Makale

Bir İnsanlık Sorunu: Merhametsizlik

Bir İnsanlık Sorunu: Merhametsizlik

Prof. Dr. Vejdi BİLGİN
Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Duygularımızın kaynağı
İnsan akıl, sağduyu, vicdan gibi birbiri içine geçmiş birtakım özelliklerden meydana gelir. Bu özellikler bizim ihtiraslarımız, dürtülerimiz ve duygularımız arasında bir denge kurmaya yarar. Bu karşılıklı öğeler arasındaki çapraz ilişkiler sonucu her biri diğerinden farklı milyarlarca insan tarafından dünyamızı paylaşmaktayız. İnsan hayvan türünden farklı olarak (bir karınca dünyası gibi) sabit bir dünyaya mahkûm olmayan, dolayısıyla çok farklı tutum ve davranışlarla kendini ortaya koyabilen bir varlıktır. Bir hayvanın, örneğin bir tilkinin nasıl avlandığı, nasıl beslendiği, nasıl ürediği, nasıl barındığı belirlenmişken aynı şeyi insan için söylemek mümkün değildir. Burada “insan doğası” dediğimiz ve ne olduğunu tam olarak ihata edemediğimiz bir olgu vardır. Bu doğa son derece negatiften son derece pozitife doğru inanılmaz sayı ve çeşitlilikte istek, arzu ve duygu barındırmaktadır.
İnsanın önemli bir özelliği de tek başına yaşamını sürdürememesidir. Bundan dolayı insanlar bir arada yaşayabilmek için bazı isteklerinden vazgeçer, bazı duygularını bastırırlar. Bu durum sadece bireyden ortaya çıkmaz, aynı zamanda toplum da bireyleri bir şekilde sosyal hayat için uygun hâle getirmeye çalışır. Bunun için çoğunlukla okulda veya okul dışında verilen eğitim kullanılır. Ayrıca yazılı olan ve olmayan hukuk kuralları ile bireylere yaptırım uygulanır. Dinler de hem bir eğitim hem de bir yaptırım aracı olarak insanî doğanın disipline edilmesine katkıda bulunurlar. Toplumda beğenilen bir kişi olmak veya örnek bir vatandaş olmak ya da iyi bir dindar olmak neticede aynı kapıya çıkar: Doğamızda var olan her şeyi açığa çıkarmak değil, doğamızı disipline etmek. Bu da tutum ve davranışlarımız şeklinde kendini gösterir.
Duygular insan doğasının ayrılmaz bir parçasıdır. Aynı duygu farklı insanlarda farklı derecelerde yer alır. Zira insanlar farklı genetik yapılara sahiptir. Salt genetik yapının duygularımıza etkisini ölçmek mümkün değildir; çünkü her çocuk bir topluluk içinde büyümektedir. Dolayısıyla devreye çevresel faktörler girer. Çevresel faktörlerin duygularımız üzerindeki etkisini gözlemlemek çok daha kolaydır. Zira aynı konuda farklı toplumların farklı tepkiler verdiği rahatlıkla gözlenebilir. Mesela bir kişinin eşine karşı yapılan bir iltifat bir toplumda memnuniyet ve gurur oluştururken diğer toplumda kıskançlık ve öfkeye yol açabilir. Bu anlamda duygularımızın tutum ve davranışlarımız üzerindeki tezahürünün çoğunlukla toplum tarafından belirlendiğini söyleyebiliriz. Bir başka ifadeyle sosyalleşme (toplumun değer ve normlarını öğrenip içselleştirme) sürecinde ne zaman öfkeleneceğimizi, ne zaman sevinç duyacağımızı, ne zaman gurur duyacağımızı da öğreniriz.
Duyguların toplum tarafından belirlenmesi gayet olağan bir durumdur. Esasında biz fizyolojik tepkilerimizi bile toplumdan öğrenmekteyiz. Örneğin kusmak fizyolojik bir tepkidir ama aynı olgu farklı toplumlarda farklı etkenlerle ortaya çıkmaktadır. Bir Anadolu insanı Fransa’da yemek için sunulan bir salyangoz ile karşılaştığında kusacak gibi olurken Nijeryalı bir Yoruba üyesi büyük bir iştah duyabilmektedir. Dolayısıyla fizyolojik tepkilerimiz bile çevresel şartlardan etkilenerek belirleniyorsa, duygusal tepkilerimizin çevresel şartlardan daha fazla etkileneceği gerçeğini kabul etmemiz gerekir.
