Makale

Din hizmetlisi yetiştirme ve Başkanlıkta din hizmetlisi istihdamı sorunu

Din hizmetlisi yetiştirme ve Başkanlıkta din hizmetlisi istihdamı sorunu


Dr. Mehmet Bulut
DİB / Uzman
mbulut@diyanet.gov.tr


Bilhassa din hizmetiyle görevlendirilmiş şahısları; yani “hademe-i hayrat” olarak da adlandırılan cami görevlilerini ifade etmek üzere yaygın olarak kullandığımız “din görevlisi” kavramı yerine, makalemde “din hizmetlisi” kavramını kullanmayı tercih ettim. Bu kavramı Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatında görevli bütün personele teşmil etmekte de bir sakınca olmadığını düşünüyorum.

Öncelikle şu tespiti yapmamız gerekiyor: Hangi kavramla ifade edersek edelim; müftü, vaiz, imam, hatip, müezzin gibi hizmet elemanlarının yetiştirilmesinde ve bunların Diyanet İşleri Başkanlığında istihdamında Cumhuriyetimizin başından 1950’li yıllara ve hatta yüzyılın sonuna kadar çok büyük sıkıntılar yaşanmıştır. Bunların önemli bazı nedenleri üzerinde dergimizin önceki sayılarında durmuştuk. Özeti şudur: 20-25 yıl gibi uzun bir zaman diliminde ülkemizde din hizmetlisi yetiştirecek herhangi bir eğitim kurumunun olmayışı ve bu süreçte Diyanet İşleri Başkanlığı ve mensuplarına karşı takınılan mesafeli tavır… Bu tavrın ortaya çıkardığı ürkütücü boşluk… Denilebilir ki, o boşluğun ortaya çıkardığı problemler tam olarak bir türlü çözülememiş ve menfi etkileri günümüze kadar sürmüştür. Nitekim din hizmetlisi yetiştirmek ve Başkanlıkta eleman istihdam etmek bir “problem cümlesi” olarak halen önümüzde durmaktadır.

Osmanlının son döneminde olduğu gibi, Diyanet İşleri Başkanlığının ilk yıllarında da din hizmetinde vasıflı eleman istihdamı zarureti ve vasıflı din hizmetlisi yetiştirecek eğitim kurumlarına olan ihtiyaç üzerinde ısrarla durulmuştu. Ne var ki, müteakip yıllarda ülkemizde yaşanan med ve cezirlerden dolayı gelişmeler farklı yönde cereyan etmiştir. Son cümlemi biraz açmak gerekirse, kısaca şunları söyleyebiliriz:

Henüz İstiklal Savaşımızın verildiği yıllarda, içinde bulunulan maddi ve manevi bütün imkânsızlıklara rağmen TBMM hükümetleri döneminde ve Cumhuriyetin ilk birkaç yılında nitelikli din hizmetlisi yetiştirilmesi meselesine özel bir önem verilerek çözümü için büyük çaba sarf edildiğine şahit oluyoruz. Bu nesil, sorunu ülke genelinde temelden ve hatta “İslamşümûl” düzeyde çözmek amacındaydı. Buna göre, Müslüman halkın içinde bulunduğu dinî cehalet bir an önce son bulmalı, yüce İslam dini, sahih bir şekilde halka öğretilmeli ve bu din, asrı saadetteki safiyetiyle, bütün hurafe ve sapkınlıklardan uzak yaşanabilmeli; bunu temin için halka her bakımdan önder olacak, rehber olacak, milletin maddi ve manevi kalkınmasında misyon üstlenecek din hizmetlileri, özellikle bu hizmetlerin merkezinde duracak olan “imam” iyi yetiştirilmeliydi. Bu şahıslar okumalı-okutmalı ve halkı gereği gibi irşat etmeliydi... Bu amaçla bir kısım projeler de hazırlanmış hatta uygulamaya da konmuştu. İşte medreselerdeki ıslahat çabaları, işte mabetleri harap halden kurtarma gayretleri, işte başlatılan dinî yayın faaliyetleri…

