Makale

Prof. Dr. İsmail Kara ile Diyanet Üzerine Söyleşi

Prof. Dr. İsmail Kara ile Diyanet Üzerine Söyleşi
Kamil Büyüker

Diyanet Osmanlı Devleti’ni hesaba katarsak Şeyhülislamlık makamının; Cumhuriyet devrini esas alırsak Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’nin yerine oturtulmuştur.
Bir konuşmanızda, “Diyanet Osmanlı Devleti’ni hesaba katarsak Şeyhülislamlık makamının; Cumhuriyet devrini esas alırsak Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’nin yerine oturtulmuştur.” şeklinde bir ifadeniz var. Buradan hareketle Diyanet İşleri Başkanlığının, uhdesine verilen bu önemli görevi tarihsel olarak devam ettirdiğini söyleyebilir miyiz?
Bu problemi şunun için gündeme getiriyorum. Diyanet İşleri Başkanlığı Osmanlı’yı esas alırsak şeyhülislamlığın, Cumhuriyeti ve Ankara’yı esas alırsak Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti’nin devamı mı acaba? Diyanet’le önceki iki mühim tecrübe arasında devamlılık ilişkisi mi farklılık ilişkisi mi kuracağız? Ben çoğu şeklî bazı benzerlikler hariç doğrudan ve derinliğine bir ilişki kurulamayacağını söylüyorum. Hâlbuki şeyhülislamlık ile Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti arasında doğrudan bir ilişki kurulabilir. Biliyorsunuz, Diyanet’le önceki tecrübeler arasında ilişki kuranlar umumiyetle şunu vurguluyorlar: Şeyhülislamlık Padişaha bağlıydı, Diyanet İşleri Başkanlığı da Başbakan’a bağlı; devletin bir kurumu. Bu zayıf bir açıklama. Çünkü birçok unsura bakmak lazım; fonksiyonlarına, statüsüne, kurumun başındakilerinin kimliklerine bakmak lazım, kurumun imkânları ve yayınlarına, kullandığı dilin yapısına ve istikametine bakmak lazım vs. Bu sadece şeklî bir ilişki kurularak anlaşılabilecek bir mesele değil.
Din-devlet ilişkileri ve laiklik tartışmaları bağlamında Diyanet İşleri Başkanlığının yapısı da sıkça gündeme gelen konular arasında. Bu tartışmalar çerçevesinde Diyanet’in yeri hakkında neler söylersiniz?
Bu konuya önce felsefi olarak bakmalıyız. Felsefi olarak Türkiye’de din-devlet arasındaki ilişki nedir? Bizim kültürümüzde din-devlet birbirinden ayrı şeyler değil, kültürel olarak değil… Fiilî durum, mevzuat ne olursa olsun büyük kalabalıklara Türk devletinin dininin olmadığını anlatamazsınız. Bu uzun bir tarihin içinden geliyor. Cumhuriyeti kuran kadro Lozan sonrası çok kritik bir dönemde kendilerinin geliştirdiği Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti’ni lağvediyor, Diyanet İşleri Başkanlığını kuruyor. Diyanet Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti gibi değil, çok zayıflatılmış, her bakımdan aşağıya çekilmiş bir kurum. Ama bunu devletten ayrı olarak yapılandırmıyor. Ben bu tercihin kültürel olarak doğru bir tercih olduğunu düşünüyorum. Türkiye’yi taşıma kapasitesinin yeterli olup olmadığı ayrı bir mesele. Onun için 1924’den bu güne hiçbir yetkili kişi “Türkiye Cumhuriyeti Devletinin dini yoktur”, cümlesini kurmamış, kuramamıştır. Türk Devletinin dini yoktur dediğiniz zaman -ki hukuk tekniği itibarıyla doğru bir cümle kabul edilebilir-, kültürel olarak devleti açıklayamıyor, kuvvetli bir meşruiyet sağlayamıyorsunuz. Problem bu. Türkiye’nin şartları, gelenekleri vs. diye açıklıyor bunu resmî belgeler yahut akademik metinler. Derin ve yeterli bir açıklama değil bu. Derin ve yeterli açıklamaya yöneldiğiniz zaman İslam meselesine intikal ediyorsunuz; Türkiye’nin İslam’la ilişkisi nedir, varoluşsal bağları nelerdir, problem buraya intikal ediyor. Türkiye’de de İslam, felsefi ve entelektüel düzeyde konuşulan bir konu değil maalesef. Onun için sadece dinle alakalı değil bütün sosyal meselelerde, ilahiyat dâhil sosyal ilimlerde büyük mesafeler kat edilemiyor, Türkiye’yi taşıyacak atılımlar yapamıyoruz.