Toplumsal hayat içinde gelişen merhamet duygusu
Çevresel faktörleri hiç göz önüne almadan insanın doğasında merhamet olduğunu söyleyebiliriz. Ancak insan doğasında bunun zıddı olan öfke ve şiddet de vardır. Birbirine zıt olan her iki duygu da toplumsal şartlar içinde belirli bir dengede gelişir. Bu duygulardan bir tanesinin olmadığı kişi toplumca eksik kabul edilir. Örneğin pür-merhametli olan dolayısıyla yemek için bir hayvanı kesemeyen veya ülkesi için düşmanı öldüremeyen (yani toplumun istediği biçimde şiddet kullanamayan) kişi normal karşılanmaz. Kişi toplumun belirlediği ölçüde merhamet ve şiddet göstermelidir.
Merhamet ve şiddet farklı alanlarda farklı derecelerde ortaya çıkar. Bir kişinin çocuk, kadın, yaşlı, yetim olması veya etnik kökeni, ırkı, dini, sosyal sınıfı gibi faktörler burada etkilidir. Toplum bir kişinin haklı dahi olsa kadına şiddet göstermesini hoş görmez, erkeğe olan şiddeti ise mazur görebilir. Yetim bir çocuğa gösterilen merhamet ile aynı yaştaki bir başka çocuğa gösterilen merhamet aynı değildir. Burada çoğunlukla belirleyici olan toplumdur. Dolayısıyla merhamet gibi eksikliğini gördüğümüz bir duygu hakkında tahliller yaparken –biraz da zorunlu olarak- toplumsal yapıya bakmamız gerekecektir.
Toplumumuzda merhamet
Bugün Anadolu coğrafyasını paylaşan toplumumuzda merhamet duygusunun yoğunluğu hakkında genel birtakım değerlendirmeler yapmak mümkündür şüphesiz. Gündelik hayata karışan hemen herkes özellikle şehirlerde yaşayan insanların büyük bir stres altında olduğunu fark eder. Mesela insanlar trafikte sabırsızdır; kurallara uymadıkları gibi diğer sürücüleri de taciz ederler. Bir devlet dairesine gittiğinizde güler bir yüzle karşılanma ihtimaliniz zayıftır. Pazarcıdan domates alırken her an bir ağız dalaşına girmeniz olasıdır. Herhangi bir işi halletmek için bekleyen kalabalıklar kolay kolay düzenli bir sıraya girmek istemezler. Özellikle yurt dışından gelen ve Türkiye’de uzun süre kalan yabancıların söyledikleri en önemli konulardan bir tanesi de toplumumuzun sabırsızlığı ve çabuk öfkelenmesidir. Televizyonlarımızda son birkaç yıldır gündemimizi meşgul eden önemli konulardan bir tanesi kadın cinayetleridir. Ülkemizde hemen her hafta birkaç kadın boşandığı veya boşanmak üzere olduğu kocası tarafından öldürülmekte ya da yaralanmaktadır. Borç meselesi veya park problemi yüzünden birbirlerini öldürenler basına yansımaktadır. Kırsal kesimde hâlâ kan davalarının izlerine rastlanmaktadır. Hukuk sistemimizin kuvvetlenmesi, daha şehirli olmamız, eğitim seviyemizin yükselmesi bu şiddetin önüne geçememektedir. Örneğin eğitimli erkekler de eşlerine şiddet uygulayabilmektedir. Genel olarak bakıldığında toplumumuz şefkatten çok şiddete meyilli bir görünüm arz etmektedir.
Bu problemin önüne nasıl geçilecektir? Duygular gibi şiddet de öğrenilmektedir. Yapılan araştırmalarda çocuklarına şiddet uygulayan ebeveynlerin bir kısmının ailelerinden şiddet gördükleri tespit edilmiştir. Merhameti topluma yayabilmek için öncelikle zıddı ile mücadele etmek gerektiği açıktır. Şüphesiz şiddet tek başına ele alınabilecek bir duygu değildir. Şiddetle birlikte bulunan, bazen sebebi, bazen sonucu olan duyguları da bir arada düşünmek gerekir. Bu bağlamda kıskançlık, rekabet, öfke, zarar verme gibi duygular da mücadele edilmesi gereken duygulardır. Merhameti geliştirmek içinse sevgi, hoşgörü, güven, tevazu, yardımseverlik gibi duyguları da kuvvetlendirmek gerekir.
