu fikirlerin münakaşasının yersiz olduğu, büyük şiir ve nesir ustası şahsiyetler” olarak görür. (4)

Tarihçi ve hadis alimi Zehebi de onu, “ittihat fikrinin öncülerinden birisi” olarak gösterir. (5) Konevi’nin, vahdet-i vücut fikir ve felsefesinin en büyük simalarından olmasına rağmen, ittihat taraftan sayılması münakaşa edilebilir. Aynı zat mesela İbnu’l-Farız Ömer b. Ali adlı sufiyi tanıtırken ittihat fikrine temas eder ve onu : "... bu büyük bir beladır... sen onun şiirlerini İyice düşün, acele davranma... sufiler hakkında iyi zan besle” cümlesiyle sıyânet eder. Buradan anlaşılıyor ki, profesör Ateş’in de dediği gibi, bu fikirleri sûfiyâne bir sarhoşluk (sekr) halinde söylenmiş sözler olarak kabul, bir çok sûfî hakkında uygulanan bir hoşgörü formülüdür(6).

Konevi ve hocasının fikirleri için söylenmiş, birbirini nakzeden sözler, değerlendirmeler ve fetvalar eksik olmamıştır. Bize öyle geliyor ki, onunla ilgili konuşan pek çok kişi, eserlerinden elde ettiklerinden hareket etmemekte, bazan başkalarının fikrini tekrardan ibaret davranışlarda bulunmaktadır. Yine öyle zannediyoruz ki, onun anlaşılması, bir takım uzun ön hazırlık çalışmalarına, diksiyonerlere, ıstılah lügatlerine, denemelere, biyografilere ihtiyaç gösterecektir. Ülkemizde bir denemeyi müstesna tutacak olursak, yüzyıllardır henüz bir şey yapılmamıştır, diyebiliriz.

Konevi’nin vasiyetinde, İslam’a olan temiz imanını satır satır izlemek mümkündür. O, netice itibarıyla, baba ve annesinden; yani cemiyetten gördüğü, içinde uygulayarak yetiştiği şifahi ve ameli Müslümanlığa bağlıdır. Amel hayatı da noksansızdır. Cenazesinde kelime-i tevhit hatmi gibi bir toplu zikrin yapılmasını isteyecek kadar nafileye bağlı kimse, Allah’ın emirleri hakkında bozuk inançla yaşamamıştır. İttihat ehlinin inançları, zahirde Konevi’nin bazı fikirlerine benzeyebilir. Fakat onlar tamamen ayrı sapık bir zümredir. Kendilerinin İslam toplumuna ve devlete karşı politik faaliyetleri mevcuttur. Vahdet-i vücutçuları aynen, ehli ittihat olarak görmek mümkün değildir. Bu olsa olsa kaba bir benzetme olabilir.

Gerek Konevi ve gerek hocasının, vefatlarına yakın, meşgul oldukları felsefi problemlerin terk edilmesini istemelerinden de söz edilmektedir. Bazı yazarlara göre Sadrettin Konevi, ömrünün son demlerinde hadisle meşguliyeti çıkar tek yol olarak görmüş, vasiyetnamesinde de, diğer meşgaleleri yasaklamıştır. Ahmet Ateş bunu: “ehil olmayan kişilere, her alimin yapabileceği bir tavsiye olarak görür". İbn-i Arabi’nin, fikirlerinden vazgeçtiğini kabul etmez. Çünkü ona göre böyle bir tavsiye, “şeyhin hayatını dolduran tecrübelerden şüphe etmesi demektir”, ki bu mümkün değildir.(7)

Akıl yürütmeye ve felsefeye karşı çıkan tavırlarına rağmen gerektiği zaman aklı kullanan ve farklı anlamda da olsa felsefe yapan,ilahi feyz ve keşfi ön planda tutan, antik felsefeyi birinci elden okumasa bile, onu okuyanları okuyup tenkit eden, ittihat ve hulul gibi sapık fikirleri beğenmeyen Konevi (8), semboller kullanışı, ağır yazışı, dilinin kendilerine ait terminoloji ile yüklü oluşu... gibi sebeplerle, vasatın üstündeki bir takım zekalar tarafından bile anlaşılamamıştır. Din ıstılahlarının bir kısmını, kendine göre farklı tevil edişinden dolayı tenkit edildiğini; mesela Arş’a Felek el- Atlâsî, Kürsî’ye ise felek es-Sevâbit adını verdiği, onları kadim saydığı için; dine aykırı hareket ettiğini belirten Katip Çelebi, şu sözleriyle de onu takdirden kendisini alamaz:" fakat bu şeyh, diğer tevillerinde, akıl ve ruhu açacak, genişletecek yeni şeyler getirmiş bulunmaktadır :(9).

(...)

