Makale

İNSAN NEREYE?

İNSAN NEREYE?
Transhümanizm ve Yapay Bir İnsan Klonlama Çabalarının Ahlaki Problemleri Üzerine


Prof. Dr. Hasan ÖZALP
Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi İlahiyat Fakültesi


Bir zamanlar “yaratma” fiili Allah’tan başkası için kullanıldığında kullanan kişi sert bir şekilde uyarılırdı. Çünkü yaratmak sadece Allah’a mahsustu. Bilimsel ilerlemeyle birlikte yaratmaya benzer bir kavram hayatımıza girdi: Klonlama veya kopyalama. Bu kavram, bizim “yoktan yaratma” olarak ifade ettiğimiz şey değildi ama ona benzer imaları vardı.
Açıkçası bizi burada rahatsız eden şey “yaratma” kelimesidir. Klasik anlamda yaratmak, yok iken bir şeyi var etmek (la min şey/ex nihilo) olunca bu imkânsız gibi görünüyor. Çünkü hiçbir şey yok iken bir şey yaratmak sadece Allah’a mahsustur. Bugün bilim de yaratma cesaretini gösteriyor. Fakat bu yoktan yaratma şeklinde değil, dil bilimcilerin halaqa (yaratmak) fiiline yükledikleri anlam dâhilinde, “zaten var olan bir şeyden bir şey var etmek” şeklindedir. Bugün bilimin yaptığı da yaratılışın oluşum süreçlerini taklit ederek yeni türler ortaya koymak yani kopyalamaktır. Bu durum, iyi mi yoksa kötü mü? Bilimin bu tür çalışmaları nihayetinde bizi nereye götürür? Burada biraz bunu konuşacağız. Temellendirmek ve anlamak için uzak olmayan bir gelecekte yüzleşme ihtimalimiz bulunan bazı problemler üzerinden konuyu biraz açmak istiyorum:
1. Almanya merkezli bir biyoteknoloji firması anne rahmine ihtiyaç duyulmaksızın tamamen fabrikasyon ve yapay rahimlerde embriyoların büyümesini sağlayabileceğini iddia etti.
2. Beynimizin sinir hücreleri olan nöronlardan oluştuğu ve bunların sinirsel-elektriksel sinyaller şeklinde beyinden vücuda, vücuttan beyne bilgiler ilettiğini biliyoruz. Yani beynimiz, elektrik sinyallerine benzer bir formda bilgi transfer eden bir ağdır. Peki, bu ağ tıpkı bir bilgisayarın hacklendiği gibi hacklenebilir mi? Yani insan zihni bireyin dışında başka biri tarafından kontrol edilebilir ve yönlendirilebilir mi? Nitekim korkulan başa geldi. ABD’li nöroteknoloji şirketi Neuralink ilk kez bir insan beynine Telepathy adlı bir implant/chip yapıldığını açıkladı. Her ne kadar amaç, felç ve körlük gibi nörolojik rahatsızlıkları tedavi etmek olarak iddia edilse de şirket sahibi Elon Musk gerçek amacını, “sadece düşünerek telefonunuzun veya bilgisayarınızın ve bunlar aracılığıyla hemen hemen her cihazın kontrolünü sağlamak” olarak açıkladı. Daha tehlikeli olan ise bu sinirsel ve elektriksel bilgilerin (ya da insan beyninin) insan dışında bir yapıya, örneğin bir bilgisayara ya da robota aktarılabilir olmasıdır. Yani zaten düşünebilen makineler artık duygulanabilir mi? Kısaca bilinç aktarılabilir mi? Transhümanistik tartışmalar etrafında şekillenen yapay zekâ söylemleri bunu pek de olasılık dışı görmüyor?
3. Klonlama, basitçe bir canlının aynısının kopyalanması demektir. İlk defa 1996 yılında koyun Dolly klonlandığında kimse problemin boyutlarının nereye varacağını pek öngöremedi. Oysa bir fotokopi makinasında bir resim nasıl birebir kopyalanıyor ve yeni bir imaj oluşturuluyorsa klonlamada da aynı genetik özelliklere sahip yeni bir canlı ortaya konulmaktadır. Şöyle bir kopyanız yapılsa ve sokaklarda gezse iyi ya da kötü bir şeyler yapsa nasıl olurdu? Hayal edebiliyor musunuz? Daha korkunç ve sıra dışı bir örnek olarak bir insanın bir ata klonlanması gibi melez kopyalama nasıl olurdu? Nitekim Cell dergisinde insan ve maymun sentezinden bir klon yapıldığı yazıldı. Şimdilik insanın kopyalandığına dair bir bilgi yok. Birçok ülkede de bunu yapmak yasak. Yasağın nedeni ise etik gerekçeler. Bu sebeple benzer kaygılardan hareketle Batı düşüncesinde “genetik” çalışmalar “gen-etik” olarak eleştiriye tabi tutulmaktadır. Peki, etik kaygıları olmayan insanlar ve devletler için bu yasağın bir anlamı var mıdır? Elbette ki hayır. Nitekim Çin’de insan klonlamak yasak değil. Çinli bilim insanları 2018’de makak maymunlarını klonladıklarını itiraf ettiler.
Tüm bunlar fütüristtik iddialar zannedilse de gelecekte bir insanı kopyalamanın mümkün olduğu tartışılıyor. Peki insan niçin klonlanır? Bazı kanser ve parkinson gibi hastalıkların tedavisi, ucuz iş gücü, yeni köleler ya da zenginler için örneğin kanser gibi durumlarda yedek parça üretmek gibi nedenler sıralanıyor.
