Makale

TÜKETTİĞİMİZ SAHTE İLAÇ VE GIDALARLA KAYBOLAN SAĞLIĞIMIZ

Dr. Fatih Özbey
G. Ü. Kaman M. Y. O. Gıda Yüksek Mühendisi

TÜKETTİĞİMİZ SAHTE
İLAÇ VE GIDALARLA
KAYBOLAN SAĞLIĞIMIZ

Geleneksel beslenme alışkanlıklarımızın değişmesiyle, dünyada olduğu gibi ülkemizde de gıda sektörü hızla gelişme göstermiştir.
Son yıllarda ülkemizde başta denetim yetersizliği ve ekonomik nedenler olmak üzere birçok faktörün etkisiyle, sahte gıda ve ilâç kaynaklı hastalıklarda önemli bir artış söz konusudur. Gıda zehirlenmelerinin, neredeyse hayatımızın bir parçası hâline geldiğini günlük yaşantımızda gözlemekteyiz. Ayrıca gıda sonuçlanmadıkça da haber değeri taşımamaktadır. Hayatımızı devam ettirebilmek, tükettiğimiz gıdalar ile sağlığımızı tekrar kazanabilmek için kullandığımız ilâçların sağlığımızı olumsuz yönde etkilemesi, kuşkusuz çözüm bekleyen en önemli problemdir.
Dünyada ve ülkemizde toplum sağlığının korunabilmesi amacıyla "gıda güvenliği" konusundaki çeşitli kamu kurumlan ile sivil toplum örgütleri tarafından ortaklaşa olarak yürütülmektedir.
Gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda gıda ve ilâçların sağlığa uygun koşullarda üretilmesi, saklanması ve satışa sunulması sağlanmaya çalışılmaktadır.
Taklit ve tağşiş, gıda ve ilâç sektörü açısından sanayileşmenin başından itibaren ortaya çıkan ve günümüze kadar süregelen önemli bir problemdir.
Hatta gıda kimyası ve analiz yöntemleri gibi birçok bilimin gelişmesinin temelinde de bu sorunlar yatmaktadır.
Taklit; maddî değeri düşük bir maddenin, maddî değeri daha yüksek bir başka maddeye benzetmek için yapı, görünüş, tat ve kokusunun değiştirilmesidir (bitkisel bir yağı tereyağı aroma ve renk maddesi kullanarak tatlandırdıktan sonra tereyağı adı ile pazarlamak vb.). Tağşiş ise; bir gıda maddesinin içeriğine, doğal yapısında bulunmayan bir bileşeni hile amaçlı olarak, yani miktar arttırma ve haksız kazanç sağlamak için eklenmesidir (tere- yağına patates püresi eklemek veya süte su katmak vb.)
Taklit ve tağşişler sonucu gıdalarda ve ilâçlarda oluşarak tüketicinin sağlığının bozulmasına neden olabilecek kusurlar sırasıyla;
Biyolojik kusurlar; mikroorganizmalar veya ürettikleri zehirli bileşenlerin (toksinlerin) ürünlerde bulunması,
Kimyasal kusurlar; vücutta zehirleyici reaksiyonlara veya kanser etkilerine neden olan kimyasal maddeler veya kalıntılarının gıda içerisinde bulunması,
Fiziksel kusurlar; vücuda zarar verebilecek yabancı objelerin bulunmasıdır.
Bunların yanı sıra, ilâçların etken maddelerinden eksik veya yoksun olarak üretilmesinin ise, zaten bağışıklık sistemi zayıf olan kişilerin tükettiği anılan maddelerden eksik fayda sağlamalarına, hatta ölümlerine kadar gidebilen sonuçları bulunmaktadır.
Ülkemizde "merdiven altı" üretim diye tabir ettiğimiz, gıda üretimine uygun olmayan ve yeterli eğitimi olmayan kişilerce üretilerek piyasaya sunulan gıda maddeleri, yukarıda bahsettiğimiz kusurların ortaya çıkmasına davetiye çıkarmaktadır.
Bu gibi durumlara örnekler verecek olursak;
- Daha önceden etkili olduğunu düşündüğünüz ilâcın tesiri artık azaldı mı?
- Temel gıdamız olan ekmek hangi koşullarda nasıl üretilmiştir?
- Kaşar peyniri olarak aldığımız ürün, hakikaten sütten mi üretilmiştir?
- Zeytinlerimizin çarpıcı ve iştah açıcı siyah rengi ne kadar doğal?
- Salam, sosis ve sucuk gibi ürünler gerçekten kıymadan mı üretilmiştir?
- Arıların şifa kaynağı bal, gerçekten arıların ürettiği gibi saf olarak mı sunulmuştur bize?
- Yemeklerden sonra kırk yıl hatırı olan kahvemizin içerisinde hangi miktarda kavrulmuş fındık kabuğu tozu bulunmaktadır?
Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkün, ancak biz şimdilik bu kadarıyla yetinelim.