B. Eserleri:

Bir alimin ilim ve fikir hayatının, ruh tecrübelerinin ve ameli seyr ve sülukunun belgeleri, kendinden sonrakilere bıraktığı eserleri ve fikirleri olsa gerektir. Konevi’ nin çok küçük yaşta İbn-i Arabi’ yi babasının çevresinde görmesi ve ondan fikren etkilenmesi mümkün görülmektedir. Bazan menkıbe malzemesi içinde verilen (Konevi ve İbn-i Arabi yakınlığı), daha pek çok çalışmaya konu olacaktır. Üvey babalık asılsız, öğretmen-öğrenci ilişkileri şüpheli olsa bile, İbn-i Arabi’nin Suriye’deki ikameti sırasında Konevi’ nin onunla kaldığı, ömrünün son demlerinde, genç bir yakını olarak Şeyh-i Ekber’den faydalandığı kuvvetli ihtimal olarak değerlendirilmektedir. Bütün bunlar bize, hayatta olmasa bile, Ölümünden sonra Sadrettin Konevi’nin, şeyhin eserlerinin tamamını elinde bulunduran, onun tasavvuf mesleğini daha da farklı bir şekilde geliştirip yayan kişi olduğunu gösterir. Kaynakların belirttiklerine göre, İbn-i Arabi’nin sistemi, Sadrettin Konevi hânikâhı aracılığıyla, önce Suriye’ye, Mısır’a, daha sonra da İran’ a ve daha doğuya yayılmıştır.

Osman Ergin tarafından hazırlanan oldukça tam bir listede görülen eserlerin : tasavvuf, ahlak, metafizik gibi ilim ve disiplinler başta olmak üzere geniş bir alana yayıldığı müşahede olunmaktadır. Yarım kalmış bir Kırk Hadis şerhi ve bir Fatiha tefsiri, onun doğrudan dini ilimlere dair yazdığı eserleridir. Oldukça mahdut imkanlar içinde yapılan ve 22 eseri ihtiva eden bu liste, belki de Konya’daki eserleri görülmeden tanzim edilmiş bulunmaktadır. Bu listenin her an kabarması mümkündür. Yapılacak yeni çalışmalar bir çok eseri gün yüzüne çıkaracaktır. Bu yeni çalışmalar bize, yeni eserler tanıtacak veya bir takım isnatları da kabul etmeyecektir. Bu durum, yazmalar elde edildikçe bütün ilim dalları için geçerlidir. Ben kısa çalışmam arasında adına rastladığım iki eserini vermek isterim. Bunlar yeni eser olabileceği gibi, ikinci bir adlandırma veya şeyhe isnat olunan bir eser de olabilir. Ne var ki, kendi ifadeleri içinde geçişi bize yeni eser intibasını vermiştir. Konevi, Miftâhu Ğaybi’l-Cemve’l-Cûd’da (v. 15 a), “Keşfu Sirri’l-Gayreh An Sirri’l-Hayreh” adlı bir eserinden söz eder. Aynı şekilde Fukûk (v. 101 b) ’ta öğreniyoruz ki onun, “el-Vefâ bi’l-Keyli Ve’l-Mizân” adlı bir eseri daha vardır.

II- KONEVÎ’NİN HADİSÇİLİĞİ :

A. Yedinci Asırda Hadis :

Hicretin yedinci asrı, hadis ilimlerinin orijinal eserlerden mahrum kaldığı bir devir olmaktadır. Biyografi kitaplarına baktığımız zaman da(10), bu asrın, diğer asırlar kadar kalabalık olmadığını görürüz. Daha çok eski eserlerin şerh edildiği bir devir sayılan yedinci asır, orijinal kitapların kısaltıldığı veya onlara bağlı yeni ikinci, üçüncü sınıf kitapların te’lif edildiği bir dönemdir. Oldukça erken bir dönemde yaşamış olan en dikkat çeken zat, Ebû Tâhir Ahmed b. Muhammed es-Silefi ve Hafız Abdü’l-Gani b. Sürür el-Makdisi olmaktadır. Abdül-Mümin ed-Dimyâtî ve İbnu ebî Hamze de, yedinci asırda adlarından söz edilen iki hadisçidir.

Hadis ilimleri Anadolu’ya ilk Müslüman bilginler eliyle gelmiştir. 1071 yılı, o günkü İslam dünyasının en büyük hadis âlimi Hatib el-Bağdâdi’nin vefat yılıdır. Anadolu’nun Türkler tarafından fethi müjdesi Bağdat’a geldiği zaman, Hatip henüz on altı gün önce vefat etmiş bulunuyordu.(11) Bu tarih Hicri 463’tür. Bu tarihten Konevi’ye kadar geçen 150 yıllık dönemde, elbette önce Arapça olmak kaydıyla, hadisler ve hadis ilimleri, İslamlaşan Anadolu’da, az da olsa okutulmuştur. Eldeki bazı eserlerin, Farsça tercümeleri, bazı kitapların haşiyelerine konulan farsça izah cümleleri, bölge halkının, henüz ilim dili olmayan Türkçe yanında ilim ve edebiyat dili olarak kullandıkları, belki de günlük dil olarak istimal ettikleri Farsça ile irtibatlarını da anlatmaktadır.