Yukarıda söylediğimiz tüm bu senaryonun gerçekleşme olasılığı nedir? Gelecekte tüm bunların seyrinin ne olacağına, genetik mühendisliği, nörobilim, yapay zekâ teknolojileri, nanoteknoloji ve dijitalleşme karar verecek. Bu yazıya konu olan şey, bunların olup olmaması değildir. Bizce bunlar, uzak olmayan bir gelecekte gerçekleşmesi olası şeylerdir. O zaman kontrol edemediğimiz bu distopik gelecekte insanın anlamı, yeri ve değeri nedir?
Şüphesiz tüm bu gelişmeler birçok hastalığı tedavi edecek, insan ömrünü uzatacak, insanlığı yeni bir yere taşıyacak, insanlığa yeni imkânlar ve fırsatlar getirecektir. Ancak bazı temel etik ilkeler belirlenmezse ve önlem alınmazsa faydasından çok yıkıcı sorunlar doğuracaktır.
Buradaki amacımız tüm bu senaryoların ahlaki boyutu, anlamı ve değerini sorgulamak ve okuyucuda bunlarla ilgili bir farkındalık oluşturmaktır. “Bu sorunlar ne olabilir?” diye bir sorgulama yapmak ve bazı tespitlerde bulunarak bu husustaki kaygılarımızı dile getirmek istiyorum:
İlk olarak otantik yaratılış bozulacak ve doğal olan fesada/yıkıma uğrayacaktır. Yani fıtrat bozulacaktır. Doğal olan her şey deforme olacak, yapaylaşacak ve endüstrileşecektir. Kur’an’da bitki ve canlı türlerinin doğasına müdahil olup yapılarının bozulmasını şiddetle kınanmış ve yasaklanmıştır. “O, (senin yanından) ayrılınca yeryüzünde bozgunculuk yapmaya, ekin ve nesli yok etmeye çalışır. Allah ise bozgunculuğu sevmez.” (Bakara, 2/205.)
İkincisi insan sadece biyolojik bir varlık değildir. Bilinci, düşünceleri, inançları ve mutluluğu ile çok katmanlı bir varlıktır. Özgün insan olma onuru yok edilecektir.
Üçüncüsü, insan artık özgür bir varlık olmayacaktır. İnsanı insan kılan şey kendisiyle ilgili kararlar alabilmesidir. Özgürlük, bireyin istediğini yapabilmesi değil istenilen her şeyi yapmama iradesini ortaya koymasıdır. Oysa klonlamayla insan davranışları dışardan yönlendirilebilir hâldeyken onun davranışının anlamı ve değeri nedir?
Dördüncüsü, bugün kullandığımız akıllı saatlerden android (insansı) telefonlara, nanoteknolojiden giyilebilir sağlık ve spor teknolojilerine, gözlem uydularından kuantum bilgisayarlara kadar yapay zekâ bir sibernetik olarak hayatın her alanını kuşatmış ve işgal etmiş durumdadır. Sözde, insan yararına sunulan bu teknolojileri biz mi kullanıyoruz yoksa onlar mı bizi kontrol ediyor. Kötümser bir imaj çizmek istemeyiz ama görünen o ki teknoloji tüm yaşamı bütünüyle kontrol altına almış durumda görünmektedir. Ayrıca tüm bu gelişme ve ilerlemelerin getirdiği faydalar, tüm insanlığın hizmetine mi sunulacak yoksa bunlardan sadece para sahipleri mi istifade edecek?
Beşincisi, bu yapay organizmalar, yarı insan yarı robot varlıklar ve robotların dünyasında hayatın anlamı, yaşam ve ölüm sorgulanacak; dinî, ahlaki ve toplumsal değerler tartışmaya açılacak, ya reddedilecek ya da başka bir nosyona evrilecektir.
Son tahlilde insanlık, canlılar ve çevre birilerinin entelektüel egolarına ve zenginlerin endüstriyel hırslarına terk edilemeyecek kadar değerlidir. Aksi takdirde insanlığın biyolojik sonu gelecek gibi görünmektedir. Bu durumda insanlık çok ağır bedeller ödeyecektir. Kur’an’da buyrulduğu gibi “Onlara, ‘Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.’ denildiğinde, ‘Hayır, biz yalnızca ıslah edicileriz.’ derler.” (Bakara, 2/11.); “İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır.” (Rum, 30/41.)
Sonuç olarak: Tüm bu olgular bize gösteriyor ki güncelliği kalmamış sorunlardan, kısır döngülerden ve günübirlik tartışmalardan ahlakı kurtarıp hayatın ve gündemin içinde ve ilerisinde, yaşanılabilir ve sürdürülebilir ahlaki problemlere odaklanmak zorundayız. Bu sebeple iyi yetişmiş; interdisipliner okumalar yapabilen, aktüel konu ve problemlere duyarlı, münevver, dinî hassasiyete sahip düşünür, ahlakçı ve hukukçulara ciddi anlamda ihtiyaç duyulmaktadır. Müslümanlar, geleceğe ve geleceğin insanının üreteceği sorunlara şimdiden hazır olmak zorundadır. Ancak saydığımız bu yetkin düşünürler ve ahlakçılar sayesinde tıpkı bir dönem kadim ulemanın nazari fıkıhta yaptığı gibi henüz işaretleri ve emareleri görülen bu sabık problemlere vaktinden önce çözümler üretebilir ve sürecin nasıl doğru bir şekilde yürütülmesi gerektiğine dair ilkeler belirleyebiliriz. Aksi takdirde gündemin arkasında ve sorunun altında kalarak birkaç kuşağı kaybetmek gibi ağır bedeller ödeyebiliriz.