Makale

Aşk İlim-Akıl

M. Halistin Kukul

Aşk İlim-Akıl

Büyük şairimiz Fuzulî bir şiirinde aşk- ilim münâsebetini şöyle ifade eder:
"Aşk imiş her ne varsa âlemde İlm bir kıyl ü kâl imiş ancak."
Akılsız aşk olmayacağı gibi, aşksız akıl da noksandır. Ancak, ilmin de her ikisi de olmadan olamayacağı bilinmelidir.
Eskiden hoca-talebe, usta-çırak, münasebetlerinin tayin ettiği faaliyetler içinde cereyan eden "ilim" ve "san’at"; gönlün tâlip olduğu "aşk heyecânı" ve beyinin mahsûlü olan "akıl" ile müthiş mesafeler alırdı.
Bu durum, bugün görünür bir vaziyette azalmış olmasına rağmen, istidatların kendilerini göstermelerinde yine esas rolü oynadıklarından şüphemiz yoktur.
Bir farkla ki, bugün istidatlar, çok yüksek bir teknik imkânı bu iki unsurun yâni "aşk" ve "aklın" emrinde kullanmak suretiyle, daha sür’atle hareket fırsat ve kaabiliyetini hattâ inisiyatifini yakalamışlardır.
Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah, akıla verdiği önemi pek çok âyetinde ifade buyurmuştur. "Salim akıl sahipleri", (Talâk, 10; Bakara, 179-269; Taha, 128; Rad, 19;) "kâmil akil sahipleri", (Bakara, 197) "akl-ı selim sahipleri", (İbrahim, 52) "temiz akıl sahipleri", (Sa’d, 29-43; Zümer, 9-18; Mü’min, 54) "aklınızı başınıza almayacak mısınız?" veya "aklınız başınıza gelmeyecek mi?", (Bakara, 44, 73; A’raf, 169; En’am, 32) "aklını kullanacak bir zümre", (Nahi, 12; Ra’d, 4) "aklını kullanacak bir kavm", (Nahl, 67; Ankebut, 35; Rum, 24-28) "aklinizi kullanmaz mısınız?"; (Yunus, 16) "aklınızı kullanmayacak mısınız?"; (Mü’minûn, 80) "hâlâ akıllanmayacak mısınız?", (Hûd, 51; Yusuf, 109) "aklınızı kullanırsanız", (Şuarâ, 28) "çoğu aklım kullanamazlar", (Ankebût, 63) "aklınızı kullanmanız için...", (Mü’min, 67)
Bu ayetlerdeki "salim akıl", "kâmil akıl", "temiz akıl", tercih edilen akıl olmaktadır. Zira; kâinatın Yaratıcısı bir ayetinde de şöyle buyurur: "Ancak selim akılların sahipleridir ki, iyi düşünür (idrâk eder)." (Ra’d, 19); bir başka ayette ise; "işte biz ayetleri, aklını kullanacak bir kavm için böyle açıklarız." (Rum, 28) denmektedir.
Görülüyor ki, "akıllı" olmak kadar, aklı kullanmak da mühimdir, iyi kullanılmayan bir aklın "iyi" de, "doğru"da ve "güzel"de yeri yoktur. Basittir, yavandır, havaîdir, yıkıcıdır, aşksızdır, tenakuzlarla doludur; kısaca, bu akıl; akılsız bir akıldır.
idrakimizdeki başarı, tamamiyle aklı kullanmadaki maharetimize bağlıdır.
Akıl; aşka nispeten dış unsurdur. Bilgi akılla kazanılabilir; müşahade ve tespit onunla temin edilebilir; onunla kullanılabilir hâle gelir. Hayâlleri, tasavvurları, sezişleri, akıl ile bir istikamete yönlendirebilir ve faydalı kılabiliriz.
Hangi ilim dalında olursa olsun, "içe" intikal, "içi" kavrama ve idrâk; neticeye ulaşma bakımından en mühim vaziyettir. Bu merhalede akıl, şüphesiz ki, bir vasıta olmaktan da ileri gidemez.
Zîra, aklın gücü sınırlıdır. Öyle olmasaydı: "akıl akıldan üstündür" denir miydi?
