Makale

90. Yılında Diyanet'in Anlamı

90. Yılında
Diyanet’in Anlamı

Doç. Dr. Hüseyin Yılmaz
DİB Dinler ve Kültürler Arası İlişkiler Daire Başkanı

Diyanet İşleri Başkanlığının kuruluşundan doksan yıl sonra bugün ne ifade ettiği sorusu pek çok açıdan önem arz etmektedir. Her şeyden önce Başkanlığın misyonu, tarihinin doksan yıllık mı yoksa birkaç asırlık tecrübeyi mi yansıttığı sorusu... İhmal edilmeden bu konunun ele alınması gerekmektedir.
Esasen bu soru Diyanet’in, devletle din arasındaki ilişkinin değişik bağlamlarda ele alınabilecek boyutlarını önümüze sermektedir. Klasik din tarihçileri nezdinde örgütlü dinî kurumların fiili durumları çoklukla siyaset ve devlet düzeyindeki yerleriyle birlikte ele alınmaktadır.
İslam’ın kurumsal geleneği içinde daha çok bilinen ve tekrarlanagelen yapısıyla şeyhülislamlık, çoğu araştırma ve incelemede Diyanet’in devralıp modernize ettiği geleneksel bir yapı olarak dikkat çekmektedir. Dinî ilgi ve duyarlılıklara açık bir devlet sistematiği içinde, özellikle de Osmanlı müktesebatı içinde şeyhülislamlığın rolü tartışılmaz bir anahtar yapıya hatta merkezî bir statüye sahipti. Tamamlayıcı, açıklayıcı ve kuşatıcı pozisyonlarıyla şeyhülislamlık, her şeyden önce bir meşruiyet üreticisi olarak dikkat çekmekteydi.
Diyanet’i tarihsel olarak birkaç asırlık bir geçmişle özdeşleştirmenin esas anlamı, bu tarihsel süreklilikle eklemlenmek ve kurumu nevzuhur ve yeni bir icat olarak algılamama kaygılarından kaynaklanmaktadır. Bu, oldukça iyi anlaşılabilecek tarihlendirmenin sağlam veri ve donelerle ilişkisini kurmak güç olsa da bütün bu irtibatın öncelikle bir şecere ve meşruiyet arayışından kaynaklandığı rahatlıkla söylenebilir.
Diyanet’in yeni kurumsal yapısıyla şeyhülislamlığın tarihte üstlendiği işleri ve işlevleri yürüttüğünü söylemek zordur. Özellikle adliye ve eğitim alanındaki sorumlulukları günümüzde farklı kurumlara aktarılmış ve mevcut statüsünde de kısmi değişikliklere gidilmiştir. Ancak yine de halkımız nezdindeki itibarı bazı dönemlerde gevşek de olsa birtakım itirazlarla karşılaşsa da öteden beri saygınlığını koruyan ulemanın toplum nezdindeki itibarının varisi olmak açısından hep yüksek olmuştur.
Son yıllarda yapılan düzenlemeler ve kurumun kendi içinde oluşturduğu yapılanmalar ile Diyanet yasal, idari, ekonomik ve insan kaynakları açısından birçok dönemler şikâyet konusu olan sorunlarından önemli ölçüde kurtulmuştur. Öyle ki Diyanet üzerine yakın zamanlara kadar yapılan birçok akademik çalışma incelendiğinde buralarda kurum açısından handikap olarak görülen kimi temel konuların bugün itibarıyla çözüme kavuşturulduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bugün kurumun şikâyet eden ya da edilen bir kurum olmaktan çıkıp yeni atılımlara yönelen bir yapıda olduğunu söylemek mümkün hâle gelmiştir.
Başlangıcından günümüze kurumun devlet içindeki varlığı, çeşitli kesimlerce zaman zaman tartışılmakta, özellikle de laiklik ilkesi açısından sorunlu bulunmaktadır. Ancak gerek kurucu irade açısından gerekse günümüze kadar gelen farklı yönetim anlayışları açısından Diyanet’in varlığı hiçbir şekilde sorgulanmamış aksine daha çok gerekliliğini teyit eden adımlar atılmıştır. Bu duruma paralel olarak toplumun büyük çoğunluğu açısından hatta dine mesafeli kesimler tarafından bile kurumun varlığı vazgeçilmez olarak addedilmiştir. Zaman zaman akademik platformlarda tartışılmakla birlikte bugün toplumun geniş kesimleri açısından Diyanet’in varlığı laiklik açısından bir sorun olarak görülmemektedir.
