Makale

Ölüm; İlâhi Bir Takdir midir?

Doç. Dr. İsmail Karagöz
Diyanet İşleri Başkanlığı İç Denetçisi

Ölüm; İlâhî Bir
Takdir midir?

İnsanın hayatı, embriyonun (İnsan, 2) anne rahmine tutunması ile başlar, burada gelişir, mükemmel bir varlık haline gelir, (Hac, 5; Müminûn 12-15), vakti saati gelince (Ahkâf, 15; Lokman, 14) bir halife olarak dünyaya teşrif eder. (Bakara, 30) Yüce Allah, her insan için dünyada bir yaşama süresi belirlemiştir. (En’âm, 2) Bu sebeple herkes bebeklik, çocukluk, gençlik, erişkinlik ve yaşlılık dönemlerini yaşayamaz. Kimi insanlar bebek iken, kimileri çocuk iken, kimileri de gençlik veya erişkinlik döneminde ecel şerbetini içerler. (bk. Mümin, 67) Kendileri için takdir edilen süre dolunca istisnasız her insan ölür. Bu, “Her nefis ölümü tadacaktır” (Enbiya, 35; Âl-i İmran, 185; Ankebût, 57) ilâhî kuralının sonucudur. Bu kural gereği dünyada kimseye ebedî olarak yaşama imkânı verilmemiştir. Yüce Allah, bu gerçeği Kur’an’da şöyle dile getirmektedir: “(Ey Peygamberim!) Biz senden önce hiçbir beşere ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen ölürsen onlar ebedi mi kalacaklar?” (Enbiya, 34)

Mekkeli müşrikler Hz. Peygamber’in yeme, içme, evlenme ve benzeri özelliklerine bakarak “Muhammed de sizin gibi sadece bir insan değil midir?” (Enbiya, 3) diyorlar, onun peygamber olamayacağını, ancak bir sihirbaz veya bir şair olduğunu (Tur, 30-31) ve bir gün öleceğini, böylece peygamberlik iddiasının da sona ereceğini söylüyorlardı. Yüce Allah müşriklerin bu kuruntularına cevap olmak üzere ölüm gerçeğini bildiren yukarıdaki ayeti indirdi, böylece peygamber bile olsa hiçbir insana ölümsüzlük vermediğini, her canlının ölümü tadacağını bildirdi. Bu hususu başka bir ayette “(Ey Peygamberim!) Elbette sen öleceksin, onlar da ölecek” (Zümer, 30) şeklinde ifade buyurdu.

Türkçe’ye “ölüm” sözcüğü ile çevirdiğimiz “mevt” kelimesi, bedene canlılık veren kuvvetin yok olması, ruhun bedenden ayrılmasıdır. (Ahmet b. Yusuf, Umdetü’l-Huffaz, IV, 141, Beyrut, 1993) Bu kelime Kur’an’da “hayat” kavramının zıddı olarak kullanılmıştır. (bk. Nahl, 21) Buna göre ölüm, insanın beyin, kalp ve diğer organların işlevlerini bütünüyle yitirmesi, canlılığını kaybetmesidir.

Ölüm de hayat gibi ilâhî kudretin bir sonucudur. Kur’an’da hayat gibi ölüm için de “yaratma” anlamındaki “halk” kavramı kullanılmıştır: “O Allah ki, hanginizin daha güzel amel yapacağınızı sınamak için ölümü ve hayatı yarattı.” (Mülk, 2)

Ölüm ilâhî bir takdir midir?
Evet, ölüm ilâhî bir takdirdir. Kur’an bu gerçeği “Aranızda ölümü biz takdir ettik” (Vakıa, 60) ayeti ile dile getirmiştir. Her bir insan için takdir edilen “yaşama süresini” kısmak veya uzatmak mümkün değildir. “Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır.” (Âl-i İmran, 145), “Allah, süresi geldiğinde hiçbir kimsenin ecelini asla ertelemez” (Münâfikûn, 11) “Şüphesiz, Allah’ın belirlediği ecel gelince ertelenmez” (Nuh, 4) anlamındaki ayetler bu gerçeği ifade etmektedir.