Diyanet İşleri Başkanlığının Cumhuriyet dönemi dinî hayata katkıları neler olmuştur?
Diyanet’in dinî hayatla ilişkisi paradoksal olarak çift taraflı olagelmiştir. Diyanet’in açıkça zikredilmeyen asli görevlerinden birisi Türkiye’deki dinî kültürü ve dinî yaşantıyı birleştirmek ve Cumhuriyet ideolojisi ile yahut modern kültürle uyumlu hâle getirmek. İkincisi olabildiğince kaynaklara bağlı yani tarihî tecrübeyi, halk Müslümanlığını paranteze alan bir din anlayışını, Müslümanlığı yani İslamiyet’i ayakta tutmak ve bunu bir şekilde yaygınlaştırmak. Hatta resmî olarak bu görev kendisine tam olarak verilmiş değil ama İslamiyet aleyhtarı faaliyetlere de bir şekilde mani olmak. Soğuk savaş dönemi bitinceye kadar, Diyanet’in içeride ciddi olarak uğraştığı meselelerden biri Türkiye’deki misyoner faaliyetlerine karşı devletle birlikte ne tür tedbirler alınacağı konusunda çalışmaktır. Bu yüzden Diyanet’in misyonerlerle, Yehova Şahitleri ile ilgili yayınları vardır. Şimdi artık bilinen sebeplerden ötürü bunları yayınlamıyor. Bu iki mühim vazife her zaman uyumlu gitmiyor, zaman zaman çatışıyor. Çünkü ikisi arasında boşluklar ve paradokslar var.
Diyanet artık eski Diyanet değil. Bu mesafeli ve yer yer paradoksal iki görevi 1980 öncesinden epeyce farklılaşmış bir şekilde yürütüyor. Diyanet’in yaptıklarını bu iki çizgi üzerinden mütalaa etmek lazım: Başarıları ve başarısızlıkları; kabul edeceğimiz veya tenkit konusu yapacağımız yaklaşımları, faaliyetleri… Bence Diyanet’in önemsenmesi gereken katkıları da bu boşluklar ve paradokslar hesaba katılmadan tam yerinde değerlendirilemez.
Malumunuz olduğu üzere Diyanet’in öncelikli vazifesi yasal olarak “toplumu aydınlatma” şeklinde tanımlanmıştır. “Toplumu aydınlatma” sizce neleri kapsıyor?
