Makale

Defteri kapanmayan insanlar

Defteri kapanmayan insanlar


Selva Özelbaş / Üsküdar Vaizi


Benim babam bir din görevlisi idi, ben de bir din görevlisiyim. Küçüklüğümde bana pek çok mesleği sayarken “sen bunlardan istediğini seç” mesajını vermiş ve bu görevi hiçbir zaman empoze etmemişti. Sadece benim, okumam konusunda yolumu hep açık tutmuştu. Birlikte olduğumuz hayat sürecinde hem babam olması hem de bir din görevlisi olması hasebiyle onu hep gözlemlemişimdir.

Babam şimdi rahmetli; fakat bu fani dünyaya gözlerini yummuş olduğu halde hâlâ hatırının ölmediğine şahit oluyorum. Ve bunu, onun görev anlayışı ile elde ettiği sonuç diye algılıyorum. Öyle ki, görev yaptığı şehre ziyaret için gittiğim ve yatarken başımı yastığa koyduğumda bana kapısını açacak, sofrasına buyur edip ekmeğini paylaşacak onu tanıyan isimleri şöyle bir düşündüğümde bir çırpıda pek çok isim sayabiliyorum.

Aslında insanların defterlerinin nasıl kapanmayacağının ve hâlâ yaşadığının belgesi budur diyorum. Çünkü babam vefat ettiği zaman bu kadar ilim ehli, deniz-derya gibi bir insanın hazine gömer gibi nasıl da toprağa verildiğini düşünmüştüm. Çünkü bir insanın yetişmesi o kadar da kolay olmuyor ve o da bu zorlukları iliklerine kadar yaşamış biri olduğu için doğal olarak üzülüyordum. Fakat bugün baktığımda gerçek ölümün gönüllerden ve hafızalardan silinip gitmek olduğunu söyleyebiliyorum.

Peki o ne yapmıştı? Nasıl davranmıştı da böyle bir sonuç elde etmişti?... Diyanete intisap edip görev aldığında Anadolu’da bir şehre tayin olmuştu. Bugün genellikle yapıldığı üzere, ilim elde edip kariyer sahibi olduktan sonra “Istanbul da Istanbul” demeden, edindiği onca ilimle Anadolu’nun mutena bir köşesine gitmeyi bilmişti. Öyle ki Osmanlı son devri âlimlerini görmüş, onların ilmini elde etmiş; memleketinden çıkan o cahil gencin yerini ilim ehli bir İstanbul beyefendisi almış ve Türkiye’nin ilim irfan şehrinin bu anlamda bereketini tatmış biri olarak İstanbul’u terk edebilmişti, hem de dönmemecesine.

Geldiği şehrin merkezinden köylerine kadar ulaşmayı bilmiş, zengininden fakirine, gencinden yaşlısına, dindarından cahiline kadar herkesle oturup hasbihâl edebilmişti. Şehrin manevi imarına büyük ölçüde katkıda bulunmuştu. Şehrin iki merkezi camiinde gençlere ve cami hocalarına arapça, tefsir ve hadis dersleri verirdi. Akşamları ve belirli günlerde, bayramlarda, hac dönüşlerinde eve gelen misafirinin haddi hesabı olmazdı. Gelen misafirler vakit neyi gerektiriyorsa ikramlarını almadan gitmezlerdi. Benim o zamanki en büyük zevkim misafirlerin ayakkabılarını çevirip saymak ve o adette çay bardağı ya da kahve fincanı hazırlamaktı. Sürekli kitap okuduğu için okumakta olduğu konu ne ise gelen misafire “bak burada ne yazıyor?” diyerek o konuyu mutlaka okur, izah eder; böylece öğrenmekten ve öğretmekten geri kalmaz, boşa lakırdı etmezdi. İnsanlar buna alışkın olduklarından sükûnet içinde dinler ve soru sorarlardı. Okuduğu kitaplar çoğunlukla kaynak kitaplardı aslında; fakat muhataba onu anlatmasını iyi bilirdi. Doğrusu İstanbul’da yaşamıyordu ama o, yaşadığı yeri İstanbullaştırmıştı. Şehrin içinde kaybolup giden bir görevli olmamış, herkesin sevgi ve saygısını, güvenini kazanmıştı. Vakarı, bilgisi ve samimiyeti ile silinmez izler bırakmış ve bu şehirden ne zaman giderimin hesabını asla yapmamıştı.

Bulunduğu çevrede yaşayan insanlara dinin makul çözümleri ve ölçülerini anlatmayı becerebilmiş ve bunu yaparken de gayet inandırıcı olmuştu. Dini konularda çözümsüz kalanların uzaklardan gelerek de olsa meselelerini danıştıkları bir hoca idi. Maaşının dışında hizmetlerinde, bulunduğu konumu tahfif edecek hiçbir davranışa da girmemişti. Medrese eğitimi almış bir hoca idi; fakat bunun yanında ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite tahsilini, büyük gayretlerle tamamlamıştı. Aynı zamanda günceli de takip eden, çevresini bu anlamda da aydınlatan bir insandı.

Bunları söylemekteki amacım günümüze eleştiri olsun diye değil elbette; kendisi ile yaşadığım, hayat boyunca en yakınımdan örnek aldığım; ayrıca bugün kendisini daha iyi anladığım meslektaşımı yâd etmek ve benzerlerine ne kadar da muhtaç olduğumuzu ifade etmektir. Mekânı cennet olsun. Âmin!