"Akıl kişiye sermayedir." düşüncesi, elbette "salim, kâmil ve temiz akıl sahipleri" için geçerli olmaktadır. Yoksa, kötüye kullanılan bir aklın "sermaye" oluşu düşünülemez.
İmam-ı Gazalî: "insan dış gözü ile bakar ve fakat iç gözü ile görür." der. Akılı aşkla, aşkı da akılla beslemesini bilenler, hakikî sultanlığın tahtına otururlar.
Bunun içindir ki aşk, dünyevî hayatta da, uhrevî hayat için de itici kuvvettir. Dış göz; kaba gerçeği görür. İç göz, metafizik derinlikte pırlantalar arar.
Ahmed Yesevî hazretleri, Dîvan-ı Hikmet’inde der ki:
"Dertsiz insan insan değil, bunu anla;
Aşksız insan hayvan cinsi, bunu dinle;
Gönlünüzde aşk olmasa, bana ağla;
Ağlayanlara hâs aşkımı bağışladım."
Aşk, insanı merhametli yapar. Hoşgörülü, nezaketli yapar, dürüst ve vefâlı yapar.
Aşksız insan, aklını da kullanmasını bilmez. Zira, kabadır. Her hâdiseye satıhtan ve menfaat açısından bakar.
Hazreti Mevlânâ’da da "aşk" ön plândadır. "Aşk, sayıya sığmaz, ölçüye gelmez sevgidir." derken, akıl için: "Aklın varsa başka bir akılla dost ol, görüş, danış" diyerek, onun, tek başına yeterli olmadığını, bir başka akılla "dost olması" "görüş" mesi ve "danış" ması gerektiğini ifâde eder.
Zira; aklı kullanmanın usûllerini bilmek gerekir. Akıl, belki de, tek başına fazla bir şey değildir. O; sadece, dış kalıplardan içe nüfûz edebilme ve bu noktada bir kapı aralamada yardımcıdır. Asıl kapıyı açan, manevî şuûrda geliştirmeye çalışılan muhakeme ve idrâk gücüdür ki, bu da, bir şevk, cehd veya hakikî bir aşk ile mümkündür.
İşte; aşk, akıl ve ilim, bu kapının eşiğinde buluşur.
Hiçbir "tecrübe" veya hiçbir "bilgi" ile irti- batlanmamış, beslenmemiş veya muhatap olmamış, "başlangıçtaki saf akıl"ın ölçülmesi mümkün olsaydı, zaman içindeki mevkiini ve irtifaını anlamış olurduk.
"Aciz"likten, "makûllüğe ve makbûllü- ğe" doğru yürüyüşünde, aklın, yine akıl vasıtasıyla "tecrübe" ve "bilgiyi" müspet mânâda kullanabilmesi tercih edilen husustur.
Yunus Emre’nin: "Bir ben vardır bende, benden içeri" diye ifade ettiği "iç varlığı", akıl, tek başına keşfe muktedir değildir. Bu sebepledir ki, Yu- nus’un: Mevlânâ Hü- davendigâr bize nazar kılalı/Onun görklü nazarı gönlümüz aynasıdır" dediği, "mürşidi" Hazreti Mevlânâ ise bir rubâîsinde şöyle buyurur: "İnsan gözden ibarettir. Geri kalanı deridir. Göz de dostu gören göze derler."
Mevlânâ’nın deyişiyle, "sayıya sığmayan, ölçüye gelmeyen sevgi"; istenilen "arzu, istek ve iştahla" ilmin kapısında duramadıktan sonra, aklı yerinden kıpırdatması mümkün değildir.
Sanıldığı gibi akıl, her şeyi hâlletmeye muktedir olamaz. O da bir mahlûktur ve gücü nispetinde faaliyet gösterir. Bizi yanılttıktan sonra ah vah çektiren odur. Bunun için, aklın yolu bir değildir. Basit akıl, insanı her zaman aldatır/yanıltır. Mâcera peşinde koşturur, yorar. Sözü edilen, "sâlim, kâmil veya temiz" akıl ise, farklıdır ve tarifte de bu dört başı mâmûr olarak ifade edebileceğimiz akıl olduğu anlaşılmaktadır.