Kırk hadis şerhinin başında hadis ilimlerindeki behresinin çokluğundan söz eden Konevi, klasik manada bir hadis bilgini olarak görülmemiş olacak ki, onu hadis biyografya kitaplarında bulamamaktayız. Yaşadığı çevredeki ilim ve tasavvuf erbabından farklı olarak onun, hadis ilimleriyle devamlı meşgul olduğunu, son demlerinde belki de tek işinin bu olduğunu biliyoruz. Zaten, henüz 150 yıllık bir tarihi olan İslami ilimlerin, bölgede ilim adamları eliyle yayılması ve okutulması tabii olan bir husustur.

B. Konevi ve Hadis İlimleri :

Konevi’nin bir hadis alimi olduğunu söylerken, onun klasik muhaddisler gibi: ömrü rivayet ve dirayet çalışmalarıyla geçen, gerektiğinde sırf hadis öğrenimi için seyahatlere çıkan, belirli görüşleri ve yolu olan bir muhaddis olduğundan çok değerli vakitlerinin büyük bir kısmında, Hz. Peygamberin sözlerini kendisine meşgale seçen bir zat olarak görmek temayülündeyiz. Böyle bir zata hadis alimi demek yanlış olmaz. Konevi, mesela Mevlevilerden hadis konusunda çok farklıdır. Teknik çalışmaları vardır, kütüphanesi ve görüşleri vardır.

Muhammed b. İshak Sadrettin Konevi’ye yakın bir dönemde yaşamış tarihçi Aksarayi eserinde onun ilmi mevkisine ve hadisçi yönüne şu sözleriyle temas eder : “der ân zemân Şeyhülislâm şeyh Sadrettin Muhammed bûd. Âlim-i -kâmil-i mükemmel (veya mükemmil) bûd. Ber cevâmii ulûm ittılâ’ yâfte, hususen der ilm-i hadis ki der meşârik ve meğarib der ân fen müşârün ileyh bûd...” (O devirde Şeyhülislâm Şeyh Sadrettin Muhammetti. Kâmil (vardı) ve mükemmel bir alimdi. Bütün ilimlere aşina idi. Özellikle hadis ilminde, Doğuda ve Batıda herkesin parmakla gösterdiği bir kişi idi.(12)

Hadis biyografi yazan Zehebi, büyük hadisçilerin hayatını verirken, bir vesile ile ona da temas eder, fakat hadisçiliğine değinmez.

Bizce Sadrettin Konevi’nin hadis bilgini olarak değerlendirilmesini gerekli kılacak bazı sebepler ve zorlayıcı amiller mevcuttur. Bunları sırayla arza çalışalım :

1. Konevi’nin (28 (29) hadis ihtiva eden bir eseri, onun hadis şerhindeki derecesini gösteren bir çalışmadır. Bu eserde orijinal teviller ve tevcihler mevcuttur.

2. Konevi’nin, bugün küçük bir parçası elde bulunan bir hadis ihtisas kitaplığı olmuştur. Kendisine çok yakın dönemde yaşamış büyük muhaddislerin ve eski hadisçilerin eserleri bulunan bu kitaplık bize, onun asıl meşgalesinin hadis olduğu fikrini verecek güçtedir.

3. Sözünü ettiğimiz kitapların sayfalarında : günlük okunan hadis miktarını belirten kayıtlar, düzeltme kayıtları, temellük kayıtlan, mukabele kayıtları ve sema’ kayıtlan mevcuttur. Bunlar ancak hadisçilerin bulunduğu çevrede görülen belgelerdir.

4. Şerh metodu, tevilleri her zaman münakaşa edilebilir, fakat orijinaldir, hadisçiliğine delil teşkil eder güçtedir.

5. Konevi, hadis şerhlerinde, hadiselerin terminolojisinden farklı olarak, hadislerde bir (sır) ve bir de (mana) mütalaa eder. Bütün hadislerde “keşfu sirrih ve idâhu ma’nâh" - (...)

cümlesini kullanır. Açıklamaları tasavvufi ve remzidir. Verdiği bilgiler kendi müşahede ve keşif alemine aittir. İşte bu tekniği, alışılmış yola ters düştüğü için münakaşa kabul eder. Gerçi hadisleri bu tür açıklama tekniği, yaklaşık Ko- nevi’den üç yüz sene önceden vardır. Konevi’nin kitapları arasında bulunan Ömer el-Mukimi ed-Dineveri’ye ait Şerhu’l-Mesâil adlı eser ile(l3),Gülâbadlı sûfi hadisçi Ebubekr’in, Miftâhu Maâni’l-Ahbarında da bu tür şerhleri görmekteyiz. Fakat Konevi’deki izahlar son derece karmaşık; belki de o müşahedeleri bizzat yaşayan kimselerce anlaşılabilecek karakterdedir.

