Makale

AHLAKÎ BİR SORUN OLARAK Sahtecilik

Doç. Dr. İsmail Karagöz
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

AHLAKÎ BİR SORUN OLARAK
Sahtecilik

İnsan; iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, yararlıyı zararlıdan, dürüstlüğü sahtecilikten ayırt edebilecek yetenek, akıl ve fikir ile donatılmıştır: "Nefse ve onu şekillendirene, ona fücurunu ve takvasını ilham edene yemin olsun" (Şems, 7-8) anlamındaki ayet-i kerime bu gerçeği ifade etmektedir. Ayette geçen "ilham"; bir mânâyı insanın zihnine getirmek ve gönlüne yerleştirmek; "fücur"; şirk, küfür, nifak, içki, kumar, yalan, aldatma, hile ve sahtekârlık gibi her türlü, kötü, zararlı ve günah olan söz, fiil ve davranışları; "takva" ise; Allah’ın koruması altına girmeyi, O’na karşı gelmekten sakınmayı, emir ve yasaklarına riayet etmeyi; doğruluk ve dürüstlük gibi her türlü güzel söz, iş ve davranışları ifade eder. Bu ayete göre insan; hem iyi, doğru ve yararlı işleri, hem de kötü, yanlış ve zararlı işleri yapabilir. insanı, diğer canlılardan ayrılan özellik de budur.
Bu sebeple olmalı ki, toplumda sözü, işi ve davranışları ile ahlâklı ve dürüst insanların yanında ahlâksız ve sahtekâr insanlar da vardır. İşte din, insanın bu ikili yönünü doğru istikamette kullanmasını sağlamak, imana, salih amellere, dürüstlüğe ve güzel ahlâka yöneltmek için vardır ve bu sebeple din, "sırat-ı müstakîm" (dosdoğru yol) (Fatiha, 5) olarak isimlendirilmiştir. Bu dosdoğru yola giren insanın da dosdoğru olması, hile ve sahtecilikten uzak durması gerekir. Peygamberimiz (s.a.s.) "Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim" (Ahmed, III, 75; Malik, Huluk, 8) buyurmuştur. Dinin temel amaçlarından biri de, insanları güzel ahlâk sahibi yapmaktır. İnsan, güzel ahlâktan ne kadar uzaklaşırsa o kadar dinden uzaklaşmış olur. Namaz, oruç, hac gibi ibadetlerin temei amaçlarından biri de, insanın ahlâkını güzelleştirmesidir. Meselâ Kur’an’da namazın insanı bütün kötülüklerden ve haramlardan alıkoyduğu (Ankebût, 45), orucun insanı kötülük ve haramlardan korunmak için farz kılındığı (Bakara, 183) bildirilmektedir. Peygamberimiz (s.a.s.); "Kim yalan sözü ve yalan ile iş yapmayı bırakmazsa, Allah’ın onun yemesini ve içmesini terk etmesine ihtiyacı yoktur" (Bu- hari, Savm, 9. I, 228), "Nice oruç tutanlar vardır ki, onların oruçtan nasipleri, sadece aç (ve susuz) kalmalarıdır. Nice geceleri namaz kılanlar vardır ki, onların namazdan nasipleri sadece uykusuz kalmalarıdır" (ibn Mace, 21,1, 539) buyurmuştur.
