Makale

Din-Devlet İlişkileri Bağlamında Diyanet'in Misyonu

Din-Devlet İlişkileri Bağlamında
Diyanet’in Misyonu

Prof. Dr. Kamil Kaya
SDÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Başkanı

İnsanoğlunun maddi ihtiyaçları olduğu gibi manevi ihtiyaçları da bulunmaktadır. Bu ihtiyaçlar tarih boyunca hep din tarafından karşılanmıştır. Bundan dolayı din, insanlık tarihi kadar eskidir ve toplumsal bir olgudur.
İnsanoğlu, dine muhtaç olduğu gibi, fert ve toplumun korunması, kamu düzeninin sağlanması ve adaletin tesis edilmesi için devlete de muhtaçtır. Devlet, yapay bir kurum değil, insan gerçeği üzerine kurulmuş sosyal bir realitedir. Dinler, genellikle insanın Tanrı karşısındaki eylemlerini düzenleme iddiasıyla doğmuştur. Ancak hiçbir din, ahiret adına dünya sorunlarından bağımsız kalmamıştır. Devletin de, toplumsal hayatın hemen her aşamasında önemli bir işlevi bulunan din ile ilgilenmemesi düşünülemez.
Din ve devlet ilişkileri karşılıklı etkileşim içinde olmuştur. Tarihsel süreç içinde bir süre din devlete hâkim olmuş, ona rehberlik etmiş ve devlet dinin hizmetine girmiş; fakat zamanla devlet, dine hâkim olmaya başlamış ve dinî görevleri kendi kontrolü altında tuttuğu kurumlarla yürütür hâle gelmiştir. Ancak, her iki durumda da, din ile devlet arasındaki ilişkide bir denge kurulamamış, tarih boyunca özellikle Hristiyan Batı dünyasında dinî kurumlar (kilise) ile devlet arasında anlaşmazlık ve mücadele hep devam etmiştir. Sonunda din ve devletin kendi saha ve sınırları içinde kalmasını sağlayan laik devlet sistemi aşamasına gelinmiştir.
İslam dünyasında din-devlet ilişkileri, Hristiyan Batı dünyasından faklı bir seyir izlemiştir. İslam dünyasında din ve devlet, birbiriyle mücadele eden kurumlar değil, birbirini tamamlayan müesseselerdir. Nitekim Osmanlı Devletinde, dinî otoriteyi en üst seviyede temsil eden “Şeyhülislamlık” müessesesi, devletin içinde yer almış fakat devlete karşı bir otorite olmamıştır. Bundan dolayı kilise-devlet çatışmasına benzer bir çatışma olmamıştır. Osmanlı, diğer dinlere mensup olan insanların da din hürriyetini teminat altına almış olan bir devlettir. Osmanlıdan Cumhuriyete geçişte, devletin yönetim yapısı tedrici olarak değişmiş, fakat din bürokrasisi kamu bürokrasisi içinde yer almaya devam etmiştir.
Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte, Türkiye’de din-devlet ilişkileri laiklik temeli üzerine inşa edilmiştir. Cumhuriyetin kurucularınca laikliğin benimsenmesi, tarihî ve sosyolojik sürecin zorlamasından ziyade, “dinin siyasete alet edilmemesi ve politikadan arındırılması” ilkesinden hareketle yapılan bir tercihin sonucudur. Bu sebeple Türkiye’de laiklik, Batı’daki uygulamalardan farklı olmuş ve tartışılmıştır. Aslında Bernard Lewis’in de belirttiği üzere Cumhuriyet dönemi din-devlet ilişkilerinin temelinde dinsizlik değil, dini devletten ayırmayı amaçlayan laiklik vardır.
Cumhuriyet’in kurucularının benimsedikleri laiklik, insanların din ihtiyacını yok sayan bir laiklik değil, bilakis toplumu din konusunda aydınlatmayı kamu görevi olarak kabul eden bir anlayıştır. Nitekim Atatürk, laikliği benimserken din aleyhine bir tavır içerisine girmekten ziyade, din adına uydurulan safsata ve hurafelerle mücadele etmek, özellikle dinin siyasete alet edilmesi ve dünyevi menfaat vasıtası olarak kullanılmasını önlemek için böyle bir tercihte bulunmuştur. Onun din konusundaki açıklamaları bu görüşü teyit eder niteliktedir: “Din, lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur. Yalnız şûrası var ki din, Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. Softa sınıfının din simsarlığına müsaade edilmemelidir.”