6. Sadrettin’in hadisçiliği fakihliğinden baskındır. Hattâ fakihlere küçük bir tarizi de mevcuttur. Vasiyetinde hadisçilerin kitaplarında belirtilen şekilde yıkanmasını ister. Ayrıca, hadis kitaplarına ayrıcalık tanır, diğer bazı eserlerinin satılmasını vasiyet eder.

7. Sufiler bir cemiyette ekseriyeti teşkil etmez. Konya’da o dönemde üç ayrı tarikat merkezinin hadisle ilgisi vardır. Diğerlerinin ilgisi basittir, fakat Konevilerde bu iş teknik manadadır. Kullanılan hadislerin sıhhat derecesi de Konevilerin lehinedir.

8. Konevide temel muhtemelen Endülüs hadisçiliğidir. Fakat Anadolu Muhaddisi sayılan İbnu’l-Esir el- Cezeri ile El-Ezdi’nin eserleri, onların en çok kullandıkları kitaplar olmuştur. İbnu’l-Cevzinin uydurma haberlere tahsis ettiği çalışmanın, en sağlam nüshası ise o tarihte onların ellerindedir. Bugün basılmış olan eser, bu nüsha ile karşılaştırılınca, tahkikli metin neşrinin değeri bir kat daha anlaşılmaktadır.

9. Hadisçiler, hadis sevkinde belirli tabirler kullanırlar. Konevi kendisini bunlara bağlı hissetmez. Onu bu şekilde serbestliğe sevk eden sebep, rivayet kanunlarını aşarak: "doğrudan Hz. Peygamberden keşif veya istifaza yoluyla veya başka şekiller ile haberlerin alınabileceği, ona soru sorulabileceği” hususundaki kanaatleri olsa gerektir. Hadisçiler, böyle bir yolun ilmiliğini kabul etmemektedirler. Konevi’nin Kırk Hadis şerhinde 11 türde hadis sevk ettiğini görüyoruz. Bunları sıralamak bize bir fikir verecektir :

a. Allahın elçisi dedi ki şeklindeki ifadesi, 28. hadis,

b. Allahın elçisi ... idi, 4b. hadis,

e. Peygamberimizin şöyle buyurdukları sabit olmuştur; 5, 6, 7, 9,19 ve 27. hadis-i şerifler,

ç. Muttasıl bir senetle sabit oldu ki, 2. hadis,

d. Câmiu’l-Usûl adlı kitaptan ..., falancanın rivayeti olarak; 2, 3, 17 ve 23 hadis-i şerifler,

e. Falancanın rivayeti olarak el-Câmi’ adlı eserden (burada adı geçen eser, bir önceki eser de olabilir; Buhârinin aynı adlı kitabı da olabilir), 12, 15. hadisler,

f. Genellikle sahibi adı vererek, “falancadan” şeklinde hadi verişi ; 8, 20, 21,22,24. hadis-i şerifler,

g. Es-Sahih adlı eserde veya sahih hadisler arasında sabit oldu kİ; 10, 11, 18, 26. hadisler,

h. Müslim’in es-Sahih adlı eserinden, 13, 16. hadisler,

i. Tirmizi falancadan rivayet etti; 25. hadis,

j. Rivayet olunur ki. 14. hadis. Son yol hasta bir ifade tarzıdır. Buna temriz sigası adı verilir. Yazarın kesin konuşmadığı anlamına gelir.

Bu hadis sevk yolları içinde; 1, 2, 3, 4. yollar her zaman için ilmi manada tenkide uğrayabilecek yollardır. Fakat, böyle yollarla hadis sevk eden kişi; zaman kazanmak gibi sebeplerle, çok sağlam bildiği haberleri de verebilir. Ama aksi de varit olabilir. 5, 8, 9, 10. yollar, alim okuyucu tarafından kontrolü mümkün yollardır. 7 ve 8. yolların ise kontrol ve araştırılması hayli güçtür. Bazan imkansız bile olmaktadır.

Özetleyecek olursak diyebiliriz ki: Konevi, hadisi ve ilimlerini, hadis sevk tekniğini bilmektedir. O, klasik hadisçilerin yolu yanında, tenkide uğrayabilecek, ama kendi inancına göre güçlü sayılan yollarla da hadisleri vermiştir.

Kırk Hadis şerhinde (Keşfu Estâri Cevâhiri’l-Hikem El-Müs- tahrace el-Mevrûse Min Cevâmii’l-Kelim)(14) açıkladığı hadislerin konularını tespit de faydalı olacaktır. Eserde bulunan 28 hadisin konu dağılım ise şöyledir:

a. Değişik türde ibadetler: 2, 3 ,23. hadisler,

b. Temizlik meseleleri: 1, 13. hadisler,

c. Tevbe: 5. hadis,

ç. Rüya yorumu, yalan rüya anlatımı: 6, 7, 21, 22, 25. hadisler,

d. Sosyal konular ve hukuki meseleler: 9, 10, 11, 19, 14, 27, 26. hadisler,

e. Dua şekilleri: 4, 8, 17,20, 24. hadisler,

f. iktisat: 16. hadis,

g. Tasavvuf, kozmoloji, felsefe, görgü kuralları, peygamberler ve ümmetleri gibi muhtelif konular: 12, 15, 2,18, 27, 28. hadisler.