Kanunda bu işin böyle yazılması hem doğru hem anlaşılabilir bir şey. Ancak Diyanet bu işi nasıl, nerede, hangi araçlarla yapacak? Bu tam belli değil. Topluma dini anlatmanın en geniş alanı camiler gözüküyor, Diyanet için… Camilerde cuma vaazları ve hutbeler, ayrıca sohbetler ve gevşek eğitim programları var. Fiilen ezan okunuyor, namaz kıldırılıyor, Kur’an okunuyor. Bunlar aslında çok önemli. İnsanların ezan sesini ve Kur’an okunuşunu duyması… Ramazanda buna biraz daha ilaveler geliyor. Bunun dışında nizami eğitim kurumları olarak Kur’an kursları var Diyanet’in elinde. Fakat bunlar -yakın zamanda programları biraz değişmekle beraber- Kur’an okutmak ve ezberlemekle sınırlı kurumlar. Bunun dışındaki toplumu aydınlatma araçları yayınlar. Kitap, dergi, takvim, kaset, cd, şimdi televizyon, internet sitesi. Bir de eğitim merkezleri var. Türkiye çok partili hayata geçtikten sonra Diyanet İşleri Başkanlığı dinî yayıncılıkta hiçbir zaman sıralamada önemli bir yerde olmadı. Bugün de değil. En geniş manada dinî yayıncılıkta Diyanet’in yeri, etkisi, belirleyiciliği nedir? Sorusuna bir şekilde cevap verirsek, yayınlar üzerinden dini anlatma fonksiyonunu ne kadar yerine getirebildiğini de konuşabilir, anlayabiliriz. Yoksa konuştuğumuz şey afaki kalmak zorundadır.
Cumhuriyet öncesinden dinle uğraşan zümreler basında veya Diyanet’te olsun üst kademede. Cumhuriyetten sonra bu biraz da alt kademeye kaydı. Kur’an kursuna giden çocukların, ailelerin durumları belli veya imam olanların hangi ailelerden geldiği belli. Dinî anlayışında sınırlı veya yüksek olmasında Diyanet’in etkisi kadar modern çağın da etkisi yok mu?
Tabii sistemle, genel gidişle alakalı problemler de var. Burada en büyük problem Diyanet’in konusu ve görevleri itibarıyla ilgili olduğu kurumlarla hukuken hiçbir ilişkiye sahip olmamasıdır. Üzerinde durduğumuz Kur’an kursları ve yaygın eğitim araçlarını dışta tutarsak; din eğitimiyle doğrudan, kurumsal olarak bir alakası ve irtibatı yok, personelini yetiştiren kurumlarla doğrudan irtibatlı değil. Diyelim ki İmam-Hatipler, Din Eğitimi Genel Müdürlüğü Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı, Din kültürü ve ahlak eğitimi Milli Eğitim’e bağlı, İlahiyatlar YÖK’e bağlı… Kendisi bir Devlet Bakanlığı üzerinden Başbakanlık’a bağlı. Hiç şüphesiz bu durum Diyanet’ten kaynaklanmayan ama Diyanet’le de alakalı çok ciddi bir problem. Bu konuda bu güne kadar nerede ise hiçbir mesafe kat edilmiş değil.
Bakınız Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıktığı zaman askerî okullar da Maarif Vekâleti’ne bağlanmıştı. Kısa bir müddet sonra bu okullar tekrar ve bütünüyle askeriyeye bağlandı, şimdi de Genelkurmay’a bağlı. Gerekçesi özel ve mesleki bir eğitim olduğu için. Polis okulları ve Polis Akademileri de öyle. Peki din eğitimi bunlar kadar ciddi ve mesleki bir eğitim değil mi? Bu soru bile ciddiyetiyle mütenasip olarak kimse tarafından sorulmuş değil. Ben yıllardır “Türkiye’de teknik manasıyla din eğitimi yok ve dünyadaki tecrübelerle de alakasız” diyorum ama bunu din eğitimcileri bile duymak istemiyorlar.
“Diyanet’in özerkleştirilmesi” tartışmalarına çok sıcak bakmadığınızı ve bu modeli eleştirdiğinizi biliyoruz. Bu konuda neler söylersiniz?
