Makale

Allah’a İbadet ve Kullukta İtidal

DİN VE HAYAT

Allah’a İbadet ve Kullukta İtidal

Dr. Muhlis AKAR
DİB Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

KUR’AN-I Kerim’de Hz. Peygambere ve müminlere ifrat ve tefritten uzak kalarak ilahi sınırları ihlal etmeden (Maide, 5/87.) istikamet üzere Allah’a ibadet ve kulluk etmeleri emredilmiştir: “Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz o yaptıklarınızı hakkıyla görür.” (Hud, 11/112.)
Diğer bir ayet-i kerimede ise, “Sizi orta bir ümmet yaptık.” (Bakara, 2/143.) buyrularak İslam toplumu her türlü aşırılıktan uzak, yani her şeyi yerli yerince yapan, her şeye hakkını veren, orta yolu takip eden “vasat bir ümmet” olarak nitelendirilmiştir. Hz. Peygamber de bir sahabinin kendisine, ‘Bana İslam’ı öylesine anlat ki, onu bir daha senden başkasına sormayayım’ şeklindeki sorusuna, “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!” (Müslim, İman 62.) şeklinde cevap vererek istikamet üzere olmanın önemini vurgulamıştır.
Bu nedenle Hz. Peygamber dünyadan el etek çekip toplumdan uzaklaşarak kendini sürekli ibadete vermeyi dindarlık zannedenleri uyarmıştır. Sahabeden Abdullah b. Amr’ın gündüzleri sürekli oruç tutup, geceleri ibadetle geçirdiğini öğrenince Ona; “Böyle yapma, oruç tut, tutmadığın zamanlar da olsun; namaz kıl, uyku da uyu!” dedikten sonra, vücudunun, eşinin ve misafirlerinin onun üzerindeki haklarını hatırlatıp, “Her aydan üç gün oruç tutman yeterlidir. Çünkü her iyiliğinin on kat sevabı vardır. Bu da bütün seneyi oruçlu geçirmek demektir.” buyurmuştur. Buna rağmen Abdullah’ın daha fazla oruç tutmaya istekli olduğunu görünce, “Öyleyse Allah’ın peygamberi Davud’un (a.s.) orucu gibi oruç tut. Bundan fazlasını yapma!” diyerek gün aşırı oruç tutmasına izin vermiştir. (Buhari, Savm, 54; Müslim, Sıyam, 182.)
Bir defasında, Hz. Peygamber’in eşlerine gelerek efendimizin ibadetleri hakkında onlardan bilgi almak isteyen üç kişi, anlatılanları azımsayarak, “Biz kim, peygamber kim! Allah onun geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamıştır.” demiş, sonra da kendi aralarında sözleşerek, biri gece boyu sürekli namaz kılmaya, diğeri sürekli oruç tutmaya, üçüncüsü de evlenmemeye karar vermişlerdi. Bu konuşmaları duyan Allah Rasulü, “Şöyle şöyle söyleyen siz misiniz? Şunu iyi bilin ki, vallahi, aranızda Allah’tan en çok korkanınız ve O’na karşı en çok takva sahibi olanınız benim. Bununla birlikte ben bazen oruç tutar, bazen tutmam. Hem namaz kılarım hem de uyurum. Kadınlarla da evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir!” (Buhari, Nikâh, 1; Müslim, Nikâh, 5.) buyurarak Kur’an ve sünnette karşılığı olmayan fıtrata aykırı bu tür davranışların iyi niyetle yapılmış olsa bile Allah katında ibadet sayılmayacağı mesajını vermişlerdir.
Diğer bir hadislerinde de, “Din kolaylıktır. Dini aşmak isteyen kimse, ona yenik düşer. O hâlde, orta yolu tutunuz, en iyiyi yapmaya çalışınız, o zaman size müjdeler olsun; günün başlangıcından, sonundan ve bir miktar da geceden faydalanınız.” (Buhari, İman 29. Ayrıca bk. Nesai, İman, 28.) buyurmuştur.
Hz. Peygamber bu tür mesajlarıyla yeni Müslüman olanların dini yaşamadaki aşırı arzu ve heveslerinin, ileride üstesinden gelemeyecekleri yükümlülüklere dönüşeceği endişesiyle onları uyarmıştır. Mesela, Allah’ın haccı farz kıldığını anlatırken kendisini dinleyen bir zat, “Her sene mi Ey Allah’ın Rasulü?” diye sorunca: “Evet desem, (her sene haccetmeniz) farz olurdu. Siz de buna güç yetiremezdiniz.” demiş, sonra sözlerini şöyle sürdürmüştür: “Sizi (herhangi bir yükümlülük yüklemeden) kendi hâlinize bıraktığım sürece siz de beni kendi hâlime bırakın. Sizden öncekiler, peygamberlerine çok soru sormaları ve onlara muhalefet etmeleri yüzünden helâk oldular. Size bir şeyi emredersem gücünüzün yettiği kadarıyla onu yapın. Size herhangi bir şeyi yasaklarsam onu bırakın!” (Buhari, İ’tisam 2; Müslim, Hac 412, Fezail 130–131.)