Konevi bu 28 hadis ile okuyucusunun, ilk merhalede fıkhi ve sosyal yönüne; rüya yorumu gibi kalbi ve manevi cihetlerine; dua gibi Allaha karşı kulun en yakın olduğu zaman ve mekanına hitap etmiştir. İnsanın madde ve ruh dünyasında ona rehber olacak, Peygamberimizin mübarek sözlerini tanıtmıştır. İkinci derecede olmak üzere, cemiyeti ilgilendiren konulardaki haberleri de eserine almıştır. Peygamberini Öldüren ferdi ve toplumu en rezil insan olarak tanıtan haberi açıklayarak, rehberlik müessesesinin korunmasına Önem atfetmiş ve aynı kurumun tarih boyunca düşmanlarına hedef teşkil ettiğini de vurgulamak istemiştir.

C. Hadis İlimleri Açısından Eserlerine Kısa Bir Bakış :

Örnekleri Konevi’nin dört ana eserinden seçmiş bulunmaktayız. Bu eserler, yazma halinde olup, büyük bir ihtimalle bazıları şeyhin kendi yazısıyla yazılmış olarak Konya Yusuf Ağa Kitaplığında korunmaktadır.

1. el-Fukûk Fi Mustenedâtı Hukmi’l-Fusûs :

Fukuk’a (v. 5) sahih bir hadisle başlayan Sadrettin Konevi, “Her nesilden dürüst ilim adamlarının; aşırıların tahriflerinden ve batıl ehlinin sapıklıklarından dini korumak üzere, hadis ilimlerini yükleneceklerini (öğrenip öğreteceklerini) “haber veren hadis-i şerifi zikreder. Yine (v. 27 a-b), peygamberimizin dualarını verir. Cibril ile peygamberimizin bir konuşmasını nakleder. Allah’ın peygambere salâtını anlatır. (29 b) ’de peygamberimizin bir hutbesini sevk ederek bazı meseleleri anlatır. (43 b)’de, ecdada yemini yasaklayan peygamber buyruğunu nakleder. Buraya kadar geçmiş olan hadisler, otantik hadisleri toplayan ana hadis kitaplarımızda geçmektedir. v. 61 b)’de peygamberimize; “Rabbini gördün mü?” diyen sahabeye verdiği cevap söz konusu edilir : “o, bir nurdur, nasıl göreyim?”, Konevi: “mücerret nur görülemez” cümlesiyle hadisi açıklar. Aynı sayfada, Allah’ın sevgili kullarına belayı artırdığını belirten, münakaşa edilmiş bir haber mevcuttur. Konevî bütün bu haberlerde kaynak vermemektedir.

(v. 119 a)’da, Allahtan peygamberimize bilginin gelişi bir kademelenme ile verilir. Bu sözler peygamberimize izafe olunur. Fakat buradaki metinlerin bir kısmı, hadis alimlerinin reddettikleri haberlerdir, ispatları zordur. Öyle inanıyoruz ki, meleklerden peygamberimize kadar böylesi bir kademelenmeyi, Sadrettin Konevi dışında yapan bir alim bilmemekte haklıyız.

(v. 125 a) ’da, dünyanın sonunu haber veren bazı alametleri sıralayan bir hadis nakledilmektedir. Bu haber de kaynaksızdır. Akait alimleri ile mezhepler tarihi yazarları arasında ihtilaflı konulardandır. Bir hadis şeklinde verilişi: “bazı fikir gruplarının, kendi inançlarını, peygamberimizden asırlar sonra bile, onun ağzından verme günahından kurtulamadıklarının bir tespiti” olsa gerektir.

(v. 151 b) ’de, Konevi ve İbn-i Arabi’nin, Keşf’i Önemli bir bilgi kaynağı gören ve kendilerini diğer sûfilerden ayıran görüşleri mevcuttur. Şeyh burada : “İbn-i Arabi’nin peygamberimizle ve Ölmüş bazı muhterem kişilerle ’bizzat görüştüğünü” anlatır. Onun belirttiğine göre bu hadiseler, gece ve gündüz farkı olmadan her zaman tahakkuk etmiştir. Konevi bilgi vermeye şöyle devam eder : “bunu defalarca bizzat denedim. İşte bu peygamberimizin Allah yeryüzüne (arza), nebilerin cesetlerini yemeyi haram kıldı) mübarek sözüyle işaret ettiği husustur”, Sadrettin Konevi verdiği bu bilgilerle; senetsiz ve kaynaksız hadis naklinde, bizzat görüşmeye dayandığını, bunun da peygamberimizin mübarek bir sözünün bir tecellisi olduğunu savunur. Cesedin bozulmaması ile, görüşmenin, eski vücuttan faydalanarak, tecessüm şeklinde (yani bir nevi dirilme ile) tahakkuk ettiğine işaret eder.