Özerkleştirme devletten daha bağımsız hâle gelmesi değildir. Kendi içerisinde idari yetkileri olan, daha serbest bir çerçeveye intikal etmesi demek. Türkiye’de biliyorsunuz özerk ya da yarı özerk kuruluşlar var. Bu tartışılabilir teknik bir mesele. Bundan daha ziyade önemsediğim bir şey var. Diyanet İşleri Başkanı’nın mevcut hâliyle kalması Diyanet İşleri Başkanını yönetici, bürokrat hatta siyasi taraflarıyla öne çıkan bir konuma zorluyor. Bu müftülere de yansıyor. Hâlbuki bütün dünyada Diyanet İşleri Başkanı gibi bir koltukta oturan insanın sadece idari değil, ilmî ve ahlaki bir konumu da var. Zaten dinî vazifeler bunu bir şekilde gerektiriyor. Hele iletişimin bu kadar yaygın olduğu bir dünyada. Muhtemelen bugün Diyanet’in üst kademelerinin ve müftülüklerin en çok vakit alan işleri bürokratik işler, tayin, yazışma, törenler vesairedir. Diyanet’te, belki büyük müftülüklerde vazife ve meşgale alanına bu türden işlerin fazla girmediği kuvvetli, gelenekleri olan, öncelikleri ve ölçüleri farklı bölgelerin, birimlerin oluşması lazım. Türkiye’nin ve dünyanın bugünkü durumu, gidişi ve geleceği hesaba katıldığında bu konunun üzerinde biraz kafa yormak gerekiyor diye düşünüyorum.
Diyanet İşleri Başkanlığı ve dinî cemaatler arasında olması gereken ilişki hususunda neler söylersiniz?
Türkiye’nin şartları 12 Eylülden ve Soğuk Savaş’tan sonra değişti, Diyanet’le cemaatlerin münasebetlerini de etkileyen bu yeni şartları görmek lazım. Değişen şartlara uyarlanırken yanlışa doğru gidecek kararlar da vermemek gerekiyor. Değişen şartları ve ihtiyaçları karşılamak lazım fakat burada bir üst açıklama ve temellendirme çerçevesi olması lazım. İsterseniz buna teorik zemin arayışı diyelim. Türkiye’de fikir üretimi ve bir mesele üzerine yoğunlaşmak çok düşük seviyede maalesef. Esas problem burada. Diyanet de bundan nasibine düşeni alıyor. Yoksa tarikatlarla, cemaatlerle Diyanet’in münasebetleri eskisi gibi olamaz artık. Alevilerle münasebetlerinin eskisi gibi olamayacağı gibi. Buralarda bir yenilenmeye gitmek lazım. Konuşulmayan şu: Günü mü kurtaracağız yoksa bu yenilenmenin üst bir fikrî ve felsefi çerçevesi olacak mı? Olmayacaksa ne yaparsanız yapın çok önemli değil, siyasi ve aktüel bir önemi olabilir, o kadar.
Bazı insanlar diyorlar ki mevcut ne ki daha kötüsü olsun. Ben bu fikirde değilim. Bir şey yapılacaksa bu hem mevcudu düzeltmeye, aksaklıkları gidermeye dönük olmalı, hem de yeni ihtiyaçları, yeni talepleri cevaplandırmalı. Hatta istikbaldeki ihtiyaçları da hesap edeceksiniz. Üst çerçeve arayışı meselesi bizi yine temel soruya götürüyor: Türkiye’nin İslam’la olan ilişkisi nedir? Türkiye bunu konuşmaktan kaçıyor. Üniversiteler, İlahiyatlar, Diyanet, aydınlar da kaçıyor. Bunu konuşmadığımız zaman idari maslahatçılık yapmaktan, siyasi davranmaktan başka yol kalmıyor.
Bakınız bugün İlahiyat Fakültelerinde bir tane Diyanet mütehassısı yoktur. İlahiyat fakültelerinde bir tane Diyanet mütehassısı olmayışı vahim bir şey, aynen Diyanet’te din eğitimi, İmam Hatip Liseleri ve İlahiyat mütehassısları olmayışı gibi. Bu çok bariz ihtiyaç ileride daha çok başımızı ağrıtacak.
Kurumun yaptığı ya da yaptırdığı anket, istatistik çalışmalarına nasıl bakıyorsunuz?