Bu ayetlere göre insan için belirlenen süre dolunca hayat sona erer, ölüm gerçekleşir, bundan kaçıp kurtulmak mümkün değildir. Bu husus, “De ki, “Eğer siz ölümden ya da öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size asla fayda vermeyecektir” (Ahzâb, 16), “(Ey Peygamberim!) De ki, “Sizin kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm var ya, o mutlaka size ulaşacaktır.” (Cuma, 8) anlamındaki ayetlerde açıkça bildirilmiştir. Dolayısıyla insan hangi sebeple ölürse ölsün eceli ile ölmüştür. Dünyadaki yaşama süresini doldurmadan kimse ölmez, ölmesi mukadder olanın da önüne geçilmez. “Savaşa gitmeseydi”, “yola çıkmasaydı”, “şöyle veya böyle yapmasaydı ölmezdi” demek Kur’an verileri ile bağdaşmaz. Yüce Allah bu hususta müminlere şöyle seslenmektedir: “Ey iman edenler! Kardeşleri sefere veya savaşa çıktığında onlar hakkında: "Onlar bizim yanımızda olsalardı ölmezlerdi ve öldürülmezlerdi" diyen inkârcılar gibi olmayın. Allah bu düşünceyi onların kalplerine bir hasret olarak koydu. Allah yaşatır ve öldürür. Allah, yaptıklarınızı görmektedir.” (Âl-i İmran, 156) “Onlar, kendileri oturup kaldıkları halde kardeşleri için, "Eğer bize uysalardı öldürülmezlerdi" diyen kimselerdir. De ki, “Eğer doğru söyleyenler iseniz kendinizden ölümü savın.” (Âl-i İmran, 168), Müslümanlar Uhut savaşında 70 şehit vermişler ve bu duruma çok üzülmüşlerdi. Bir kısım insanlar ileri geri konuşmuşlardı. Yüce Allah bu hususu bize şöyle bildirmektedir: “…Bir kısmınız kendi canlarının kaygısına düşmüştü. Allah’a karşı cahiliye zannı gibi gerçek dışı zanda bulunuyorlar; "Bu işte bizim hiçbir dahlimiz yok" diyorlardı. De ki, "Bütün iş, Allah’ındır." Onlar sana açıklayamadıklarını içlerinde saklıyorlar ve diyorlar ki, "Bu konuda bizim elimizde bir şey olsaydı burada öldürülmezdik." De ki, "Evlerinizde dahi olsaydınız, üzerlerine öldürülmesi yazılmış bulunanlar mutlaka öldürülecekleri yerlere çıkıp gideceklerdi..." (Âl-i İmran, 154) Ayette açıkça savaşa gitmese bile ölüm takdir edilenlerin, evlerinde, hatta yataklarında bile olsa ölümün kendilerini gelip bulacağı beyan edilmektedir. Ölümden kaçmak, saklanmak ve kurtulmak mümkün değildir. Rabbimizin beyanı ile “Nerede olursanız olun, isterse sağlam ve muhkem kaleler içinde bulunun yine ölüm gelip sizi bulacaktır.” (Nisa, 78)

Ayetleri yanlış anlamamalıyız. Nasıl olsa öleceğiz, ne yaparsak yapalım ölüm bizi gelip bulur diyerek tedbiri elden bırakmak, canımızı korumayı ihmal etmek doğru değildir. Evet, ölüm bizim için takdir edilmiştir, süresi bellidir. Ama biz bu süreyi bilmemekteyiz. Bize düşen tedbirli olmak, canımızı tehlikelerden korumaktır. Sağlıklı yaşamak için elimizden geleni yapmalı, hastalık ve tehlikelerden kendini korumalı, tedavi olmalıyız, bir insan olarak bu bizim görevimizdir. Ancak kesin olarak inanmalıyız ki ölüm bir gerçektir, bir gün gelip bizi bulacaktır.
Ölüm temenni edilir mi?
İnsan hangi durum ve sıkıntıda olursa olsun ölüm temenni edilmez. Çünkü insan dünyada yaşadıkça ibadetler, hayır ve hasenat, sabır ve sebat ile sevap kazanır. Peygamberimiz bunu, “Sizden biriniz ölümü temenni etmesin. Eğer kişi iyi bir insan ise hayır işleyerek sevabını artırır. Eğer kötü bir insan ise belki tövbe edip Allah’tan af ve mağfiret diler” (Nesâî, Cenâiz, 1) diye dile getirmişti. Atalarımız bu hadiste dile getirilen hakikati, “yerin üstü altından iyidir” söylemi ile ifade etmişlerdir. Peygamberimiz, “Kendisine isabet eden bir sıkıntı sebebiyle sizden biri ölümü temenni etmesin, (illa bir istekte bulunacaksa) “Allahım! Yaşamak benim için hayırlı ise beni yaşat, ölmek benim için hayırlı ise canımı al” diye dua etsin” (Tirmizi, Cenâiz, 3) tavsiyesinde bulunmuştur. Ölümü temenni etmemekle birlikte ölümü unutmamak da gerekir. Çünkü Peygamberimiz, “İştahı kesen ölümü çok zikrediniz” (Nesâî, Cenâiz, 3) buyurmuştur.