Bilindiği gibi, bu yüksek ideallerin seslendirildiği dönem kısa sürdü. 1920’lerin sonuna doğru din eğitimi ve din hizmetleri alanlarındaki çabalarda bir kırılma yaşandı. Bu yeni süreçte Diyanet İşleri Başkanlığının varlığı muhafaza edilmiş; ancak teşkilat için zorunlu olan elemanların yetiştirilmesi noktasında bir kaynak gösterilmemiştir. Meslekî din eğitimi veren kurumları geliştirip çoğaltmak beklenirken -çünkü işaret ettiğimiz gibi söz konusu yıllarda hedef ve beklentiler bu istikametteydi- mevcutların bile tamamı seddedildi. Bu süreçte Başkanlığın kendi görevlisini yetiştirecek, kendine bağlı bir eğitim kurumu da bulunmuyordu. Haliyle bu evrede “vasıflı din hizmetlisi” bulmak şöyle dursun, özellikle kasaba ve köylerde, basit dinî vecibelerinde Müslüman halka rehberlik edecek, az buçuk da olsa Kur’an ve dinî bilgisi olan kişi bulmakta bile hayli zorluk çekildi. Keza ehil olmayan kişiler müftü ve vaiz olarak görevlendirilebildi. Bu hususlara da kısmen daha önce temas etmiştik. Bu yazımızda ise sorunun 1950 sonrasını özetlemeye çalışacağız.

Başkanlığa Eleman Yetiştiren Kurumlar
1940’lı yılların sonundan itibaren Başkanlığa eleman yetiştiren mesleki din eğitimi kurumlarını açılış sırasına göre İmam-Hatip Kursları, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İmam-Hatip Okulları, Yüksek İslam Enstitüleri, İmam-Hatip Liseleri, İslami İlimler Fakültesi, İlahiyat Fakülteleri, İlahiyat Meslek Yüksek Okulları, Açık Öğretim İlahiyat programları olarak sıralamak mümkündür. Yurt dışı ilahiyat eğitimini ve müezzinlik gibi görevlere getirilmede değerlendirilen Kur’an kurslarındaki eğitimi (hafızlık) de bu listeye dâhil edebiliriz. Her birini bu yazıda detaylı olarak ele almak mümkün olmadığından burada daha çok Başkanlık hizmetlerinde ağırlıklı bir yeri olan İmam-Hatip Okulları/Liseleri ve İlahiyat fakülteleri üzerinde özet olarak durmak istiyoruz.

İmam-hatip kursları
Bilindiği gibi, din hizmeti sunacak kişilere duyulan ihtiyaç artık had safhaya ulaşıp halkın şikâyet ve ısrarlı talepleri iyice artınca, 1940’lı yılların sonuna doğru resmî olarak meslekî din eğitimi verilmesi doğrultusunda devlet ve hükümet yetkililerince bazı adımlar atıldı. Halkın talepleri Meclis’te bir komisyona havale edildi ve sonuçta Ankara Üniversitesi’ne bağlı bir İlahiyat Fakültesi açılmasına, ilkokulların 4 ve 5. sınıflarına seçmeli din dersi konulmasına, imam ve hatip ihtiyacını gidermek üzere de Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı on ay süreli İmam-Hatip kursları açılmasına karar verildi.

Bu karara binaen 1948’de MEB İlköğretim Genel Müdürlüğü’ne bağlı olarak on ilde birer İmam-Hatip Kursu açıldı. Askerliğini yapıp gelmiş kişilerin kabul edildiği bu kurslarda Akaid, Ahlak, Kur’an, İbadet, Tarih, Coğrafya, Yurt Bilgisi ve Sağlık Bilgisi dersleri okutuluyordu. Ancak, bu kursların din hizmetlisi yetiştirmek açısından yetersizliği kısa sürede anlaşıldı. Nitekim 1951’de İmam-Hatip okullarının açılmasıyla da ömürlerini tamamladı. Resmî din eğitimine yeniden bir başlangıç teşkil etmiş olması açısından bu kurslar önemlidir.