Özü, sözü, işi ve davranışı ile dürüst ve güzel ahlâk sahibi olamayan, hile, yalan, aldatma ve sahtekârlık bataklığına saplananlar, imanın ve ibadetlerin ruhunu yakalayamamış kimselerdir. "Sahteci"; sahtekâr, uydurmacı, hileci, aldatıcı, kandırıcı ve yalancı demektir,
Sahtecinin yaptığı sahtekârlığı da "sahtecilik" denir. "Sahtecilik", Kur’an’da "hud’a" hadislerde ise "ğış" kavramı ile ifade edilmiştir. Her iki kelime de hile ve aldatma anlamına gelir. Tabiat, huy, karakter, seciye, hal ve hareket anlamındaki "hulk" kelimesinin çoğulu olan "ahlâk"; iyi ve kötü olmak üzere iki kısma ayrılır: Güzel ahlâk; Kur’an’a, Hz. Peygamber’in sünnetine ve akl-ı selime uygun olan söz, fiil ve davranış; kötü ahlâk ise, aksi yönde sergilenen davranıştır. Dolayısıyla güzel ahlâk; dürüstlük, doğruluk, samimiyet ve Peygamberimizin ahlâkına sahip olmaktır. Kötü ahlâk ise; sahtekârlık, yalancılık, riyakârlık ve benzeri Kur’an’a ve sünnete uygun olmayan söz, fiil ve davranışlardır. Peygamberimiz "Müminlerin iman bakımından en mükemmel olanları, ahlâkı en güzel olanlarıdır" (Ebû Davud, Sünnet, 15, V, 60), "Sizin en hayırlınız ahlâkı en güzel olanınızdır" (Buhari, Edeb, 38, Vll, 81), "Kıyamet gününde müminin mizanında güzel ahlâktan daha ağır hiçbir şey yoktur..." (Tirmizi, Birr, 62, iv, 362), sözleri ile güzel ahlâkın müminin hayatındaki önemine dikkati çekmiştir. "Güzel ahlâk" ve "sahtecilik" asla birbirleri ile bir araya gelmeyen, biri varsa diğeri yok olan iki davranıştır. Ahlâkî bir sorun olan sahteciliğin pek çok çeşidi vardır. Bunları şöyle özetleyebiliriz.
1. İnançta sahtecilik: Din dilinde buna münafıklık denir. Münafıklar; kalpleriyle iman etmedikleri halde birtakım dünyevî çıkarları için dilleriyle iman ettiklerini söyleyen yalancı kimselerdir (Münafikun, 1-2), küfür ile iman arasında gidip gelirler, riyâkâr, hilekâr ve sahtekârdırlar, bu davranışlarıyla Allah’ı (Nisa, 142-143; Bakara, 9) ve müminleri (Bakara, 9; Enfal, 62) aldatmaya çalışırlar, fert ve topluma her zaman zararları dokunur, (Münafikun, 3-6), ahirette gidecekleri yer, cehennemin en alt tabakasıdır (Nisa, 145).
2. Söz, beyan ve haberlerde sahtecilik: Yalan konuşmak, gerçek dışı beyanda bulunmak, uydurma sözler söylemek, doğruyu konuşmamak, yalan haber yazmak, gerçek dışı haber üretmek ve yalancı şahitlik yapmak, sahtekârlıktır. Böyle davranan kimseler; insanları aldatmış ve kandırmış olurlar. Bu, güveni sarsan, fert ve topluma zarar veren, kırgınlık ve dargınlığa yol açan ahlâk dışı bir davranıştır. Bu davranış sahipleri; "Doğru söz söyleyin" (Ahzab, 70), "Konuştuğunuz zaman yakınınız (aleyhine) bile olsa doğruyu konuşun (En’am, 152), "Ey müminler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin" (Hac, 70), "Yalan sözden kaçının" (Hac, 30), "adaletle şahitlik eden kimseler olun"
(Maide, 8) ve "Şahitliği gizlemeyin" (Bakara, 283) anlamındaki ayetlere ve "Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse ya doğru ve faydalı söz söylesin ya da sussun" (Müslim, İman, 75, I, 68) anlamındaki hadise aykırı davranmış ve büyük günah işlemiş olurlar.
3. Verilen söz ve yapılan sözleşmelerde sahtecilik: Verilen sözü tutmamak, yapılan sözleşmeye uymamak sahteciliktir. Böyle yapan kimseler; insanları kandırmış, toplumda güvenlerini yitirmiş ve insanlara zarar vermiş ve böyle- ce, "Yaptığınız sözleşmeleri yerine getirin" (Maide, 1), "Verdiğiniz sözü yerine getirin, çünkü söz (veren sözünden) sorumludur" (isrâ, 34) buyruklarını çiğnemiş olurlar.