İnsanların canlarını kim alır?
İnsan için Allah’ın takdir ettiği yaşama süresi dolunca “ölüm meleği” o insanın canını alır. Ayetlerde bu husus şöyle ifade edilmektedir: “(Ey Peygamberim!) De ki, “Sizin için görevlendirilen ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” (Secde, 11) “O Allah, kullarının üstünde mutlak hâkimiyet sahibidir. Üzerinize de koruyucu melekler gönderir. Nihayet birinize ölüm geldiği vakit melek elçilerimiz, onun canını alır ve onlar görevlerinde asla kusur etmezler.” (En’âm, 61) Bu ayetlerde ölüm vakti gelince görevli meleklerin insanların canlarını aldıkları ve bu meleklerin görevlerinde asla kusur etmedikleri bildirilmektedir. Melekler, bu görevlerini Allah’ın izni ile yerine getirirler. Çünkü O’nun izni olmadan hiçbir insanın ölmesi mümkün değildir. (Âl-i İmran, 145) Allah’ın emrini yerine getirdikleri için canları almak ölüm meleklerine izafe edilmiştir. Gerçekte insanların canlarını alan Allah’tır. Bu husus pek çok ayette ifade edilmektedir. Bunlardan birkaçının anlamı şöyledir: “O Allah, yaşatan ve öldürendir.” (Müminûn, 80; Mümin, 68), “Şüphesiz o Allah, öldürür ve diriltir” (Necm, 44; bk. A’râf, 158) “Allah yaşatır ve öldürür.” (Âl-i İmran, 156) “O diriltir ve öldürür.” (Tevbe, 116; Yunus, 56)

Can alınırken ölüm acı verir mi?
Meleklerin insanların canlarını alırken ölümün acı verip vermemesi kişinin iman sahibi olup olmamasına bağlıdır. Ölen kişi Müslüman ise, “Melekler iyi kimseler olarak onların canlarını alırlar, “selâm size, yapmış olduğunuz iyi işlere karşılık girin cennete” derler.” (Nahl, 32) Mümin, ölüm acısı çekmez, ölüm ile dünya meşakkatlerinden kurtulmuş olur, kıyamet kopuncaya kadar, berzah âleminde cennet hayatı yaşar.

Ölen kişi kâfir ise azap melekleri gelir ve kendisine ilâhî azap olduğunu bildirir. (Nesâî, Cenâiz, 9) “Haydi, içinde ebedi kalacağınız cehennemin kapılarından girin” (Nahl, 29) derler.

Müslüman olarak ölmek
İster Müslüman ister kâfir, ister itaakâr ister isyankâr olsun her insanın mutlaka öleceğine, ölüm de yok olmak anlamına gelmediğine göre insanın dünyada mümin, muttaki ve salih bir insan olarak yaşaması, imanını son nefesine kadar koruması ve Müslüman olarak ölmesi gerekir. Yüce Rabbimiz Kur’an’da Müslüman olarak ölmemizi istemektedir. “İbrahim bunu (Müslüman olmayı) kendi oğullarına vasiyet etti, Yakup da öyle: “Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslâm’ı) seçti. Siz de ancak Müslümanlar olarak ölün” dedi” (Bakara, 132), “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa öylece sakının ve siz ancak Müslümanlar olarak ölün.” (Âl-i İmran, 102) İnsan Müslüman olarak öldüğü zaman dünyada kulluk imtihanını başarmış ve cenneti kazanmış olur. Onun için Peygamberimiz; “Ölmek üzere olan kişilere “lâ ilahe illallah” “Allah’tan başka ilâh yoktur” cümlesini telkin ediniz” (Müslim, Cenâiz, 1) tavsiyesinde bulunmuştur.

Kâfir olarak ölenler ebedî hüsrana uğrarlar. “Ayetlerimizi inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüşler, işte Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onların üstünedir. Onlar ebedî olarak lânet içinde kalırlar. Artık ne kendilerinden azap hafifletilir, ne de yüzlerine bakılır.” (Bakara, 161-162), “Şüphesiz inkâr edip kâfir olarak ölenler var ya, dünya dolusu altını fidye verseler bile bu, hiçbirisinden asla kabul edilmeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır. Onların hiçbir yardımcıları da yoktur.” (Âl-i İmran, 91), “İnkâr eden, insanları Allah yolundan alıkoyan, sonra da inkârcılar olarak ölenler var ya, Allah onları asla bağışlamayacaktır.” (Muhammed, 34)

Ayetler kâfir olarak ölenler hem ölüm esnasında,hem ölüm sonrasında ve hem de ahirette sıkıntı çekecekleri, yardımcılarının olmayacağı, affedilmeyecekleri ve azaplarının hafifletilmeyeceği beyan edilmektedir.