İmam-hatip okulları/liseleri
1924’teki ilk açılışlarından 27 yıl sonra ve yine Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na dayanılarak (13 Ekim 1951 tarih ve 601 sayılı Müdürler Komisyonu kararı ile) 1951 yılında 7 ilde (Ankara, İstanbul, Adana, Isparta, Maraş, Konya ve Kayseri) birer İmam-Hatip Okulu açıldı.

İmam-Hatip Okulları ilk açıldıklarında ilkokula dayalı, birinci devresi dört, ikinci devresi üç yıl olmak üzere 7 yıl süreli, meslek dersleri yanında orta ve lise dersleri de okutulan bir ortaöğretim kurumuydu. 1971-1972 öğretim yılında orta kısımları kapatılarak 4 yıllık bir meslek lisesi haline getirildi. 1973’te çıkartılan 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 32. maddesiyle lise statüsüne kavuşturuldu ve adları da “İmam-Hatip Lisesi” olarak değiştirildi. Bu liselerde hem mesleğe hem de yüksek öğrenime hazırlayıcı programlar uygulanmaya başlandı, dolayısıyla mezunları doğrudan üniversite sınavlarına katılma hakkı elde etti. 1975-1976 öğretim yılından itibaren bu liselerin bünyelerindeki orta kısımlarına kız öğrenci de kabul edilmeye başlandı. İlk Anadolu İmam-Hatip Lisesi ise 1985-1986 öğretim yılında İstanbul Beykoz’da açıldı.

Açılışlarından itibaren sayıları hızla artan İmam-Hatip Liseleri, okul ve öğrenci sayısı itibarıyla 1970’li yıllarda en üst noktaya ulaştı. 1997’de temel eğitimin kesintisiz olarak 8 yıla çıkartılmasıyla bünyesindeki orta kısımları kapanmış oldu. Halen dört yıllık lise olarak öğrenime devam etmektedir.

İlahiyat fakültesi
İlk defa bir ilahiyat fakültesi Meşrutiyet’ten önce Darülfünun’da “Ulûm-i Âliye-yi Diniye Şubesi” adıyla açıldı. Birinci Dünya Savaşı başlamadan önce medreselerin ıslah edilip programları müspet bilimlerle donatılmasıyla bu kuruma ihtiyaç kalmamış ve kapatılmıştır. 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile Darülfünun’da yeniden bir İlahiyat Fakültesi açılarak, kapatılan medreselerin yüksek kısımları ile ihtisas kısımlarının öğrencileri buraya aktarıldı. Fakülteye nakledilen öğrenci sayısı 400 civarındaydı. Bunlar medreselerdeki eğitimleri dolayısıyla yetişkin öğrencilerdi. Dönemin ünlü hocaları da bu fakültede görev almışlardı. Bilindiği gibi, fakülte 1933’te kapatıldı.

1949’da Ankara Üniversitesinde bir İlahiyat Fakültesi açılırken ilk planda bunun salt bir ilahiyat fakültesi değil de ülkemizin şiddetle ihtiyacını duyduğu ehliyetli müftü, vaiz, İslam bilimleri uzmanı yetiştirecek bir İslami ilimler fakültesi olması, bu nedenle fakültenin isminin önünde “İslam” kelimesinin bulunması arzu edilmişti; ancak böyle olmaktan ziyade, din ve mezhepler üzerine araştırma yapmaya imkân tanıyan bir kurum olarak açıldı. Hiçbir altyapıya sahip olmayan lise öğrencilerinin alınması, din hizmetinde ihtiyacı duyulan elemanları yetiştirmek bir yana sözü edilen amacı gerçekleştirmesini bile kuşkulu kılmıştı. Her şeye rağmen Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, din eğitimi kurumlarımız arasında önemli bir yere sahiptir; mezunlarından önemli kısmı Diyanet hizmetlerinde görev almıştır.