Gerçekten de gerek laiklik açısından gerekse din devlet ilişkileri açısından hem İslam dünyasında hem de laikliğin uygulandığı günümüz Batı toplumlarında Diyanet’in devlet içerisindeki yeri ve yapılanmasının benzersiz olduğu görülmektedir. Bu nedenle her ne kadar Batı toplumlarında da devlet ile dinin iç içe örgütlendiği pozisyonlarla sıklıkla karşılaşılsa da Diyanet’in kendine has özellikli konumunu ve yapısını anlatmak için bir hayli çaba sarf etmek gerekmektedir. Çünkü ülkenin bütününde örgütlenmiş ve ayrım gözetmeksizin her kesime hizmet götüren yapısıyla dinî alanda varlığını kabul ettirmiş bir kurum olarak Diyanet İşleri Başkanlığı hem resmî bir devlet organizasyonu hem de bir sivil toplum kuruluşu görünümündedir.
Diyanet’in Türkiye’deki diğer dinî cemaatlerle ilişkileri kendi tarihi incelendiğinde farklı mecralardan ilerleyerek günümüze gelmiştir. Tarihî süreçte cemaatler ile olan ilişkiler çeşitli aşamalardan geçtikten sonra bu tecrübeyi dikkate alan bir olgunluğa ulaşmıştır. Artık bugün Diyanet’in bütün dinî oluşumlara rakip bir kurum edasıyla yaklaşmaktan çok onların varlığını ve dinî yorum farklılıklarını normal kabul eden daha kucaklayıcı bir yaklaşımı sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Bu durumun olumlu birer yansıması olarak Türkiye’deki dinî cemaatlerin de süreç içinde Diyanet’i giderek daha sıcak yaklaşmalarla ele aldığı görülmektedir. Öte yandan bu bağlamda halkımızın genel olarak Diyanet’i mezhepler ve cemaatler üstü bir kurum ve otorite, ortak bir payda kabul ettiği de görülmektedir.
Bu noktada Diyanet’in dinî konularda halkın geleneksel ilgi ve reflekslerini dikkate alması; dinde reform ve yenilik gibi konularda dindar toplumun genel geçer değerler dizisiyle buluşan bir yaklaşımı benimsemesi ve günümüzde gerek İslam dünyasında gerekse ülkemizdeki aşırı yorum ve akımlara karşı mesafeli konumlanışı kurumun halk nezdindeki itibarını sürekli olarak yükseltmiştir. Bu bakımdan bugün bir devlet kurumu olarak Diyanet’in, siyasi bir idarenin emrinde varlığını sürdürürken ortaya çıkan hassas dengenin kazasız belasız günümüze değin sürdürülmesinde bu desteğin rolü inkâr edilemez. Yine kurumun herhangi bir devlet kurumundan farklı olarak kendi alanında daha bağımsız ve özerk hareket edebilmesi, hizmet alanındaki bu itibarının oluşturduğu sinerjiye bağlanabilir. Esasen kurumun kendi içinde oluşturduğu dinî düşünce ve dine bakış evreni de, buna uygun bakış açılarını destekler mahiyette olmuştur.