4. Belge ve evrakta sahtecilik: Resmî yazı, diploma, senet, nüfus cüzdanı, pasaport, kimlik ve benzeri evrak ve belgelerin taklitini yapmak, sahteciliktir. Aynı şekilde sahte para basmak, korsan kitap, kaset, CD, VCD basıp satmak, başkalarının, kitap ve makalelerini referans vermeden kendisi üretmiş gibi yayınlamak, başkalarının isim hakkını kullanmak ve marka taklit etmek, taklit mühür ve damga yapmak, yaptırmak ve kullanmak, başkalarına ait kredi kartının kopyasını yapıp kullanmak da sahtekârlıktır. Bu davranışları sergileyen kimseler; devleti, toplumu ve insanları kandırmış, hile yapmış, yalan beyanda bulunmuş, hırsızlık yapmış, haksız kazanç elde etmiş ve böyle- ce insan haklarını ihlâl ederek büyük günah işlemiş olurlar.
Bütün bunlar; Tirmizi’nin (Ö.279) dediği gibi (es-Sünen, V, 20, Çağrı Yay., 1st.,1981) amelde münafıklıktır. Çünkü münafıklar gibi bu kimseler de yalan konuşmuşlar, verdikleri sözde durmamışlar, emanete hıyanetlik etmişler" (Buhari, İman, 24) ve sözleşmelere uymamışlardır (Tirmizi, İman, 14)
5. Üretim ve ürünlerde sahtecilik: Hileli, kalitesiz, bozuk ve zararlı mal üretmek ve bu tür ürünleri satmak, işte, görevde ve sanatta hile yapmak, sattığı süte su, bala glikoz katmak, murdar etlerden sucuk ve benzeri et ürünleri imal etmek, kullanım tarihi geçmiş peynirleri eritip yeniden peynir yapmak, kalitesiz malı kaliteli diye veya ikinci kalite malı birinci kalite diye veya bozuk bir malı sağlam diye satmak, günü geçmiş gıda maddelerinin tarihlerini değiştirmek, herhangi bir ürünü piyasa fiyatından fazlasına satmak, eksik tartmak ve ölçmek, inşaatın yapımında demir, çimento ve diğer malzemeleri eksik kullanmak, paravan şirket kurmak, hileli ithalat ve ihracat yapmak sahtekârlık, insanları aldatmak ve kul hakkı üstlenmektir. Şu hadis, bu tür sahtekârlığı dile getirmektedir: Peygamberimiz (s.a.s.) bir gün Medine pazarını denetler, buğday satan birine uğrar, buğdayı nasıl sattığını sorar, satıcı nasıl sattığını anlatır. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.s.); elini buğday yığınının içine sokar ve buğdayın içinin ıslak olduğunu tespit eder, durumu satıcıya sorar, satıcı yağmurun ıslattığını söyler. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.s.), insanların görmesi için ıslak kısmının üstte olması gerekmez miydi? diye satıcıyı ikaz eder ve "Bizi aldatan bizden değildir" buyurur" (bk. Müslim, İman, 164; Ebû Davud, Buyû’, 52; Ahmed, II, 50, 242, 466, IV, 45; Ibn Mace, Ticaret, 36) Dolayısıyla insanları aldatan, Müslüman ahlâkına sahip değildir, sahteci, hileci ve çıkarcıdır. Bu tür davranışta bulunan kimseler, hem suç işlemişler hem de; "Tartıyı adaletle tam yapın, teraziyi eksik tutmayın" (Rahman, 9), "Ölçtüğünüzde ölçmeyi tam yapın, doğru terazi ile tartın" (Isra, 35) ve "Mallarınızı aranızda bâtıl yollarla yemeyin" (Nisa, 29), "(İş ve görevleri) en güzel biçimde yapın..." (Bakara, 195), "Şüphesiz Allah, adaleti ve yararlı amelleri en güzel bir şekilde yapmayı emreder..." (Nahl, 90) anlamındaki ayetlerdeki İlâhî emirlere karşı çıkmış ve büyük günah işlemiş olur.
