Makale

Kocatepe Camii İmam-Hatibi Kadir Temel “Biz arkamızda saf bağlayan her Müslümana, farklı görüşlere sahip her insana imam oluyoruz. Dolaysıyla birleştirici ve bütünleştirici olmamız gerekiyor”

SÖYLEŞİ

Kocatepe Camii İmam-Hatibi Kadir Temel

“Biz arkamızda saf bağlayan her Müslümana, farklı görüşlere sahip her insana imam oluyoruz. Dolaysıyla birleştirici ve bütünleştirici olmamız gerekiyor”

Nedir meslek aşkı? Gece olduğunda bile işiyle, mesleğiyle ilgili konuları düşünmek mi? Rüyalarında bile işiyle uğraşmak mı? Yapılan işle ilgili tam bir doyum içinde olmak mı? "Ben niye bu işi yapıyorum?" sorusunu sormak mı? Yaptığı işi dünyanın en önemli işi addedip, insanlığa bu yolla hizmet ettiğini düşünüp, var gücüyle çalışmak mı? Belki bunların bileşkesidir meslek aşkı.
Mesleğine âşık olan insanlar, iş ortamlarına hareket, canlılık katarlar. Âdeta bir ışık yayılır etraflarına ve çoğunlukla bu ışık, çevrelerindeki insanları da etkiler. Bunlardan biri de Kadir Temel. Kendisini Kocatepe Camii İmam-Hatibi olarak tanıyoruz. Fakat daha ayrıntılı olarak tanımak, tanıtmak, mesleğiyle ilgili duygu ve düşüncelerini öğrenmek istedik ve kendisiyle bir söyleşi yaptık.
Bize önce Kocatepe Camii imam-hatipliğine kadar ki hayat hikâyesini kısaca anlattı Kadir Temel.
1951 yılında Bolu’da doğmuş. Babası Rifat Temel’in vazifesi dolayısıyla üç yaşında iken İstanbul’a yerleşmişler. İlk ve orta tahsili ile yüksek tahsilini orada yapmış. İstanbul İmam Hatip Lisesi’nde okurken, 1969 yılında imamlık görevine başlamış.
Öğrencilik yıllarını anlatırken, sanki bulunduğumuz ortamdan ayrıldı da o günlere gitti. Geçmişe özlem duymamak mümkün değil. Özellikle de yıllardır sevilerek yapılan bir mesleğin temellerinin atıldığı, tomurcuklandığı yıllardan bahsederken, bu duygunun iyice yoğunlaşmasını daha iyi anlıyor insan. Kimlerden ders aldığını sorduk. Bu sorumuzu cevaplarken beden dili de, mesleğinde kendisini yetiştiren büyüklerine olan saygısını ve minnettarlığını sergiliyordu.
Orta okul yıllarında, Beşiktaş Sinan Paşa Kur’an Kursu hocası Ahmet Keleş Hocaefen-di’den ilmi kıraat, (aşere) dersleri almış. Bu arada babasının da hocası olan (merhum) Üstad Ayakları Kesik İsmail Efendi’den de feyz almak nasip olmuş. Yine aynı dönemde merhum Hattat Ali Rüştü Oran’dan nesih, rik’a, biraz da sülüs meşk etmiş. Daha sonra Yüksek İslâm Ensti-tüsü’nü okumuş.
İstanbul İmam Hatip Lisesi’nde ve İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde, mesleğini birinci derecede ilgilendiren, özellikle Kur’an-ı Kerim dersi hocaları (merhum) Hüseyin Karagözoğlu, Müzekkâ Gürbüz, Emin Işık, M. Ali Sarı ve İsmail Karaçam üstatlardan çok istifade etmiş.
1988 yılında İstanbul’dan ayrılıp Ankara Ko-catepe Camii imam-hatipliğine gelinceye kadar, İstanbul Koca Mustafa Paşa Sümbül Efendi Camii’nde, Üsküdar İskele (Mihrimah Sultan) Camii’nde ve Üsküdar Yeni Camii’de (Ce-did Valide) imam hatiplik yapmış.
O istekle anlattıkça, biz de sormaya devam ediyoruz:
- Küçük yaşta hafızlığınızı tamamladığınızı biliyoruz.