Hileli gıda ve ilâç gibi ürünlerin tüketilmesi sonucu ortaya çıkabilecek sağlık sorunlarının ise, akut ve kronik etkiler olarak iki grupta toplayabiliriz. Akut etki; bir ürünün tüketilmesinden kısa bir süre sonra ortaya çıkan etkidir (karın ağrısı, ishal, kusma vb.). Kronik etki ise; tüketimi izleyen uzun süre ki "Deli dana hastalığı" ve bazı kanser türlerinin ortaya çıkmalarında olduğu gibi uzun yıllar alabilmektedir (zararlı maddelerin zamanla vücutta birikerek hastalık yapıcı veya bir sonraki nesle yansıyacak düzeyde DNA yapımızda hasarlar vermesi vb). Ama her iki etkide de ortak olan sonuç, hileli gıda ve ilâç tüketiminin insana, hastalıktan ölüme kadar gidebilen zararlar vermesidir. Nedeni henüz tam olarak bilinmeyen bazı kanserlerin kaynağını hileli gıda ve ilâçların oluşturduğu öne sürülmektedir. Son yıllarda ne yazık ki ülkemizde kanser vakalarında salgın boyutunda değerlendirilebilecek düzeylerde artışların görüldüğü, yetkili makamlar tarafından tespit edilen bulgular arasındadır. Türkiye’de birçok sektörde olduğu gibi, gıda sektöründe de firmalar arasında yaşanan rekabetin boyutunun sadece satış fiyatlarına indirgenmesi ve bu duruma denetim eksikliğinin de eklenmesi sonucunda piyasanın sağlıksız ve kalitesiz ürünler tarafından işgal edildiğini endişeyle gözlemekteyiz.
Bunları yazmaktaki amacımız, ülkemizde sağlıklı gıda tüketmenin mümkün olmadığını söylemek değil, siz değerli tüketicilerimizin ne yedikleri konusunda biraz daha dikkatli olmalarını sağlamaktır. Bilinçli bir tüketicinin unutmaması gereken en temel konu, katma değer görmüş hiçbir ürünün hammaddesinden daha ucuz fiyata satılamayacağıdır. Ayrıca üretilen her gıdanın tüketilebilir ölçülerde kalite ve fiyat farklılıkları ile tüketiciye sunulabileceğini kanun ve standartlarımızın belirlemiş olduğu da unutulmamalıdır. Dolayısıyla, bütçemize hitap eden güvenli gıdayı seçmek, bizim en temel hedefimiz olmalıdır. Güvenli ve kaliteli gıda üreten ulusal birçok gıda firmamız bulunmaktadır. Büyük yatırımlar yapan ve geniş istihdam sağlayan, ayrıca vergilerini de doğru olarak ödeyerek ülkemiz gelişimine katkı sağlayan firmalarımız, kötü niyetli kişilerle haksız rekabet ortamı içindedirler. Bu durumu düzeltmek için, dürüst üreticilerimize en büyük desteğin bilinçli tüketicilerden geleceği kuşkusuzdur.
Gıda biliminde ortaya çıkan son gelişmeler, gıdaların içerdikleri biyolojik aktif bileşenler sayesinde besleyici niteliklerinin yanı sıra sağlığı koruyucu, tedavi edici ve olası hastalık risklerini düşürücü potansiyellerinin de olduğunu göstermiştir.
Fonksiyonel gıdalar, "doğal olarak içerdikleri fonksiyonel bileşenler sayesinde besleyici oldukları kadar fizyolojik aktif bileşenleri ile hastalık riskini azaltan ve yaşam kalitesini yükselten gıdalar olarak" tanımlanmaktadır. Bu yönde yapılan çalışmaların yoğunluk kazanması ve geliştirilen ürünlerin bilinçli tüketiciler tarafından da tercih edilir hale gelmesi ile bu ürünler raflarda yerlerini almaya başlamıştır. Toplum sağlığının ve gelecek nesillerimizin sağlığının korunabilmesi için yazılı ve görsel basının halkı "güvenli gıda" konusunda bilinçlendirmesine ihtiyaç duyulmaktadır.
Yukarıda açıklamaya çalıştığımız sorunlar, aslında köklü bir tarihe, derin bir "ahi esnaf kültürü"ne sahip olan Müslüman
Türk toplumu ile pek bağdaşmayan sorunlardır kuşkusuz. Ancak kültürümüz de yaşanan dejenerasyon, azalan manevî hassasiyetlerimiz sonucunda ortaya çıkan ahlâkî buhranın bir ürünü olarak bu ve bunun gibi sorunlar önümüzde durmaktadır. Kul hakkı konusunda çok hassas olan bir dinin mensupları olarak, bu tip problemlerin çözümünde devletin yeterli kontrolü, bilinçli tüketimin yanı sıra kaybedilen maneviyatı yeni nesillerimize tekrar nasıl kazandıracağımızı M. Akif Ersoy’un penceresinden bakarak kolayca söyleyebiliriz.
"Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır; Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır. Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havfı Yezdan’ın Ne irfanın kalır tesiri katiyen, ne vicdanın.