Başkanlığa eleman yetiştiren yüksek öğretim kurumlarından biri de 1959 yılından itibaren açılmaya başlayan ve yalnız İmam-Hatip mezunlarını öğrenci olarak kabul eden Yüksek İslam Enstitüleridir. Enstitünün açılış amaçları arasında Başkanlığın müftü, vaiz gibi yüksek öğrenim gerektiren eleman ihtiyacını karşılamak da vardır. 1982’de çıkartılan bir kanunla bu enstitüler ilahiyat fakülteleri haline getirildi. Bu yeni ilahiyat fakültelerinin sayısı 1992’de 9 iken, 1993’te 22’ye çıkmıştır. Halen ülkemizde 25 İlahiyat Fakültesi bulunmaktadır.

Başkanlıkta din hizmetlisi istihdam
Başkanlığın cami görevlileriyle ilgili ilk düzenlemesi olan 1928 tarihli “Cami Hademeleri Nizamnamesi”nde vaizlik görevinin Darülfünun İlahiyat Fakültesi mezunlarına özgü olduğu, bunların bulunmaması halinde ve yapılacak sınavın kazanılması durumunda tahsil şartı aranmaksızın da vaiz tayin edilebileceği kaydedilmiştir. Benzer durum kadrolu imam-hatiplik görevi için de söz konusuydu. İmam ve Hatip Mektebi mezunlarının ise sadece “eda ve seda müsabakası”na gireceği belirtilmiştir. Kuşkusuz bunlar şehirlerde görev alacaklar için söz konusuydu. Köy imamları 1924 tarihli Köy Kanunu’nun ilgili maddeleri çerçevesinde göreve getirilmekteydi.

1935 tarihli 2800 sayılı kanun, müftülerin mahallinden seçilmesini öngörüyordu. Müftü seçiminde aday olabilmek için o tarihte artık tarihe karışmış olan Medresetü’l-İrşad’dan, Medresetü’l-Vâizin’den, Kuzat Medresesi’nden, Darülhilafe medreselerinin Sahn kısmından veya Darülfünun İlahiyat Fakültesinden mezun olmak ya da dersiam olmak şartı aranmıştır. Ancak bu eğitim şartlarını taşımasalar bile daha önce Başkanlıkça yapılan müftülük ehliyet sınavlarından belge almış olanlara da müftülük görevi verilebilmiştir.

Camiler ve cami görevlilerinin idaresinin 1950’de Başkanlığa iade edilmesinden sonra, köylerde imamlık görevi alabilmek de Başkanlığın veya Başkanlığın yetkili kıldığı müftülüklerin iznine bağlanmıştır. Nakledilen görevlilerden maaşlı olanlarının sayısı 5 bin civarındaydı.

1952’de çıkartılan ve 1965 yılına kadar yürürlükte kalan Hayrat Hademesi tüzüğü ile cami görevliliğine ilk defa alınacaklar için sınav şartı konulmuş; ancak tahsil şartı aranamamıştır. Kur’an kurslarından vesika almış olmak, icazetli olmak, İmam ve Hatip Mektebini ve İmam Hatip Kursunu bitirmiş olmak tercih nedeni sayılmıştır. Belirlenmiş bazı şartları taşıyanların (eski medrese mezunları, dersiamlar gibi) sınavsız olarak imam-hatip ve vaiz olarak göreve alınacakları da kaydedilmiştir.

Ücretli imam-hatiplik için ilkokul diplomasına sahip olma şartı ancak 1963 yılına gelindiğinde aranabilmiştir; ilkokul diplomasına sahip isteklilerin bulunamaması halinde bu şarttan da sarfınazar edilmiş, açılan sınavı kazanmaları halinde ilkokul mezunlarına bir “buyrultu” (yeterlik belgesi) verilerek görev alması sağlanmıştır.

