Makale

OKUYORUZ AMA NASIL?

kültürsanatedebiyat

OKUYORUZ AMA NASIL?

Ali AYGÜN

GÖRSELLİĞİN ön plana çıktığı bir dünyada yaşıyoruz. Böyle bir dünyada insan pasifleşiyor, okuma ediminden uzaklaşıyor. Böyle bir dünyada nitelikli okuru bulabilmek maalesef oldukça güçleşiyor.
Okurlar da edebî türler gibi çeşit çeşittir; nitelikli okur, örnek okur, üstün okur, bilgilendirilmiş okur, çoğul okur, örtük okur, üst okur, ampirik okur… Aralarındaki ayrım kimi zaman ince bir çizgide sürse de ideal okuru tarif etmek hiç de kolay değil.
Peki, kimdir okur? Okuru genel olarak “bir sayfaya bakarak iletişime girebilen kimse” diye tanımlayabiliriz. “Etken bir varlıktır okur.” diyen Michel Butor, okurun “sayfa üzerinde toplanmış belirtkenlerden yola çıkarak elindeki gerecin, yani belleğinin yardımıyla, yeniden bir görüntü ve serüven” kurduğunu söyler. Kurmaca metin yazarı ile okur arasındaki ilişkiyi tarif etmek zor olsa da okuru metnin tamamlayıcısı olarak görmek mümkündür.
Edebiyat, iyi okurlara bağlıdır. Sayıca azalan nitelikli okurun özelliklerini tespit edebilmek oldukça güç. Kurmaca bir metni layıkıyla okuyan, anlayan nitelikli okur, edebiyat alanında yeni yayınları ilgiyle takip eder. Sevdiği bir yazarın, şairin yeni romanının, şiirinin yayımlanması önemli bir olaydır onun için. Önem verdiği kitapları, dergileri alır, ilgiyle okur.
Okumak bir terbiyedir. Nitelikli okur, kaleme ve kelama saygılıdır. Nitelikli okur, metne kendini katar; hayal, tasavvur ve düşünce onun için iç içe geçmiştir. Nitelikli okur, aynı metni çok kez ama her seferinde yeniden okuyabilir. Nitelikli okur, metni altüst eder. Nitelikli okur, yazarın söylediğini olduğu gibi kabul etmez. Nitelikli okur, kitaplarını asla saymaz. Nitelikli okur, sözlük kullanmayı sever. Nitelikli okur, mutsuzluğu tatmıştır. Nitelikli okur, bir kitabı kapağına bakarak yargılamaz. Nitelikli okur, sabırlıdır. Nitelikli okur, çok satanlar listesine bakarak kitap alan kişi değildir. Nitelikli okur, seçimi kendisi yapar. Nitelikli okur, kendi dışında başka referanslara dayanarak kitap almaz. Nitelikli okur, edebiyatı gazete ya da televizyonlardan izlemez. Nitelikli okurun bilgilenme kaynağı sürekli olarak uğradığı kitabevleridir. Nitelikli okur, okumayı hayatının eksenlerinden biri hâline getiren kişidir. Nitelikli okur, yeniden okuyan, başka bir gözle bakabilmek için farklı bir kavrayış için aynı kitabı yeniden eline alabilen kişidir.
Her okuma, bireylere göre değişen biçimlerden doğar. Okumak gerçekten bir üretimdir. İç imgelerin, yansıtmaların, düşlerin değil de, harfi harfine çalışmanın üretimidir. Roland Barthes, okumanın şifre çözmek olduğunu belirtir: “Harflerin, sözcüklerin, anlamların, yapıların kodları çözülür, okumanın bu tanımına karşı çıkılamaz; ancak okuma doğası gereği sonsuz olduğundan kod çözmeler biriktirildiğinde, anlamın durma cesareti elinden alındığında, okuma pedal çevirmeden aşağı sürüklenerek yaşanan bir eyleme (yapısal eğilimi de bu yöndedir) dönüştürüldüğünde, okur diyalektik bir altüst olma yaşar: Sonunda kodları çözmez, yeni kodlar belirler; şifreleri çözmez, üretim sürecini yaşar, dilleri üst üste yığar, hiç usanmadan sonsuza dek diller tarafından aşılmaya bırakır kendini: İşte okur, o aşılan kişidir.”