Fukûk’ taki genel hava, bir kaç tane dışında, uydurma; asılsız hadisin bulunmaması şeklindedir. Tasavvuf kaynaklı bir kaç haber ise münakaşa konusu yapılabilir. Genellikle: ahiret, ruh dünyası, peygamberlerin manevi makamları, bazı sembolik açıklamalar ihtiva eden haberler, bir hadisçi titizliği ile senede bağlanmamıştır. Hadislerin büyük bir kısmının sıhhati rahatlıkla ifade edilebilir. Aynı dönemde yazılan eserlerden Celâleddin Rûmi ve Nâsıruddin Hoyî’nin, naklettiği haberler için bu hükmü veremeyiz. Kanaatimizce Sadrettin’i hadisçi yapan husus da budur.

2. en-Nefehât el-İlâhiyye :

Allahın rahmeti eseri bazı hoş kokuları olduğunu, onlara doğru yönelmemizi öğütleyen ve tasavvufi eserlerde görülen bir haber (...) mukaddimede verilmekte ve eserin adı da bu haberden iktibas olunmaktadır, (v. 7 a)’da, “ben, kulumun zannettiği gibiyim” haberi vardır. Bu da hadis olarak zikredilir, (v. 11 a)’da Konevinin, ilimde kullandığı gerçek ölçü verilir. Şöyle der: "Zevk ve Feyz diliyle söylüyorum. Vehbî olan feyzle. yoksa fikri zorlama ve sonradan kazanılan; kesbi olan ilimle değil”. Bu cümlelerde enteresan görülebilecek dört terim vardır : Zevk dili, vehbi feyz, bile bile zoraki düşünce, ilm-i kesbi. Bunlar Konevi’ye göre iki ayrı tarzdır. Birinciler kendiliğinden, ilahi bir sünûhat ile gerçekleşirken, İkincilerin bir çalışma, bir gayret, tahsil ve beşeri güç ile elde edilmesi söz konusudur. İyi düşünüldüğü takdirde, her ikisi de aynı olmakla beraber, eski çağlardan beri, ilmin; vehbi ve kesbi ayrımı, düşüncenin ise; feyz ve beyin mahsulü olan düşünceler seklinde bölümlenmeleri âdet olmuştur.

(v, 13 a-b)’de Kur’ân’ın iniş tarzı anlatılırken: “bütün yaratıkların, yaratılmadan önce, bir ölçü içinde miktarlarına ve diğer özelliklerine ilahi takdir getirildiğini haber veren, değişik beş tane rivayet vardır. Bütün bu haberlerde, senet ve kaynak verilmemekte, sadece bunların hadis olduğu söylenmekle yetinilmektedir.

3. Miftâhu Gaybi’l-Cem’i ve’l-Cûd :

Sadrettin Konevi bu eserinin bir yerinde, hitap ettiği zümreyi belirtir. Onun bu açıklaması umumiyetle kitaplarının ehil olmayanlar tarafından gözden geçirilmesini önlemeye matuftur. Aynı endişeyi, vasiyetnamesinde de gösterir, Miftâh’ın; “hâlâsatü’l-hassa, yani seçkin tabakanın da özü olan zümreye” hitap ettiğini belirler, (v. 31 a).

(v. 119 a)’da Keşif ve Şuhud’a itimat ettiğini belirten kayıtlardan bir tanesi vardır. Ayrıca böyle bir ifade, (v. 11 a)’da mevcuttur. Nikâhı, tesirlerini ve fonksiyonunu anlatırken, doğacak çocuğun cinsiyetini yine bir hadisle açıklar ve “Allah Ademi kendi suretinde yarattı, haberini, Âdem ile Havva’nın yaratılışını hep haberler halinde verir.

(v. 103 a-b)’de, niyet-amel ilişkilerini, sahih bir hadis olan:(ameller niyetlere bağlıdır : (...) ) hadisi

ile açıklar. Sadrettin Konevi, kainatın var oluşu ve Allahın varlığı problemini; (Allah vardı, başka hiç bir şey yoktu

(...) sözü ile açıklamaya çalışır. Muhtemelen bunu hadis olarak görür. Bu konuda peygamberlerden gelen haberleri velilerden intikal eden sözleri, yazılmış eserleri birer işaret telakki der. Bir çok hadisçinin üzerinde tenkitler yaptıkları: (peygamberimizin ruh olarak ilk yaratılmış varlık olduğunu : ileri süren ve bir hadis ağırlığı içinde verilen (...) “Adem henüz çamur ile su arası bir varlık iken ben peygamberdim’ sözünü kitabında nakleden Konevi, elest bezmini hatırlatır, bunun pek çok kişi tarafından dünyada hatırlandığına dikkati çeker. Haberlerde yine senet ve teknik kayıtlara bağlı kalmaz.