Müslüman olarak ölebilmek için insanı küfre götürecek inanç, söz, eylem ve davranışlardan sakınmak, iman, edip salih ameller işlemek,ibadetlere aralıksız devam etmek ve haramlardan sakınmak, Allah’ın rızasına uygun bir hayat sürmek gerekir.

Ölüm döşeğine düşen insana nasıl davranılır?

Ölmek üzere olan kişi, bir güçlük yoksa kıbleye doğru ve sağ yanı üzerine çevrilir. Sırtına, ensesine yastık gibi bir şey konur, başı yükseltilir, yüzü kıbleye gelecek şekilde ve ayakları kıbleye uzatılır, kelime-i tevhit telkin edilir. (Müslim, Cenâiz, 1) Ancak "sende söyle" denmez, sadece yanında kelime-i tevhit okunur. Peygamberimiz, "Kimin son sözü ‘Lâ ilâhe illallah’ olursa, o kişi cennete girer" buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 16)Dua edilir, af ve mağfiret dilenir, imanla ölmesi temenni edilir. Çünkü melekler yapılan dualara âmin derler. (Müslim, Cenâiz, 6)Ölen insanın gözleri kapatılır. Çünkü “Ruh alınınca göz onu takip eder, bakıp kalır." (Müslim, Cenâiz, 7), çenesi bağlanır, elbiseleri çıkarılır, üzerine bir örtü çekilir, elleri yanlarına uzatılır, yanında güzel kokulu birşey bulundurulur.

Ölenin arkasından yaka paça yırtarak, bağırıp çağırarak ağlanmaz. Peygamberimiz bu davranışları yasaklamış ve bunun cahiliyye âdeti olduğu bildirmiştir. (Tirmizi, Cenâiz, 11, 21) Sabredilir, ölenin arkasından hayır dua edilir. Eşi, dostu, yakınları başsağlığı diler. İnnâ lillahi ve inna ileyhi raciun derler. Geciktirilmeden yıkanır, kefenlenir, cenaze namazı kılınıp defnedilir. Peygamberimiz “Cenazeyi defnetmekte acele edin. Çünkü ölen insan Salih bir insan ise mükâfatına bir an önce kavuşturmuş olursunuz. Eğer ölen kötü/şerli bir kimse ise biran önce ondan kurtulmuş olursunuz" (Müslim,Cenâiz, 51)buyurmuştur.

Ölen insan hayırla yâd edilir, kötü özellikleri söylenmez, konuşulmaz. Peygamberimiz;"Ölülerinizin güzel işlerini yâd edin, kötü taraflarını dile getirmeyin" (Tirmizî, Cenâiz, 34) buyurmuştur.

Sonuç olarak; ölümsüz tek varlık Allah’tır. Allah’ın dışındaki her canlı ölümü tadacaktır.

Doğum gibi ölüm de Allah’ın değişmez kuralıdır. Ölüm bir son değil, yeni bir hayatın başlangıcıdır. İnsanın dirisi gibi ölüsü de saygıya lâyıktır. İnsan bu dünya açısından ölmüştür, fakat başka bir âlem için yeniden doğmuştur. Bu itibarla ölen insan âdeta yeni doğmuş bir çocuk gibi yıkanır, çocuğa sarılan zıbın gibi ölü de kefene sarılır ve büyük bir ihtimamla beşik mesabesindeki kabre konur.

İnsan nasıl yaşarsa öyle ölür. Müslüman olarak yaşayan Müslüman olarak ölür. Müslüman olarak ölen dünya sınavını başarmış, sonsuz mutluluğu yakalamıştır. Bu itibarla iyi Müslüman ölümden korkmaz. Sadece dünya için çalışan, ahiret için bir hazırlık yapmayan, yaptığı kötülükleri ve işlediği günahların hesabını verme sıkıntısı olan kişiler ölümden korkarlar. (bk. Bakara, 95–96; Nisa, 18;Müminûn, 99–10)

“Mümin insan, öldüğü zaman dünya sıkıntılarından kurtulmuş, rahata ermiş olur. Kötü insan öldüğü zaman, insanlar onun şerrinden ve zararından insanlar, şehirler, ağaçlar ve hayvanlar kurtulmuş olur." (Müslim, Cenaze, 60)