Okuma eylemi üzerine kafa yoran çağdaş edebiyatçılardan Umberto Eco, konuya farklı bir açıdan yaklaşır: “Bir kurmaca yapıtı okumak, kurmaca dünyasını yöneten iktisadi ölçütler ile ilgili bir tahminde bulunmak demektir. Bunun bir kuralı yoktur; daha doğrusu, her yorum bilgisel çevrimde olduğu gibi, metni temel alarak kuralı çıkarsama girişiminde bulunduğunuz anda belirlemeniz gerekir kuralı.” Eco bu yüzden okumayı bir bahis olarak tanımlar, zira metnin bize ne önerdiğini açık bir biçimde söylemeyen bir sesin önerilerine bağlı kalacağımıza bahse gireriz.
Sesli okumak, sessiz okumak, anımsanan sözcüklerden oluşan ve kişiye özel kitaplıkları akılda taşımak belirsiz yöntemlerle edindiğimiz akıl almaz becerilerdir. Yine de bu becerileri edinebilmek, bir topluluğun iletişim kurmak için benimsediği ortak işaretleri tanımaktan geçer. Bir başka deyişle, okurun okumayı öğrenmesi gerekmektedir. Okumayı öğrenme yöntemlerimiz, yalnızca parçası olduğumuz toplumun okuryazarlık konusundaki geleneklerini, yani bilginin aktığı kanalları, bilgi ve güç hiyerarşisini, içermekle kalmaz, okuyabilme yeteneğimizin neyin hizmetine verileceğini de belirler ve sınırlar. Çevresinden kopmuş, iz sürücüler gibi araştırarak okuruz, dalgın okuruz, sayfa atlaya atlaya gideriz. Nefretle, beğeniyle, baştan savarak, tutkuyla, kıskançlıkla ve özlemle okuruz. Ara ara keyif salvoları ile okuruz ve buna neyin neden olduğunu kestiremeyiz. Bilemiyoruz: Bilmeden, yavaş ve uzun hareketlerle; boşlukta yüzermişçesine, kütlesiz gibi okuyoruz. Kötü niyetlerle, önyargılarla okuyoruz. Cömert duygularla okuyoruz ve metin adına özürler sunuyoruz. Yıldızların bize iyi davrandığı gecelerde nefes almadan okuyoruz. Biri “mezarımızda yürümüş”, bir anı içimizde bir yerlerden sökülüp getirilmiş gibi okuruz. (bkz. Alberto Manguel, Okumanın Tarihi, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2013.)
Okur, kitaplara ön yargısız yaklaşmalıdır. Okur, okuma eyleminde ayrıntıları fark etmeli ve bağrına basmalıdır. Okur, hazır genellemelerle yola koyulursa yanlış taraftan başlar ve daha kitabı anlamaya başlamadan kitaptan uzaklaşır. Sanat eserinin, her durumda yeni bir dünyanın yaratılması olduğunu daima anımsamalıyız.
Nabokov, zaman zaman ders verdiği edebiyat öğrencilerine iyi okur olup olmadıklarını anlayabilmeleri için egzersiz yaptırırmış. Öğrencilerine önce bir liste verir, içlerinden iyi bir okura uygun olabilecek dördünü seçmelerini istermiş:
1. Okur, bir kitap kulübünün üyesi olmalıdır.
2. Okur, kendisini kitabın kahramanıyla özdeşleşmelidir.
3. Okur, kitaptaki toplumsal-ekonomik ya da tarihsel açıya yoğunlaşmalıdır.
4. Okur, içinde eylem ve diyalog olan bir hikâyeyi olmayana tercih etmelidir.
5. Okur, bir filmdeki kitabı görmelidir.
6. Okur, filizlenen bir yazar niteliği taşımalıdır.
7. Okurun hayal gücü olmalıdır.
8. Okurun hafızası olmalıdır.
9. Okurun sözlüğü olmalıdır.
10. Okur sanatsal duyuma sahip olmalıdır.
Öğrencilerin cevapları çoğunlukla duygusal özdeşleşme, eylem, toplumsal-ekonomik ya da tarihsel açı üzerinde dolanıyormuş. Ama tabi Nabokov’a göre iyi okur son dört maddeye uygun kişiymiş aslında. Yani hayal gücüne, hafızaya, sözlüğe ve sanatsal duyuma sahip kişi…
Şöyle diyor Nabokov:
“Bu arada, okur kelimesini çok serbest bir şekilde kullanıyorum. İşin ilginç yanı, kişi bir kitabı okuyamaz: kişi ancak yeniden okur. İyi bir okur, usta bir okur, etkin ve yaratıcı bir okur, yeniden okuyandır. Ve neden böyle olduğunu söyleyeceğim. Bir kitabı ilk defa okuduğumuzda, gözlerimizi soldan sağa, her sayfada her satırda zahmetle gezdirme sürecinin kendisi, kitap üstüne bu karmaşık fiziksel işin kendisi, kitabın mekân ve zaman açısından ne hakkında olduğunu öğrenme süreci, bizimle sanatsal değerlendirme arasına girer. Bir resme baktığımızda, gözlerimizi belli bir şekilde hareket ettirmemiz gerekmez; resim bir kitapta olduğu gibi, derinlik ve gelişme öğeleri içeriyor olsa bile. Bir resimle ilk temasımızda zaman öğesi etken olmaz. Bir kitabı okurken ise, kitapla tanışmak için zamanımızın olması gerekir.” (bkz. Vladimir Nabokov, Edebiyat Dersleri, Çev. Ayşe Lucie Batur-Fatih Özgüven, İletişim Yayınları, İstanbul 2014.)
Roland Barthes, “Yazarın Ölümü” başlıklı yazısıyla okur merkezli edebiyat kuramının öncülüğünü yapar. Bir metin okunduğu anda var olmaktadır. Bir metin, okuru olmadan var olamaz. Metin, sadece okunduğu sürece vardır ve okunduğu an var olmaya, yaşamaya, değişmeye başlar. Dolayısıyla metin, yazıldığı an yazarından bağımsızlaşır ve okurun okumasıyla, yorumuyla yeniden yaratılır. Yazarın demek istedikleri önemli değil, okurun anladığı ve imgeleminde canlandırdığı metnin var oluşuna zemin oluşturur. “Yazarın ölümü” düşüncesi metnin çokanlamlılığını güvence altına almanın gereğidir. Yazar ölür ve metin sahipsizleşir. Söz yazarın olmaktan çıkar, anlamın egemenliği okura geçer.
Umberto Eco’nun örnek okuru dikkat çekicidir. Metnin amacının örnek okuru üretmek olduğunu dile getiren Eco, onu şöyle tanımlar: “Metni bir bakıma okunması tasarlanan biçimde okuyan okurdur. (...) Örnek okur, metnin, işbirliğine gidecek biri olarak öngörmekle kalmayıp aynı zamanda yaratmaya çalıştığı bir okur tipi. (…) Örnek bir okur vardır ve metin bu okurların her birinden farklı bir tür işbirliği bekler.” Eco’nun deyişiyle örnek okur “oyunda kalmayı bilen kimsedir.” Yazar, bir başka okur tipini de bize tanıtır: Ampirik okur. Bu okur “metni birçok biçimde okuyabilir, üstelik ona nasıl okuması gerektiğini belirtecek bir yasa da yoktur; çünkü çoğunlukla bu okur metni, metnin dışından gelen ya da onda rastlantısal olarak uyandırdığı tutkularının bir mahfazası gibi kullanır.” (Bkz. Umberto Eco, Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti, Çev. Kemal Atakay, Can Yayınları, İstanbul 2016)
Okur, bir anlatıyı takip ederken metinle öyle ya da böyle işbirliği yapar. En azından yazarın bıraktığı boşlukları kendince doldurur. Böylece örnek okur olma yolunda ilk adımı atar. Anlatı ormanında ilerledikçe yol bir süre sonra çatallanmaya başlar. Artık her adımda bir seçim yapmak zorunludur. Hatta okur, anlatıcının seçimlerini önceden tahmin etme oyununa başlar. Oraya buraya bırakılan ipuçlarını takip ederek kurmacayı çözmeye çalışır. Anlatının dili, tonu, zaman seçimi, olayların gelişim hızı, aslında metne dair her detay bir ipucudur.