4. Et-Teveccüh el-Etemm Nahve’l-Hakk :

Kalp temizliği yolunu benimseyen sâlıkın neler yapması gerektiğine tahsis ettiği bu kitabında yine hadislere yer verir. Belirli bir yol alındıktan sonra evliliği tavsiye eden Konevi, iyi bir eş bulamayacak olanlara, bekarlığı, orucu ve az uyumayı öğütler. Bunu peygamberimizin bir hadisiyle teyit eder. Hadisi senetsiz ve kaynaksız verir. (Selam ona olsun, dedi ki: iki yüz yılından sonra en hayırlınız, hafif ve güçsüzleriniz olacaktır. Hafif ve güçsüz kimdir? diye sorulunca peygamberimiz; hanımı ve çocuğu olmayanlardır buyurdular). (v. 41 b). Bekarlığın övülmesi konusu, genellikle uydurma haberlere konu olmuş, İslam dünyasında bazı zaruretler dışında, Müslümanlar evlenmişlerdir. Keza bekarlığı yeren haberlerin de aynı illetle malul oldukları iddia olunmaktadır. Mürid için lüzumlu ilim ölçüsünü verirken Konevi: “lüzumsuz teferruat ve ıstılahlar yerine, Allah ve elçisinin sözlerindeki gizli manalar” cümlesini kullanır (v. 43 a).

Bu bahse netice olarak diyebiliriz ki, hadis ilimlerinin tekniğini ve ilmi şartlarını bilmesine rağmen Konevi, Hocası ve keşfi esas alan diğer bazı sûfiler gibi; terminolojiye, teknik şartlara, usul konularına ve kaynak verme mecbûriyetine pek iyi riayet etmez. Kullandığı haberlerin bir bölümü, sûfilerde müşterek olan, münâkaşaya davet eden haberlerdir. Bunun yanında, verdiği hadislerin yüzde yetmişten fazlasının sahih haberler olduğunu söyleyebiliriz. Bunlar çok defa, kalbi amellere, metafizik meselelere, felsefi açıklamalara, zevklerin izâhına mesnet olarak serpiştirilmiş haberlerdir. Şeyh bunların hadis olduğunu kabul eder.

Onun eserlerinde; ibâdet, muamelât, cezalar gibi sosyal ve ferdi yönü birlikte haberler pek bulunmamaktadır. Eserleri, bir ilm-i hâl kitabı tarzında tertip edilmemiştir. Bu itibarla, meselâ bir Câmi’, bir Müsned, bir Mu’cem türünde hadis koleksiyonları söz konusu değildir. Yani, hadis almak isteyen onun eserlerine değil ana kaynaklara mürâcaat edecektir.

SONUÇ:

Büyük hakim, sûfî, arif billâh, hadis alimi Sadrettİn Konevi Muhammed b. İshâk, milletimizi meydana getiren kültür değerlerimiz içinde seçkin bir yere sahiptir. Nasıl 13. asır Konya’sından, Celâlettin Rûmî, bugün bütün insanlığa sesleniyorsa, kendisini iyice önce kendimiz tanıyıp, sonra da dünyaya tanıttığımız takdirde, Konya ikinci bir İbn-i Arabi’nin insanlığa sunulmasında öncü olacaktır. Büyük alim Muhammed Hamidullah’ın dediği gibi, bugünün Avrupası, hatta top yekün batısını, büyük hukukçu Ebû Hanife hazretlerinin içtihatlarından çok, İbn-i Arabi’nin fikirleri kendine çekmektedir. Bu dünya tarihinde hep böyle olmuştur. Kim bilir belki de Koneviler ve onların hikmeti yoluyla insanlık İslam’ı tanıyacak ve son peygamber Muhammed Mustafa’nın geniş rahmeti âlemleri böylece kuşatacaktır. İleriye ait tecellileri ancak Allah en iyi bilebilir.

Kitaplarındaki sema’ kayıtlarında, Ebû Tâhir es-Silefi, Cemâlettin el-Vâsitî, ebu’l-Hasen el-îskenderâni gibi hadis şeyhlerine rastladığımız Konevi’nin kütüphanesinde, mükerrer nüshalar halinde rastladığımız el-Ahkâm el-Kubrâ ve Câmiu’l-Usûl gibi hadis eserleri ve daha pek çok delil, şeyhin hadise ve onun sahibi Hazret-i peygambere bağlılığını gösteren hüccetlerdir. Mütehassısların ilgisini Konevi’nin hadisçiliği üzerine çekebildiğimiz takdirde; “hadis ilimleri ve tasavvuf ilişkleri”, “sûfi hadisçiler ve hadisçi sûfiler” gibi oldukça bâkir konuları da birlikte Öğrenmemiz mümkün olacaktır.