6. Evlilikte sahtecilik: Evli bir erkeğin, kendisini bekâr olarak tanıtıp bir kızı / kadını kandırması, eşlerin birbirlerini aldatmaları, birtakım çıkarlar için formalite evlilik yapılması, ölen babasının emekli maaşını alabilmek için, mahkemede boşanıp sonra resmî nikâh yapmadan evlenmek ve birlikte yaşamak, evleneceğim diye bir kızı aldatıp yüz üstü bırakmak, evlilik ile ilgili sahtekârlıklardır.
7. Meslekte sahtecilik: Eğitim ve öğretimini görmediği ve yasal olarak hak etmediği halde, sahte diplomalar ile avukatlık, eczacılık, doktorluk ve benzeri meslekleri icra etmek, kendisini, polis, memur, müdür, yönetici, müfettiş, gazeteci, kaymakam ve milletvekili diye tanıtmak ve benzeri davranışlar meslekler ile ilgili sahtekârlıklardır.
8. Davranışta sahtecilik: Yapmacık tebessüm ve güler yüzlülük, dost ve yardımcı gibi görünmek, yüze karşı övücü sözler söylemek, arkadan çekiştirmek ve aleyhte bulunmak, davranış ve sosyal ilişkilerde sergilenen sahtekârlıklardır.
Bütün bunlar; insanlık onuru, dürüstlük ve "Kur’an ahlâkı" ile bağdaşmayan davranışlardır. Bir Müslüman asla böyle bir davranış sergileyemez. Çünkü o, "Elinden ve dilinden Müslümanların zarar görmediği kimse" (Ahmed, ıv, 385) olmak durumdadır. Bunların her biri birer kötü ahlâktır. Müslüman kötü ahlâk sahibi olamaz. Müslüman; dürüst olur, sahtekâr olmaz. Sahabeden Abdullah es-Sakafî; "Ey Allah’ın elçisi! Islâm hakkında bana öyle bir söz söyle ki, senden sonra onu kimseye sormayayım" diye sorar. Hz. Peygamber (s.a.s.), "Allah’a iman ettim de ve dosdoğru ol" buyurur (Müslim, İman, 62, l, 65). Peygamberimizin sahabeye yaptığı bu tavsiye, Kur’an’ın şu ayetine dayanmaktadır: "Şüphesiz. ’Rabbimiz Allah’tır’ deyip sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: ’Korkmayın, üzülmeyin, size (dünyada iken) vaat edilmekte olan cennetle sevinin. Biz dünya hayatında da ahiret hayatında da sizin dostlarınızız. Çok bağışlayan ve çok merhametli olan Allah’tan bir ağırlama olarak, orada canlarınızın çektiği her şey var, istediğiniz her şey orada sizin için var" (Fussilet, 30-32). "(Ey Peygamberim!) Emrolunduğun gibi dosdoğru ol, seninle birlikte tövbe eden müminler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçüsünü aşmayın, / azgınlık etmeyin… (Hud’ 112)
Allah’a ve ahiret hayatına şeksiz, şüphesiz ve kesin olarak iman eden insan, bilir ve inanır ki, Allah insanlar nerede olurlarsa olsunlar, gizli ve âşikâr bütün yaptıklarını bilir, görür ve yapılanları kaydeder (Casiye, 29; Yasin, 12; Kaf, 17-18; Zuhruf, 80), O’na hiçbir şey gizli kalmaz (Ai-i imrân, 6). Amel defterinde iyi veya kötü, küçük veya büyük bütün sözlerini ve amellerini, günah ve sevaplarını yazılı olarak görecek (Kehf, 49), hardal tanesi kadar bile olsa dünyada her yaptığı karşısına çıkacaktır. Lokman, 16). Bütün yaptıklarından sorgulanacak, iyi amellerini mükâfatını, kötü amellerinin tövbe etmemiş veya ilahi affa mahzar olmamış ise cezasını görecektir. (casiye,30-31)
Sonuç olarak; insanın değeri ve üstünlüğü, güzel ahlâk sahibi olması ile ortaya çıkar. "Allah katında en değerli olanınız en muttakî olanınızdır" (Hucurat, 49-13) anlamındaki ayet bu gerçeği ifade eder. Peygamberimiz (s.a.s.) ise; "Ey Allah’ın Elçisi! İnsanların en değerlisi hangisidir? Sorusuna en mutta- kî olanlarıdır" cevabını vermiştir (Buharı, Enbiya, 8, IV, 111). Muttakî insan; İlâhî emir ve yasaklara uyar, hile ve sahtekârlıktan uzak durur, en güzel ahlâka sahip olur. En güzel ahlâk, Kur’an ahlâkıdır. Kur’an ahlâkına sahip olan insan, kendisine, Yaratan’ına ve bütün insanlara saygılı olur, söz, fiil ve davranışlarında dürüst olur, edep ve terbiyeli olur. İmanın yeri kalptir, dil de kalbin tercümanıdır. Söz ve davranışları Kur’an ahlâkına uygun olan insanın imanı kemale ermiş demektir. Şu hadis iman, eylem ve ahlâk ilişkisini çok güzel ifade etmektedir. "Kulun kalbi doğru olmadıkça imanı doğru olmaz, dili doğru olmadıkça kalbi doğru olmaz. Komşusu zararlarından emin olmadıkça kişi cennete giremez" (Ahmed, III, 198).
