Makale

Belalı Tılsımlı ve Zahmetli Bir Yük Olarak Güzellik

Belalı Tılsımlı ve Zahmetli Bir Yük Olarak Güzellik

Betül Şatır

Dönemsel olarak algılarımızı görsellerin yönettiği bir çağda yaşıyoruz. Yemeklerden ev dekorasyonuna giyim kuşamdan bahçe dizaynına kadar güzellik ve estetik takıntısı üzerinden hayatlarımızı biçimlendiriyoruz. Ve insanları bilhassa kadınları algılayışımız ısmarlama güzellik kalıpları üzerinden gerçekleşmekte ne yazık ki.
Esas gayesini sorgulamayı çoktan unutmuş, günlerimizi simülasyonlar üzerinden kovalamaya devam ediyoruz. Oysa insan kalbine sığdırabildiği iyiliklerle güzeldir. Hele ki kadın, insanın yaratılmasına vesile olan muazzam bir ruh ve beden karmaşası olarak ultra insandır. Duygusal olarak da bedensel olarak da yaratıcının mucizesidir. Yaratılış olarak meleksi kabiliyetlerle donatılmış kadının hep şeytani tarafları beslenerek gözümüze sokuluyor.
Nice hikâyelerde ve haberlerde verilen mesajlar, güzellik algımız ve güzel olanlar açısından gerçekle paralel bir şekilde acıklı. Güzel olan kimsede bir alacağımız var payımıza düşen bir hissemiz var düşüncesi ne kadar da tahripkâr. Hikâyelerde kadınların üzerinde hususi bir nüfuzu olduğundan övünerek bahseden, onları mühimsemeden kendilerine lakayt olmadığımı hissettirmenin usulünü bildiğini ima eden, bununla övünen karakterler başrolde.
Güzelliği kendisine kâr etmeyen kişi için güzellik, tatlı fakat devamsız bir rüya. Güzellik, yorgun, şaşkın, donuk biraz da mesut bir meşguliyet sadece. Onu sevenler ona sahip olanlar açısından kıymet ifade eden güzellik, güzel olan açısından hep ağır ve belalı bir yük. Sadece sürekli kendisine sorumluluk yükleyen tılsımlı zahmetli bir muhafaza derdi, güzel olandaki. Güzel görünmek çevresindekilere ödediği müebbet bir borç gibi... Güzellik, güzel olana yani güzellik öznesine değil, ona bakana haz veriyor.
Güzellik kadim zamanlarda olduğu gibi modern zamanlarda bir işe yaramaktan ziyade duyusal izlenim ve seyir için değerli. Hedonizmin tutsağı olmuş kişilerin duyularına hitap eden bir tüketim malzemesi. Başka türlü güzellik, mesuliyet, dert ve külfet. Çoğumuz tarafından bu meşakkat eleştirilir fakat bir yandan da illaki birilerine yakıştırılmak istenir. Güzel neden seçilir? Güzellik neden tescil edilir? Neden bir ispat bir etiket malzemesidir güzellik? Üstelik kavramsal olarak sınırlandırmak çok zorken. Genelde yaftalanan kişinin sonu bilindiği hâlde neden güzel seçeriz. Sonra o seçilmiş güzellere ne olmaktadır?
Güzellik çok abartıldıkça güzel olan kendisini imtiyazlı bulmaya başlar. Güzelliğe “tek gereken şey” anlamı yükleyen tüm zamanların zihniyeti, şimdilerde de kendi belirlediği çerçevenin içinde güzel olana haksız bir cesaret verir. Çerçevenin dışında kalanlara haksızlık ederek dışlar. Belki de güzel olanların gündelik hayatta kaprisli şımarık aksi olmalarını, bu haksız güven ve şımartılmanın sonucu olarak görebiliriz. Ama işi bittiğinde bir paçavradan daha değersiz görerek savurmaktadır öğütücü bir girdabın içerisine.
Sistem kadını –insanı- güzel gibi bir steril etiketle belli bir rolün içine hapsetmek istemektedir. “Senin tek vazifen bizim gözlerimize ziyafet olman bizi eğlendirmendir.” der gibi.
Bir zamanlar güzellik kraliçesi seçilen kızların akşam haberlerinde spikerlik yapması porselen dişleriyle Türkçeyi katletmesi modası vardı hatırlarsınız. Hatta birçok meslekte tek refesans noktası olarak güzellik ön plana çıkmıştı. Buna güzel bir kurumsal ifade de uydurulmuştu. “Prezentasyon”