Başkanlığın değişik kademelerinde görev alacaklar için gerçek anlamda eğitim şartları, ilk defa olarak 1965 tarihli 633 sayılı kanunla belirlenebilmiştir; ancak örnekleri aşağıda görüleceği gibi, bu şartlar da imkânsızlıklar nedeniyle esnek tutulmuştur. Buna göre merkez teşkilatında üst düzey görevlileri ile müftü ve vaizler için dinî yüksek öğrenim şartı aranmışsa da bu şartı taşıyanların bunmaması halinde müftü ve vaizlik için İmam-Hatip Okulu ikinci devre mezunları alınabilmiştir. Aynı yasa ile kadrolu imam-hatiplikler için İmam-Hatip Okulu ikinci devre mezunu olmaları şart koşulmuş, bu evsafta istekli çıkmaması halinde ise birinci devre mezunu olmaları yeterli görülmüştür. Yine bu yasa ile kadrosuz bucak ve köylerde imam-hatip olabilmek için, ihtiyaç halinde ilkokul mezunu olmak yeterli görülmüştür.

633 sayılı kanun yürürlüğe girince yalnız ilkokul diploması olan görevliler kadroya geçirildi; diploması olmayan görevlilerin birer ilkokul diploması almak için hayli gayret sarf ettiklerini tahmin etmek zor değildir. Bu uygulamaya 1970’te son verildi. Bu arada bir de vekil imam-hatiplik uygulamasını görüyoruz. Yeterli sayıda İmam-Hatip Okulu mezunu bulunamadığından ilkokul ve Kur’an Kursu mezunları vekil imam-hatip olarak görev alabilmişlerdir. Mesela 1975’te Başkanlığın 45 bin civarındaki personelinden 16 bin kadarını bu vekil imamlar oluşturuyordu. Bu uygulamaya da 1977’de son verildi. 1977’de çıkartılan bir kanunla 12 bin vekil imam-hatip asalete geçirildi.

İkinci devresinden ilk mezunlarını 1958 yılında verdiğini de düşünürsek, demek ki, 1951’de İmam-Hatip Okullarının açılmasıyla din hizmetlisine duyulan ihtiyaç hemen bir çırpıda çözülmemiş, bilakis ihtiyaç katlanarak artmaya devam etmiştir. Özellikle lise statüsüne kavuştuktan sonra bu okul mezunlarının tamamının din hizmetlerinde görev almadıkları da göz ardı edilmemelidir.

İmam-Hatip Lisesi mezunlarının yoğun bir şekilde ve genelde imam-hatip olarak Başkanlıkta görev almaları 1970’li yıllarda olmuştur.

Özetle belirtmek gerekirse; 1970’lere gelindiğinde dahi köylerde -hatta il ve ilçelerde de- imamlık yapanların çoğu ilkokul mezunu, bir kısmı ise sadece okur-yazardı (Köy kanununda köy imamlığı için okur-yazar olma şartı aranmıştı). Daha yakınlara geldiğimizde, mesela 1990’da dahi yüksek öğrenimli imam-hatiplerin oranı % 8 iken ilkokul mezunu olanların oranı %17 idi. 1995’te ise imam-hatip olarak görev yapanlardan İmam-Hatip Lisesi mezunu olanların sayısı 41 bin, oranı ise % 77’ye çıkmıştır. Aynı yıl itibarıyla 3 bin civarında ilkokul mezunu imam-hatip bulunuyordu.

Günümüzde din hizmetlisi yetiştirme ve din hizmetlerinde istihdam edilen personelin eğitim durumları yakinen bilinmektedir ya da arzu edildiğinde bu bilgilere kolayca ulaşılabilir.

Bu özet bilgilerin Başkanlığın eleman istihdamında yakın döneme kadar yaşadığı sıkıntıları bütün çıplaklığı ile ortaya koyması açısından yeterli olduğunu düşünüyorum.

Evet, din hizmetlisi yetiştirme ve Diyanet İşleri Başkanlığında personel istihdamı konusunda tablo üç aşağı beş yukarı budur.

İki binli yıllarda ülkemiz insanının dinî kültür düzeyinin hâlâ makul bir noktada olmamasında bu tablonun da bir payı olsa gerektir. Günümüz Diyanet çalışanları olarak bizim için bu bir mazeret teşkil etmese bile…