Diyanetin insan kaynağı temini açsından kurumsal tarihinin belki de en sorunsuz dönemini yaşadığını söylemek pekâlâ mümkündür. Nicelik açısından eleman sıkıntısı asgari düzeyde olmakla birlikte kurumun, istihdam ettiği alanlar açısından yeterli donanıma sahip eleman sıkıntısı çektiğini söylemek mümkündür. Bu bakımdan gerek orta öğretim gerekse yükseköğretim kurumlarından gelen personelin Diyanet’in ihtiyaç duyduğu yeterliliklere sahip olmak açısından gittikçe zayıfladığı görülmektedir. Bu durum kurumu ister istemez daha nitelikli bir hizmet içi eğitime yöneltmekte bu da zaman ve enerji kaybına neden olmaktadır. Öte yandan özellikle yeni göreve başlayan imam hatiplerin neredeyse dörtte üçünün köylerde görevlendirilmesi ve uzun süreler buralarda görev yapmak zorunda kalmaları, kendilerini yetiştirecek, her türlü birikimlerini koruyacak bir çevre oluşturabilmeleri açışından büyük engeller oluşturmaktadır. Bu durum, bazen merkezde oluşturulan bakış açılarının, projelerin, yeni söylem ve hizmet anlayışlarının taşrada yeterli bir karşılık bulamamasına, anlaşılamamasına, bir yerde merkezin yaklaşımlarının hizmete dönüşmeden heba olmasına da neden olabilmektedir. Diyanet’in şehirlerdeki nüfus yoğunluğuna göre personelinden yararlanabileceği hizmet çeşitliliği oluşturması bir gereklilik gibi görünmektedir. Nitekim son yıllarda Aile İrşat ve Rehberlik bürolarının ve yeni düzenlemelerle birlikte Kur’an kurslarının, şimdiye kadar dinî hizmetlerden yararlanamayan farklı kesimlere bu hizmetlerin ulaştırılması açısından önemli işlevler gördüğü anlaşılmaktadır.
Sonuçta Diyanet’i devlet içinde şekillenen bürokratik bir kurum olarak değerlendirdiğimizde, bugün toplumsal düzeyde en geniş kurumsallaşmayı sağlamış en geniş hizmet ağına sahip bir kurum ile karşılaşmaktayız. Kurumun geldiğimiz bu noktada dinamik, işlevsel ve canlı bir kurum olarak toplumsal düzeyde oldukça yüksek beklentiler oluşturduğu görülmektedir. Halkın beklentisi, kuruma olan saygısı ve desteği diğer kurumlarla karşılaştırıldığında üst düzeydedir. Bu bakımdan toplumda tartışılan her türlü dinî konuda halkın büyük çoğunluğu ortaya çıkan görüş bolluğunda Diyanet’e teslim olmak eğilimindedir. Böylece Diyanet’in kendi adıyla özdeşleşen bu algı, kurumun hakikati temsil açısından geniş kitlelerce bir otorite olarak benimsendiği şeklinde anlaşılabilir. Öyle ki bazen Diyanet’i doğrudan ilgilendirmeyen toplumsal ve siyasal sorunlarda bile çeşitli şekillerde kurumla bağlantısı kurularak görüş beyan etmesi beklenmektedir. Sonuçta bu durum, kurumun günlük hayatın bütün katmanlarını kucaklayan birçok konuda hazırlıklı olmasını, bazen de hazırlıksız olduğu birçok konuya cevap yetiştirecek, görüş beyan edecek çalışmalar yapmasını zorunlu hâle getirmektedir. Dinin hayatın her alanına sarkan kapsayıcılığı ile bağlantılı olarak bu durum kaçınılmaz gibi görünse de, bazen toplumsal bloklaşmaların içinde farklı bağlamlara yerleştirilerek güncel siyasetin taraftarı olacak şekilde okunma riskiyle de karşılaşmak söz konusu olabilmektedir.
Benzer şekilde Diyanet bugün dünyadaki birçok dinî gelişme karşısında rol alan görüş beyan eden aktif küresel bir kurum hâline de gelmiştir. Önce belli ülkelerdeki vatandaşlarımıza yönelik başlayan yurt dışı din hizmetleri, bugün itibarıyla Müslüman ülkeler de dâhil olmak üzere dünyadaki bütün dinî haraketliliği izleme ve gerekli etkinliklerde bulunma şeklinde çeşitlenmiştir. Bu doğrultuda Diyanet Asya, Afrika ve Balkanlar’da ihtiyaç duyulan alanlarda soydaş ve dindaşlarımızın dinî eğitimi, eğitim ve ibadet kurumları gibi alanlar da dâhil olmak üzere pek çok faaliyete öncülük edecek duruma gelmiştir.
Gerçekten de doksan yıllık birikimi Diyanet’i, gerek büyük sıkıntıların yaşandığı İslam dünyasında, gerekse Müslümanların azınlık olarak yaşadığı dünyanın diğer ülkelerinde başarılı hizmetleri yürütebilen model bir kurum hâline getirmiştir. Bu durum, Diyanet’i birçok devletin ve uluslararası kuruluşun görüşüne başvurduğu ve işbirliği yapmak istediği muhatap bir temsil organı hâline getirmiştir.