Örnek okur, ampirik okur değil Eco’ya göre. Ampirik okur, metni değişik biçimlerde okuyabilir. Çoğu zaman da anlatıyı, kendisinde rastlantısal olarak uyandırdığı tutkuların bir mahfazası gibi kullanır. Burada, derin bir üzüntü halindeyken komedi filmi izleme konusunu örnek veriyor Eco. Bu durumdaki izleyici için gülmek zordur. Ampirik izleyici, filmi yanlış okumaktadır. Neye göre? Yönetmenin düşünmüş olduğu seyirci tipine göre.
Örnek okur, sadece metinle işbirliğine gidecek kişi değil, yazarın yaratmaya çalıştığı okurdur aynı zamanda. “Bir varmış bir yokmuş” diye başlayan bir anlatıyı dinlemeye hazırlanan kişi bir çocuk veya sağduyunun ötesinde bir hikâyeyi dinlemeye hazır bir kişi ise ancak örnek dinleyici olabilir.
Bu anlatılanlardan, bir metni kendi tecrübelerinin, tutkularının etkisinde okuyan kişi örnek okur olamaz diye anlıyorum. Örnek okur, oyunun kurallarını bilen ve oyunda kalabilen kişidir. Peki, oyunun kurallarını kim koyuyor? Burada bir tuzağa düşüp tabi ki yazar diyecektir çoğumuz. Ama eğer örnek okuru ampirik okurdan ayırdıysak, örnek yazarı da ampirik yazardan ayırmamız gerekir.
Sürdürülebilir iyi bir okuma bizi kendimiz dâhil her türlü kötülükten uzak tutacaktır. “Bir ceket satın aldığınızda önemli olan, ceplerinin kitap sığacak boyda olmasıdır.” diyen Daniel Pennac, “Roman Gibi” adlı eserinde kitaplara ve okumaya dair görüşlerini bir araya getiriyor. Okurken bizi de gülümsetiyor. Çünkü ya bize karşı yapılmış yanlışları ya da çocuklarınıza karşı yapmakta olduğumuz yanlışları görüyoruz. Ama illa “yanlışlar” görecek değiliz. Zaten Pennac’ın bir kitap okurunun hakları bildirgesi var kitapta:
1. Okumama hakkı.
2. Sayfa atlama hakkı.
3. Bir kitabı bitirmeme hakkı.
4. Tekrar okuma hakkı.
5. Canının istediğini okuma hakkı.
6. “Bovarizm” hakkı.
7. Canının istediği yerde okuma hakkı.
8. Çöplenme hakkı.
9. Yüksek sesle okuma hakkı.
10. Susma hakkı.
Pennac’ın okurun “okumama hakkı”nı destekler mahiyette bir diyalog: Paris’te Walter Benjamin’in evine kendisiyle röportaj yapmaya giden bir muhabir, Benjamin’in çalışma odasında yeni alınmış koli halinde birçok kitap görür ve biraz alaycı bir şekilde: “Tüm bu kitapları okuyabilecek vaktiniz olduğuna inanıyor musunuz?” diye sorar. Benjamin de muhabire şöyle cevap verir: “Kitaplar yalnız okumak için değil, aynı zamanda birlikte yaşamak içindir de.”
Söylemek istediklerimizi Franz Kafka özetliyor: “Okuduğumuz kitap bir yumruk gibi bizi uyarmıyorsa ne işe yarar.” Bize “Oku.” denilmiştir. Okumayı öğrendiğimiz andan ölünceye değin kaybedilmemesi gereken en kutsal eylemdir okumak. Hayatımızın bütününde var olacak bahar mevsimidir kitaplar. Her mevsimde bahar coşkulu kitaplarla yolumuzu aydınlatmalıyız. Yeryüzünün kandilleri olan yazarlar, edebiyatçılar, şairler kitaplarla var olmayı sürdürenlerdir.