Buna da ihtiyaç var. Sıhhatli yapılıyorsa fonksiyonel olur. Benim gördüklerim çok iyi değil gibi geldi bana. Televizyonlarda menkıbe anlatan yahut katı fıkıh kurallarına bağlı bir hoca her tür vatandaş tarafından çok seyrediliyor ve tutuluyor. Niçin? Tam bilmiyoruz. Bunu bizim de Diyanet’in de çok yönlü olarak anlaması gerekir. Bununla ilgili elimizde mülakata dayanan mufassal raporlar, değerlendirmeler, bilgiler olsa ne güzel olur. Aynı şekilde cami cemaati ne istiyor, kadınlar ne istiyor, çocuklar ne istiyor? Ayrıca nerenin camisi; şehrin mi, kasabanın mı, köyün mü? Cami mimarisinin problemleri nelerdir? Bugünün ihtiyaçlarına eski camilerimizin mimarisi cevap vermiyor. Yeni camilerimizde çocuk bakım odaları, emzirme odaları açıyorlar. Hakikaten ihtiyaç bunlar. Mütedeyyin kadın eskisi gibi sadece evinde değil artık. Bu ihtiyaçlara cevap vereceksiniz. Eski camilerin kadın mahalleri yetmiyor, giriş çıkışları eskisi gibi cevap vermiyor. İşte burada cami, diyanet, din meselesinden anlayan mimarlara, çevre düzenleme mütehassıslarına ihtiyaç var. Bugün Diyanet İşleri personelinin, müftünün, imamın da cami mimarisi, cami kültürü hakkında bilgisi çok alt düzeydedir maalesef. Öne çıkan şeyler nerede ise sadece büyüklükler; kaç metrekare iç mekân, kaç metre yükseklikte minare, bütçe… Bu işleri artık bir tarafa, birilerine fatura ederek işin içinden çıkamayız.
Diyanet İşleri Başkanlığı bu sene kuruluşunun 90. yılını kutluyor. Din hizmetleri bağlamında özellikle yurt dışında ve yurt içinde yapılması ve öncelik verilmesi gereken hizmetler neler olmalıdır?
Hizmetler, özellikle cami görevleri ve din eğitimi çok önemli; hizmetin kalitesini ve çeşitliliğini artırmak, his ve bilgi düzeyini yükseltmek, estetik boyut katmak… Bunlar da önemli. Fakat bunlar işin daha çok pratik taraflarıdır. Bundan önce bu konuşmada çok tekrarladığımız teorik seviye, üst çerçeve önemsenmeli. Soğuk Savaş sonrası dönemde, bizde 12 Eylül sonrasında Diyanet’in konumu, fonksiyonları hayli değişti, maddi ve personel imkânları arttı. Kanunu ve merkezî teşkilat yapısı da değişti, yenilendi. Avrupa’da DİTİB’lerin neredeyse çeyrek yüzyılı aşan bir tarihi oluştu. Türki cumhuriyetler, Balkanlar hakikaten buraya doğru bakıyor. Türkiye’den buralara doğru sadece din hizmeti verilmiyor, din eğitimi de veriliyor, şu veya bu şekilde. Diyanet de bunun içerisinde. Dolayısıyla biraz önce konuştuğumuz mesele burada daha karmaşık bir hâl alıyor. Çünkü işin idari ve mali tarafı var, siyasi tarafı var, dinî tarafı var, yol yöntem meseleleri var. Ve bunlar dünyada artık çok değişti. Türkiye’yi merkeze alarak, açılımları ve zorlukları hesaba katarak kafa yormak, denemek, uygulamak lazım. Türkiye’nin en az yaptığı şey teorik planda kafa yormak. Bu noktada çok açığımız ve çok boşluğumuz var. Pratik olarak da bizim ciddi bir şekilde uğraşmamız gereken işler, problemler var. Diyanetin içinde bu işlerin hem pratiği hem teorisi ile uğraşan kurumsal bir yapı olması lazım. Belki yeni kanunun verdiği imkânlarla bunlar da giderek daha fazla yapılacaktır.