Makale

BİR BARIŞMA HİKÂYESİ

BİR BARIŞMA HİKÂYESİ

Hasan DİPİ
Düzce Gümüşova Yeşilyayla Köyü İmam Hatibi


İmam hatip olarak ilk görev yerim, anılarımda hâlâ önemli bir yer tutan Kastamonu’nun yemyeşil, güzel bir köyüydü.
İkindiden sonra ulaştığımız köyde, birkaç yaşlı amca bizi karşıladı. On, on iki haneden oluşan bu köy, sırtını gür bir ormana yaslamış gibiydi. Yaz mevsiminde olmamıza rağmen hava serindi, akşama kadar daha da serinledi, gece iyice soğudu. Orada kaldığımız yıllar boyunca sobamızı hiç kaldırmadık. Yaz mevsiminde sobamız hep yanardı.
Cami içi ve dışındaki sohbetlerimizde herkesi dikkatle dinliyor, cemaatim hakkında bilgi sahibi olmaya çalışıyordum. Onlar da çeşitli sorular sorarak beni tanımak istiyordu. Zaman ilerledikçe görev yerime daha çok alışıyordum. Ramazan ayı bize merhaba demişti. Bu zamana kadar öğrendiğim bilgileri cemaate aktarmak ve bu esnada kendimi de güncellemek için ramazan iyi bir fırsattı. İlk teravih namazında çoluk çocuk, genç yaşlı bütün köy halkı camideydi. İlk vaazım, heyecanla karışık büyük bir mutluluk oldu benim için.
İftar sofraları birbirimizi daha iyi tanımak ve kaynaşmak için güzel bir vesile oldu, birbirimizi yakından tanıma fırsatı bulmuştuk. Teravih namazları, mukabeleler, iftar ve sahurlarla ramazan ayının ruhunu birlikte tarifsiz bir iç huzuruyla hissettik.
İnsanları yakından tanıdıkça olumlu ya da olumsuz pek çok şeyden haberim oluyordu. Cemaatimden yaşlı bir büyüğümüzün akrabalarıyla arasının açık olduğunu öğrendiğimde çok üzülmüştüm. Akrabalarından birine ait olan ineğin, yaşlı amcanın bahçesine girip birkaç fidesine zarar vermesiyle yaşanan tartışma sonucu başlayan küslük on yıldan fazla bir süredir devam ediyormuş. Barıştırma çabaları her seferinde sonuçsuz kalmış, amcanın inadı kırılamamış. Böyle bir durum dinimizin kardeşlik ruhuna ve Peygamber Efendimizin ümmetine öğütlediği komşuluk hukukuna aykırıydı. Köyün imam hatibi olarak onları barıştırmayı kendime dert edindim. Allah Teâlâ’nın, “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” (Hucurat, 49/10.) ayet-i kerimesindeki emri gereği bunu vazife bildim.
Muhtar ve köyün ileri gelenleriyle istişarelerde bulundum, onlardan bu konuda yardım istedim. Daha önce defalarca denemelerine rağmen beni kırmadılar, bir kez de benimle birlikte barıştırma gayretinde bulundular. Amcayı ziyaret edip konuyu açtık. Ama amcanın inadını yine kıramadık.
Gerek camide yaptığımız derslerde gerekse özel alanlarda bir araya geldiğimiz zamanlarda bu durumu gündeme getirdim. Bazen doğrudan bazen de dolaylı olarak konuyu barışa, kardeşliğe, komşuluk hukukuna getiriyor, onları kırmadan incitmeden, sözlerimi ayet ve hadislerle de destekleyerek dile getirmeye çalışıyordum. Hemen dargınlıklarına son vererek barışmalarını elbette beklemiyordum ama çabalarımdan beklediğim sonucu da bir türlü alamamıştım. Hatta bir gün yatsı namazı sonrası amca yanıma gelerek benim bu işe daha fazla karışmamam gerektiğini, kendimi boşa yorduğumu söylediğinde çok üzülmüştüm. On, on beş gün bu böyle devam etti.
Bir gün ormanın kenarındaki çayırda otlayan beş inek, akşam olduğunda köye dönmedi. İneklerden ikisi, küs olan amcanın; üçü de dargın olduğu akrabasınındı. Vakit ilerledikçe bütün köy telaşlandı. Muhtemelen inekler ormanın içine girmiş ve kaybolmuşlardı. Orman gür, rakım yüksekti ve oralarda vahşi hayvan da çoktu. Köylünün endişesi de bundandı. Birkaç kişi ellerinde fenerlerle ormanın derinliklerine kadar gittilerse de elleri boş döndüler. Ertesi gün ve sonraki gün yapılan aramalardan da bir sonuç çıkmadı. Aramaya gidenler, hayvanların izlerine rastladıkları yerden ormanın içlerine doğru dağılıp beş altı koldan arasa da yine bir sonuç alınamadı.
Üçüncü gün sabah namazından sonra üç ineğin sahibi bana, kendisine yoldaş olup olamayacağımı sordu. Memnuniyetle kabul ettim ve inekleri aramak için bir umutla birlikte ormana gittik. Orman içindeki patikadan iki saate yakın yürüdük. Bir yere kadar rastladığımız izler bir noktadan sonra yok oluyordu. Ağaçların altındaki dökülmüş yapraklar ve orman zeminini örten sarmaşıklar iz sürmemize engel oluyordu. Yine de buradan içeriye doğru yürümeye devam ettik. Çok yorulmuştuk. Dinlenmek için bir ağaca sırtımızı dayayıp oturduk. O sırada yol arkadaşım, az ileride ağaçların arasından gördüğü lekeleri inek dışkılarına benzetti. Tekrar yola koyulduk hemen. Ağaçlar arasından kuzeye doğru, ağaç köklerine, sarmaşıklara takılmamaya çalışarak bir saat daha ilerledik. Israrla bu rotada yürüdük. İzlere göre zaman zaman yolumuzu değiştiriyor, rastlayabildiğimiz izleri takip etmeye çalışıyorduk. Nihayet açıkta bir tepeye ulaştığımızda az ilerideki düzlükte inekleri yatarken gördük. Hepsi de oradaydı. Hamdimizi, şükrümüzü, sevincimizi kelimelerle anlatamam.
Üç dört saatlik zorlu dönüş yolunu yorgun argın aştığımızda bitkin bir hâlde köye ulaştık. Bizim küs amca, evinin bahçesinde oturuyor ve kara kara düşünüyordu. Bizi görünce çok şaşırdı, sevinçten ne yapacağını bilemedi. Önce bana sarıldı. Sonra küs olduğu akrabasına döndü, ona sarıldı, teşekkürler etti. Uzun uzun sarıldılar, helalleşip barıştılar. Benim yapamadığımı kaybolan iki inek yapmıştı. Çok sevinmiştim, bütün yorgunluğumu böylece unutuverdim.