İnsanı güzel ahlâk sahibi yapan etken; Allah sevgisi, Allah korkusu, Allah tarafından sürekli murakabe altında bulunma, ahirette bütün söz, eylem ve davranışlardan sorguya çekilme, neticede iman ve itaatine, inkâr ve isyanına göre cennet veya cehenneme gitme inancıdır. Ahlâkî duyarlılığa veya duyarsızlığa etki eden unsurlardan biri de "utanma" duygusunun korunmuş veya kaybedilmiş olmasıdır. "Utanmazsan dilediğini yap" (Buhari, Enbiya, 54) anlamındaki hadis, bu gerçeğe işaret etmektedir. Peygamberimizin beyanı ile "Utanma imandan bir şubedir" (Müslim,İman, 58,1,63). Ancak imanının sesine kulak vermeyen ve utanma duygusunu yitiren, Allah korkusu bulunmayan, helâl-haram demeden para kazanma ve servet edinme hırsına kapılmış insanlar; edepsiz sözler söyleyebilir, çirkin davranışlarda bulunabilir, günahları pervasızca işleyebilir, Allah ve insan haklarını ihlâl edebilirler, her türlü hile ve sahtekârlığı yapabilir.
Mümin, aydın, edepli, terbiyeli ve saygılı insan, söz, iş ve davranışlarında dosdoğru olur. "Dosdoğru olmak", fert, aile ve toplumlar için hava, su ve gıda kadar önemli ve gereklidir. Yeterince temiz hava, temiz su, temiz gıda alamayan bünyenin sağlıklı olması, sağlıklı olarak yaşamını sürdürmesi nasıl mümkün değilse, "doğruluk" erdeminden yoksun kalan fert, aile ve toplumların da sağlıklı olması ve varlıklarını sağlıklı olarak sürdürmesi mümkün değildir. "Doğruluk" erdemini kaybeden fert ve toplumlar, fesada uğramışlardır. Bir şeyin fesadı, o şeyin münkariz olması demektir. Yüce Allah, "dosdoğru" olunmasını emretmektedir: "(Ey Peygamberim!) Emrolunduğun gibi dosdoğru ol; (sen de) ve seninle beraber (şirk ve küfürden) tövbe eden (mümin)ler de (hep dosdoğru olun), aşırı gitmeyin. Çünkü O (Allah), yaptıklarınızı görmektedir." (Hud, 112), "...(Ey Peygamberim!) Emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların (kâfirlerin) arzu ve isteklerine uyma..." (Şura, 15). Allah, müminlerin kendi içlerinde, sosyal ilişkilerinde ve davranışlarında dosdoğru olmalarını emrettiği gibi, gayrimüslimlere karşı da dosdoğru olmalarını emretmektedir: "...Onlar (müşrikler) size dürüst davrandıkça siz de onlara dürüst davranın. Çünkü Allah (dürüst davranan) muttakileri sever" (Tevbe, 7).