Aksaraylı tarihçi Kerimüddin Mahmûd’un da dediği gibi, gününde hadisçiliği doğu ve batıda şöhret yapmış bir alimin, yüzyıllar boyu perde arkasında kalması, gönlün razı olmayacağı bir husustur.

Teknik ilimlerin ve maddi gelişmelerin henüz aktüalitesini tamamen ayakta tuttuğu bir dünyada, özellikle bir ülkede yaşamaktayız. Dünya milletleri, ilimleri teknik ve manevi diye ayrıma tabi tutmadan aynı ilgi ile gündemde tutmakta ve her ikisinden faydalanmaktadır. Zengin tarihimizde, ilahiyat, felsefe gibi fikri ve manevi ağır ilimlerin mensuplarının aynı zamanda tabip, eczası, teknik eleman, sanatkar olduğu devreleri gördük. Tarihin altın çağlarında; filozof, ilahiyatçı, filolog, tarihçi asla horlanmıyor, aksine hürmet görüyordu. Aynı günlerin, aynı kemal ölçüleri içinde tekerrür etmesini diliyoruz. Maddi ilimlerin verdiği havanın, manevi ilimlerle de takviye edilerek, iki kanatlı irfan ehli bilginlerimizin, mütevazi kişiliklerinde göreceğimiz, haşmetli çalışmayı, dünyaya ışık tutan kıvamı beklemek hakkımızdır.

Büyük bir mütefekkir olarak, Allah- kainat ve cemiyet ilişkileri ile kafa ve gönüllerini devamlı meşgul eden Sadrettin ve emsali dehalar, fert ve cemiyet planında ahlâk güzelliği örnekleri ortaya koyarak, mesut bir toplum halinde yaşamanın çilesini çeken semiyet direkleri olmuşlardır. Bu örnekler, bizim kendimize gelmemizde nırengi noktalarıdır, İnsan unsurumuzu mükemmelleştirmemiz için, bunlardan daha iyi modellere sahip bulunmaktayız. Türk milletini dünyada farklı kılan da bu değerler olsa gerektir.

Son cümlemiz Sadrettin Konevi’nin bir duası olsun : (...)

“Allahım, kalplerimizi senden başka şeye yönelmekten ve senden başkasıyla meşgul olmaktan arıt, temiz kıl. Bizi bizden al, bizim yerimize bizi kendinle doldur (bizde tecelli et). Bizi aleme yağmalık, şeytana oyuncak yapma. Bilakis bize nur bahşet. Dualarımızı çabucak, kendi istediğinin aynı şekilde kabul buyur. Sen işitensin, sen (bize) yakınsın, sen dualara cevap verensin”(15).

(1) Kerimüddin Mahmûd Aksarâyî, Müsâmeratü’l-Ahbar, Osman. TURAN neşri, Ankara, 1944, s. 119.

(2) Nihat Keklik, Sadrettin Konevi’nin Felsefesinde Allah-Kâinât ve İnsan, İstanbul, 1977, s. XI.

(3) İbrahim Hakkı Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri İle Konya Tarihi, Konya, 1964, s. 494.

(4) İslâm Ansiklopedisi, Muhyiddin İbn el-Arabi maddesi, VII E, s. 554-555.

(5) ez-Zehebi, Tezkiretü’l-Huffâz, IV, s. 673.

(6) İA, V m , s. 54,-541, 655; Zehebî, Mizânü’I-î’tidâl, m , s. 214.

(7) ÎA, V3JH, s. 540-541

(8) Nihat Keklik, a.g.e., s. 4, 6, 7, 8, 9, 10, 14.

(9) Kâtip Çelebi, Keşfu’z-Zunûn, I., 335.

(10) Abdülaziz Dihlevi, Büstânu’l-Muhaddisin, (A. Osman Koçkuzu tercemesi), indeks bölümü, yedinci asır hadisçileri.

(11) Hatib el-Bağdâdî, Şerefu Ashâbi’l-Hadis, Hatiboğlu neşri, Ankara, 1972, s. 19.

(12) Aksarâyî, Müsâmeratü’l-Ahbâr, s. 90, 119.

(13) Ömer el-Mukimî, ed-Dineveri, Şerhu’l-Mesâil., v. 19b; 23a, 25b, 33a, 41a,79a, 99b v.d.

(14) Kâtip Çelebi, Keşfu’z-Zünun, II, s. 1038.

(15) Yusuf ağa kitaplığı, Yzm., no: 4883, v. 35.; Tebliğde kullanılan :

a. en-Nefehât el-İIâhiyye, Yusuf ağa, no: 4867,

b. Miftâh,, aynı kütüphane, no: 4865,

c. Fukûk, aynı yer, 4858,

d. et-Teveceüh el-etemm nahve’l-Hakk, aynı yer, no; 4883.