Sevgili Peygamberimizin ibadetlerde ölçülü olma hassasiyeti zekâtla ilgili uygulamalarında da görülmektedir. Zekât yükümlüsünün vereceği zekâtı azaltmak için zekât verilecek malları dağıtmasını, zekât toplamakla görevli memurun da daha fazla zekât alabilmek için dağınık olan malları bir araya getirmesini yasaklamış; zekât memurunun malların en iyisini almasını da uygun bulmamıştır. (Buhari, Zekât, 34; İbn Mace, Zekât, 11.) Muaz b. Cebel’i Yemen’e gönderirken onlardan zekât almasını kendisine emrettikten sonra, “…Mallarının en değerlilerini almaktan kaçın. Mazlumun bedduasından sakın. Çünkü onunla Allah arasında perde yoktur.” buyurarak zekât toplama konusunda ölçülü hareket etmesini istemiştir. (Buhari, Zekât, 41, 63; M121 Müslim, İman, 29.)
Allah Rasulünün ibadetler konusunda en fazla üzerinde durduğu şey ise sebat ve devamlılıktır. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de; “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” (Hicr, 15/99.) buyrulmuş, Sevgili Peygamberimiz de, “Allah’ın en çok sevdiği amel hangisidir?” şeklinde sorulan bir soruya, “Az da olsa devamlı olanıdır.” şeklinde cevap vermiştir. Bir defasında, kıldığı (nafile) namazların çokluğundan dolayı bir kadını öven Hz. Âişe’ye, “Bütün bunları sayıp dökmeyi bırak; gücünüzün yettiği nispette ibadet etmeniz size yeter. Allah’a yemin ederim ki, siz bıkıp usanmadıkça, Allah bıkıp usanmaz.” (Buhari, İman 32, Teheccüd 18; Müslim, Müsafirin, 221.) buyurmuştur. Kayalıklar üzerinde namaz kılan bir adamı uzun bir süre sonra yine aynı şekilde namaz kılıyor görünce, “Ey insanlar! Size gereken orta yoldur. Vallahi siz bıksanız da Allah bıkmaz!” (İbn Mace, Zühd, 28.) buyurarak ibadetlerde aşırıya gidilmemesini istemiştir. Kendisi de ibadetlerinde itidali elden bırakmamış, gecenin sadece bir bölümünde namaz kılmış, ramazandan başka herhangi bir ayda da aralıksız oruç tutmamıştır. (Müslim, Müsafirin,141.) Nitekim Kur’an’ı hızlı okuyarak kısa sürede hatmedenlerin sayılarının arttığını gören Hz. Âişe, “Ben Allah’ın peygamberinin bir gecede Kur’an’ın tamamını okuduğunu ve sabaha kadar namaz kıldığını bilmiyorum.” (Müslim, Müsafirin, 139.) diyerek gerek Kur’an okumada gerekse namaz kılmada nebevi ölçüyü hatırlatmıştır.
Şüphesiz yukarıda söz konusu edilen ibadetler nafile ibadetlerdir. Zira farz olan ibadetler zaten sürekli olarak yapılması gereken ibadetlerdir. Bir sahabiye Rasulüllahın şu uyarısı da bunu göstermektedir: “Abdullah! Falan kimse gibi olma! Çünkü o gece ibadetine devam ederken artık kalkmaz oldu.” (Buhari, Teheccüd, 19; Müslim, Sıyam, 185.)
Peygamberimiz bir hadislerinde de; “Her şeyin bir coşkunluğu olduğu gibi her coşkunluğun da bir durgunluğu vardır. Şayet bu iki hâli yaşayan kimse orta yolu takip edebilirse onun (kurtuluşa ereceğini) umarım...” (Tirmizi, Sıfatü’l-kıyame, 21.) buyurarak ibadetlerin itidalli bir şekilde yapılmasının önemini vurgulamıştır.
Ayrıca, “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; sevdirin, nefret ettirmeyin!” (Buhari, İlim, 11; Müslim, Cihad ve Siyer, 6.) ilkesini ümmetine tavsiye eden Efendimiz, buna aykırı davrananları uyarmıştır. Namazı çok uzatan Muaz b. Cebel kendisine şikâyet edilince, “Ey insanlar! Sizler nefret ettiriyorsunuz. İnsanlara namaz kıldıran kimse hafif kıldırsın. Çünkü cemaat arasında, hasta, zayıf ve ihtiyaç sahibi kimseler vardır.” (Buhari, İlim, 28; B705 Buhari, Ezan, 63.) buyurarak namaz kıldırırken itidalli davranmayan kimseleri uyarmış; kendisi de namaz ve hutbeyi fazla uzatmamıştır. (Müslim, Cum’a, 41.)
Peygamberimiz, cemaatle kılınan namazları fazla uzatmayı uygun bulmadığı gibi, tadili erkâna riayet edilmeden kılınan namazların da kabul olmayacağını belirtmiştir. Bir defasında hızlı hızlı namaz kılıp yanına gelen bir sahabiye kıldığı namazın kabul olmadığını söylemiş; namazı tarif etmiş, doğru bir şekilde kılıncaya kadar tekrar ettirmiş ve her rüknün hakkını vererek namaz kılmasını tembihlemiştir. (Buhari, Ezan, 122; Tirmizi, Salât, 110.) Zira namazı fazla uzatmak ifrat, hızlı kılmak ise tefrittir. İtidal ise namazı, tadil-i erkâna riayet ederek ve her rüknün hakkını vererek ihlas ve huşu ile kılmaktır.
O hâlde ibadetler mutlaka yüce Allah’ın emrettiği ve sevgili peygamberimizin uygulayarak gösterdiği şekilde eda edilmelidir. Kur’an ve sünnette verilen ölçülerin dışına çıkarak yapılanların ise Allah katında değer ifade etmeyeceği ve kişiyi takva sahibi yapmayacağı bilinmelidir.