Evet, hocam babamdır. Babam Yavuz Sultan Selim Camii müezziniydi. Daha sonra Fatih Pirinççisinan Kur’an Kursu öğretmeni oldu. Küçük yaşta babamdan Kur’an öğrenmeye, altı yaşımda da hafızlığa başladığımı söylerler. Sekiz yaşımda hafızlığımı tamamlamışım.
İşin gerçeği hafızlığımın nasıl olduğunu pek hatırlamıyorum. Çocukluğumda, akranlarımın, arkadaşlarımın oyun oynadığı dönemde ben hafızlık yapmışım. Babam işi sıkı tutmasaydı hafız olamazdım. Allah ondan razı olsun; yıl-madı, usanmadı, bir an olsun benden ilgisini eksik etmedi.
Hatırladığım, sabah namazlarından sonra çalıştığım derslerin daha verimli olduğu idi.
-Bu mesleği seçmeniz?
Cenâb-ı Hakk’ın lütfu. Ben bu meslek içinde yoğrulmuşum, tahsilim bu istikamette, babam din görevlisi. Çevremde bu mesleğe mensup insanlar çoğunlukta. Daha ilkokul çağında hafızlığımı yapmışım, sonra İmam Hatip Lisesinde ve Yüksek İslâm Enstitüsünde okumuşum. Herhalde ilk tercihim bu meslek olacaktı.
Resmî tahsil hayatı bittikten sonra başka görevlere geçebilirdim. Nitekim arkadaşlarım çok çeşitli yerlerde vazifeler aldılar. Ancak o güne kadar bana verilen emek ve benim yetişme tarzım, mihrap hizmetinde kalmamı gerektiriyordu. Aksi halde küfran-ı nimet olurdu. Bu yolda ilerlemem daha münasipti. Cenâb Allah bunu takdir etmiş. Bu vazife, bu meslek, Allah’ın bir lütfudur, her isteyene nasip olmaz, diye düşündüm.
Söz, mesleğe başlamasından açılmışken, mihraba geçtiği ilk günü anlatıyor:
Mihraba geçtiğim ilk günü asla unutamam: Köyümde cuma namazı kıldırmıştım. Hutbeyi de okudum. Tabi yaşadığım heyecandan dolayı ne söylediğimi, ne okuduğumu her hâlde kimse anlayamamıştır.
Heyecanın, yapılan işe verilen değerden kaynaklandığını düşünüyor, harekete geçirici ve insanı, kendisini geliştirmeye yönelten bir etken olarak görerek, bir din görevlisinde mutlaka bulunması gerektiğini söylüyor ve devam ediyor:
Din görevliliği mesleği ile Hz. Peygamber’in makamını işgal ediyoruz. Ah bir de o mevkiye lâyık olabilsek. Sorumluluğu, dolayısıyla şerefi çok büyüktür. Hedefimiz; bu mesleği taşıyabilmek ve hakkını verebilmek olmalıdır. Biz, arkamızda saf bağlayan her Müslümana, farklı görüşlere sahip her insana imam oluyoruz. Dolayısıyla birleştirici ve bütünleştirici olmamız gerekiyor. Tabi bu, konuşmalarımızda da, hareketlerimizde de kendini belli etmeli, din görevlisi olumlu mesajlar sunmalıdır.
-Meslek aşkından bahsedelim isterseniz biraz.
Bizim mesleğimiz, günün her saatinde hatta tatil ve bayram demeden, hizmete hazır olmayı gerektiriyor. Bunu sadece memuriyet anlayışı içerisinde değerlendiremeyiz. Çünkü sunduğumuz hizmetin, toplumun her kesimini zaman ve mekâna bağlı olmadan, her an ilgilendiren bir yönü var. Bunun verimliliği, tabii ki o mesleği ne kadar benimsediğinizle ve sevdiğinizle alâkalıdır. Bu mesleği ne kadar benimser ve seversek, başarımız da o nispette artacaktır.
Bu meslek, en itibarlı meslek. Din görevlisinin itibarı her zaman vardır. Yeter ki, o hizmete lâyık bir şekilde hareket edebilelim.