Acaba tek başına din bu duyguları hâkim kılmada yeterli midir? Yazımızın başında belirttiğimiz gibi duygularımızın davranışlara dökülmesi çoğunlukla toplumsal etki ile olur. Esasında dinin bazı konularının anlaşılması da toplumsal bir bağlam içinde gerçekleşir. Elbette fetihler döneminde yetişen bir kişi savaşçı bir duygu dünyası ile dini anlayacaktır. Birey nasıl bir sosyokültürel bağlam içinde yetişmişse bazı dinî nasları da öyle kabullenir. Hoşgörünün hâkim olduğu bir toplumda yetişen birey diğer dinlere karşı müsamahakâr iken, dinî çatışmaların olduğu bir toplumda yetişen birey diğer din mensuplarını ya kendi dinine katmak ya da yok etmek şeklinde bir dinî anlayış benimser. Bundan dolayı dinî emirler tek başına yeterli değildir. Köklerini dinden alan bir dünya görüşü meydana getirmek, bunu bir yaşam tarzına dönüştürmek ve fertleri bu minvalde yetiştirmek gerekmektedir.
Merhamet duygusu nasıl hâkim hâle getirilebilir?
Merhamet ve öfke, şefkat ve şiddet gibi duyguların belirli oranlarda insanda bulunmasının olağan olduğunu ifade ettik. Bu duyguları yoğunluk olarak merhamet ve şefkate dönüştürmek için vaaz, hutbe, televizyon programları gibi araçlarla ilgili ayet ve hadisleri anlatmak asla yeterli olmaz. Merhameti hâkim kılabilmek için geniş bir eylem planı hazırlanmalıdır.
Böyle bir eylem planının bir bölümü merhametin gelişimini engelleyen zihniyet ve davranış kalıplarını dönüştürmeyi amaçlamalıdır. Örneğin toplumsal sınıflar, farklı etnisiteler veya cinsler arasındaki kalıp yargılarla mücadele edilmelidir. Bir cinsin diğer cinsi, bir sınıfın veya etnisitenin diğerini sömürdüğü şeklindeki popüler veya ideolojik söylemler insanların birbirlerine karşı güven duygusunu zedelemektedir. Mücadele edilmesi gereken bir başka nokta da rekabetçi anlayıştır. Rekabetin toplumların gelişiminde itici bir rol oynadığı doğrudur. Ancak toplumun ekonomik ve teknolojik gelişmesi için daha okul sıralarından başlayıp iş ve siyaset dünyası gibi geniş alanlarda rekabet başat faktör hâline gelince toplum ahlaki açıdan geriye gitmektedir. Bir topluluğu veya toplumu manipüle etmenin en kolay yollarından bir tanesi de önüne bir düşman koymaktır; böylelikle o insan topluluğunun duyguları kolayca sömürülebilir. Fiili savaşlar dışında özellikle siyasetçilerin bu tür politikalar gütmesi ise toplumda güvensizliğe ve şiddet eğilimine neden olmaktadır.
Eylem planının diğer bölümü ise merhamet çevresindeki duyguların geliştirilmesine dayanmalıdır. Öncelikle insanların birbirlerine güvenmelerini sağlayıcı mekanizmalar üretilmelidir. Burada bir taraftan güven lehine söylemler geliştirilirken, diğer taraftan da insan ilişkileri uygulanması kolay hukuki düzenlemelerle desteklenebilir. Henüz çocukluk çağlarından itibaren bireylerin toplumu meydana getiren farklı etnisite ve kültürlerle tanışmaları, farklı sınıflara mensup olanların ortak projelerde birleştirilmeleri, yardım amaçlı sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerine katılmaları, çocuk yuvalarını, huzurevlerini, hayvan barınaklarını ziyaret etmeleri, hatta mümkünse aktif görev almaları sağlanmalıdır. Çok basit bir öneri olarak lise üçüncü sınıfta haftada yarım gün böyle bir faaliyet müfredata konulabilir. Bu yaştaki bir genç rahatlıkla sabah evinden ilgilendiği kuruma gidebilir ve öğlen okuluna geri dönebilir. Bütün bu faaliyetler de yüz yüze ilişkiler içinde gerçekleştirilmelidir. Bir kişinin internet üzerinden bir yetime destek vermesi ile karşı karşıya gelerek destek vermesi arasında insani duyguların gelişimi ve kemali açısından büyük farklar olduğu unutulmamalıdır.
Allah Teala bir kutsi hadiste, “Benim rahmetim gazabımı geçmiştir.” (Buhari, Tevhid, 15, 22; Müslim, Tevbe, 14.) buyuruyor. İslam düşüncesinde de mümine hedef olarak, “Allah’ın ahlakı ile ahlaklanma” gösterilmektedir. Öyleyse bizim idealimizin de merhamet duygusunun kuşattığı bir toplum olması gerekmez mi?