Güzellik etiketi yapıştırılan insan, çoğu kimselerin sadece istifade etmek istediği bir obje. Sahiplenmek istemediği bir zahmet olarak karşımızda. Güzel olanı cansız bir görüntüden ibaret sanışlarımız tam da bu uygulamalarda kendini gösteriyor. Duygularını ve kalplerini yok saydığımız insanlar incine incine kötüleşiyor olabilirler mi?
Bir yandan da güzelin kazandığı haksız cesaret, kontrollü kullanılmadığında güzel olan kendisini, bu koz sayesinde her şeyi yapabileceğine inandırabilir gerçeği çıkıyor karşımıza. Güzellik denince uyuşan toplum karşısında daima cüretkâr sınırları zorlayan biri hâline dönüşebilir güzel olan. Haberde de olduğu gibi.
Oysa “güzel olan” ahlakı, sevgiyi, vicdanı muhafaza eden olarak algılansaydı, zamanla bozulacak olan dış görünüş bu kadar önemli bulunmasaydı bakış açımız daha sağlıklı olabilirdi. Uyku hastalığına yakalanmış zamanlarda uyumamak için kalbini çimdikleyen insanların da belirttiği gibi, “Yaratıcı ile ilişkilendirilmeyen hiçbir sevgi, ilgi, takdir, aşk insanı tatmin etmeyecektir.” oysa.
Günümüzde etkili bir imtiyaz olan güzellik gücünün üzerine silah, para ve korku ilaveleri yapmak isteyenler dikkatimizi çekiyor. Ya da güzel olanlara mahsus kederli yalnızlık onu bu sona doğru sürüklüyor. Şimdi sorulacak soru şu. Güzellik güzelin ruhundan iç dünyasına geçerken acaba hangi engellere takılmış. Ceset kısmı güzel kalırken ruh kısmında iltihap gibi akan kötülük, çirkinlik neden perdelenememiş?
Platon güzelliği iyilik fayda ve uyum gibi kavramlarla olan ilişkisi üzerinden araştırmıştır. O hâlde güzel olan iyi huylu da olmalıdır. Ahlaklı ve geçerli olanla meşgul olmalıdır. Ona göre “Tanrı katında bulunan zaman ve mekân dışında olan ‘güzel’liği” bizler iyice aşağıda bir yere indirmişiz, bacak, boyun ten ve saç rengi olarak kısıtlamışız gibi gözüküyor. Daralan güzellik kavramını, bir felsefe olmaktan ziyade tüketilen dar bir kalıbın içerisinde anlamlandırmaya çalışıyoruz.
Güzellik baktığı şeyde değil, bakışında olmalı insanın derler. Kadın özne olarak cazibesiyle nazik bir konu olarak en eski zamanlardan bu yana karşımızda durmaktadır. “Kadın güzelliği” konusu hassas, incelikli, zafiyetli bir konu olunca yanlışlıklara kapısını aralamaktadır.
“Yüz gözünün gördüğü değil, gönül gözüyle gördüğündür güzel olan.” der Mevlana. Peki, dönen hikâyelerde ve haberlerde güzellikleri sadece ziyan olmalarına katkı sunmuş tescilli ve cazibeli kadınların durumu nedir? Aristoteles’e göre güzellik ahenktir, uyumdur. Bir bütünü meydana getiren unsurlar birbiri ile uyumlu ise, o şey güzeldir. O hâlde burada güzellikten de güzelden de söz etmemiz mümkün değildir.
Aristoteles güzelliği âdeta matematik olarak değerlendirir. Görüyoruz ki bu hesapta bir yanlışlık var.
Okuduğumuz eserlerde, dinlediğimiz tecrübelerde güzellerin kederli talihsizlikleri, çirkinlerin özenilesi bahtları konusu zihnimize hiç yerleşmeye muvaffak olamıyor. Öznesi güzel olan hikâyelerin hüznü bizi tutum değiştirme noktasında neden ikna edemiyor?
Başka ülkelerde insanlar için güzelliğin, bir yandan çok imrendikleri fakat bir yandan gereksiz ve seviyesiz buldukları çelişkili bir sosyolojisi vardı. Peki, bu biz de nasıldı? Bizim mensubu olduğumuz medeniyette güzelliğin bambaşka bir felsefesi vardı. Güzellik, cesetten daha içerde, derinlerde bir yerlerde ruha yansıyan bir değerdi.
Güzellik her şeyde var, ama herkes onu görmez. (Konfüçyüs)
“Güzel, gerçeğin peşinde koşmayanlardan kendini gizler.” (Andrey Tarkovski)