Cumhuriyetin ilanından kısa bir süre sonra laikliğe geçişle ilgili önemli adımlar atılmıştır. Bu amaçla 3 Mart 1924 tarihinde çıkarılan 429, 430 ve 431 sayılı kanunlarla radikal değişiklikler yapılmıştır. 429 sayılı kanun, Cumhuriyet dönemi din-devlet ilişkilerini düzenleyen temel kanunlardan biridir. Adı geçen kanunda, yasa yapma, icra ve infaz etme yetkisi TBMM ile onun teşkil edeceği hükûmete verilmiştir. İslam dininin itikat, ibadet ve ahlaka dair meseleleri ile cami, mescit, tekke ve zaviyelerin idaresi; imam-hatip, vaiz, şeyh, müezzin ve kayyımların tayin ve azilleri ile görevli Diyanet İşleri Reisliği (Diyanet İşleri Reisliği adı, 1950 yılında 5634 sayılı kanunla Diyanet İşleri Başkanlığı olarak değiştirilmiştir.) kurulmuştur. Kanuna göre, Diyanet İşleri Başkanlığı, Başbakanlığa bağlıdır ve merkezi Ankara’dır. Başkan, Başbakanın inhası üzerine Cumhurbaşkanı tarafından atanır. (Diyanet İşleri Başkanlığına Ankara müftüsü Börekçizade Rıfat Efendi ilk başkan olarak atanmıştır.)
Görüldüğü üzere Cumhuriyet döneminde toplumun din ihtiyacının karşılanması bir kamu görevi olarak kabul edilmiş ve Diyanet İşleri Başkanlığı bu ihtiyacı karşılamak üzere kurulmuştur. Diyanet İşleri Başkanlığına, 1961 ve 1982 Anayasalarında da yer verilmiş, görevlerinin “özel kanun”la düzenleneceği belirtilmiştir. 1965 tarihinde çıkarılan 633 sayılı kanunla Başkanlığın görevleri tespit edilmiştir. 2010 tarihinde çıkarılan 6002 sayılı kanunla Başkanlığın merkez ve taşra teşkilatında önemli değişiklikler yapılmıştır.
Diyanet İşleri Başkanlığına, 633 sayılı kanunda “toplumu din konusunda aydınlatmak” gibi çok önemli bir misyon yüklenmiştir. Ancak, bu misyonu yerine getirmek için, değişen dünya şartlarına uyum sağlayabilecek gerekli hukuki düzenlemeler uzun süre yapılmamıştır. Bununla birlikte Başkanlık, kuruluşundan itibaren başta din hizmetleri, eğitim-öğretim ve yayın faaliyetleri olmak üzere, üzerine düşen görevleri en iyi şekilde yerine getirmeye çalışmıştır. Nitekim bugün üstlendiği görevleri, sadece ülkemiz sınırları içinde değil, aynı zamanda vatandaşlarımızın yaşadığı ülkelerde de yerine getirmektedir. Bu hâliyle Başkanlık, bir bakıma İslam ülkelerine model teşkil edecek bir statüye kavuşmuştur.
Küreselleşmenin dünyayı âdeta bir köy hâline getirdiği süreçte ülkemiz, her alanda olduğu gibi din alanında da çok ciddi bir değişim ve dönüşüm yaşamaktadır. İnsanlığın, insanca yaşayabileceği yeni bir uygarlığa ihtiyaç duyduğu bu süreçte, genelde dinin, özelde İslam’ın çok önemli bir yeri vardır. Bu bakımdan diğer alanlarda olduğu gibi, toplumumuzun din konusunda da çağı yakalayacak bir zihniyet değişikliğine ihtiyacı vardır. Bu zihniyet değişikliğinin temelinde, dinin, özellikle İslam’ın doğru anlaşılması yatmaktadır. Ülkemizde son dönemlerde yaşanan tartışmalar bunun ne kadar gerekli olduğunu ortaya koymaktadır. İşte bu noktada, Diyanet İşleri Başkanlığına çok önemli ve tarihî bir görev düşmektedir. Bu görevi yerine getirebilmek için;
- Diyanet İşleri Başkanlığı, kamuoyunda yapılan siyaset ve rejim tartışmaları dışında tutulmalı ve yıpratılmamalıdır. Başkanlık personeli de, kurumu yıpratacak siyaset ve rejim tartışmalarına konu teşkil eden söz ve fiillerden kaçınmalı, üstlendiği görevin kutsiyetine uygun hareket etmelidir.
- Kurumun ihtiyaç duyduğu mevzuatla ilgili düzenlemeler, kendisine yüklenen görevin niteliklerine ve çağın ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde düzenlenmelidir.
- Çağımızın bilim, teknoloji ve iletişim çağı olduğu gerçeği göz önünde tutularak, personelin eğitim düzeyi yükseltilmeli ve niteliği artırılmalıdır.
- Anayasal bir kurum olarak “her türlü siyasi görüş ve düşüncenin üzerinde kalarak” görevini yapabilmesi için Başkanlık, devlet yapısı içinde yetki ve sorumlulukları belirlenmiş özerk bir kurum hâline getirilmelidir.