Makale

Gidenlerin Ardından Kalan Hüznü Paylaşmak

Mükerrem Üçkan
Balıkesir Müftülüğü

Gidenlerin Ardından
Kalan Hüznü
Paylaşmak

Yıllar önce... Etrafımda olup biten her olayı sorguladığım ve dikkatle gözlemlediğim çocukluk yıllarımda Almanya’nın Frankfurt şehrindeydim. Bir kış gününde camda oluşan buhara yazılar yazıyor, şekiller yapıyordum. Birden daha önce hiç görmediğim türden siyah bir araç kapımızın önüne park etti. Araçtan siyah giyimli iki görevli indiler, aracın arkasına geçtiler. Benim hayretle bakışım annemin dikkatini çekmiş olmalı ki; "cenaze arabası, birisi ölmüş deyiverdi". Evet, doğruydu, birisi ölmüştü. O iki görevli arabanın arkasından tabutu çıkardılar, süratle apartmana girdiler. Sessiz ve neler olacağını veya neler göreceğimi beklemeye başlamıştım.
Kısa bir süre sonra aynı kişiler tabutu getirdikleri gibi aracın içine itina ile yerleştirdiler. Bu arada biri erkek diğeri bayan yine siyah giyimli iki kişi aracın yanında yerlerini aldılar. Görünüşte üzgündüler. İşlerini bitiren iki görevli araca binip oradan ayrıldılar. Geride kalan iki kişi ise, araç gözden kaybolun- caya kadar el salladılar ve sessizce apartmana geri döndüler.
Çocukluğumda yaşadığım bu olaydan çok etkilenmiştim. Bu şehirde insanlar yaşıyordu, fakat yaşamın hiçbir karesini fark etmiyorlar, hissetmiyorlardı. Sanki ölmüyorlardı.
Hâlbuki ülkemde, sevinçler kadar üzüntüler de paylaşılıyordu. Fıtratın ihtiyacı olan her şey, İslâm’ın koyduğu sınırlar içinde ne güzel gelenekselleşmişti. Acılar, kalpler üst üste gelecek şekilde kucaklaşarak, kalpten kalbe geçiyor, paylaşılıyor, azaltılıyordu. Kalbin hüznü gözyaşıyla buluşuyor, binlercesiyle birleşip yürekteki yangını nasıl da söndürüyordu. Salâ sesiyle çöken sessizlik "innâ lillâhi ve innâ iley- hi râciûn" teslimiyeti ile bozuluyor; salâ sesini duyan, kendinden önce ecel şerbetini içene karşı son vazifesini yapmak üzere, görev başına geçiyordu. Önceden tembihlenmiş gibi.
Sesi ve kıraati düzgün olanlar, gönüller derdine şifa olan Kur’an’ı okuyarak hem gidene hem kalana rahmet niyaz ederken, konu komşu uzaktan gelen misafirlere yemek hazırlayarak paylaşır acıları... Sesine, nefesine alıştığı bir yakını kaybetmek, vuslatı olmayan bir yolculuğa uğurlamak dayanılması zor bir acıydı. Bu zor günde, yakında veya uzakta kim varsa tanıdık hatta bir kez selâmını alan koşup gelir, yerini alırdı musallanın başında. Hayatın ötesine geçene el sallanmaz ama bol bol dua edilirdi, cennete götürecek. Gidene karşı yapılması gereken ne varsa, esirgenmeden nezaketle yapılır, sonra geride kalanları yeni hayatlarına alıştırmak için söylenmesi gereken sözcükler özenle seçilerek söylenirdi. Allah sabırlar versin,
Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun dilekleri, geride kalanlara sabır duaları ilk temenniler olurdu. Bu paylaşım siyahlar giymeye fırsat vermezdi. Kadim dostların yakınlığı, teslimiyeti kuvvetlendiren sözleri manevî bir dayanak olurdu. Kur’anını kalbinin üstüne koyan hanımlar vakarı kuşanıp cenaze evine giderler günlerce. Tesbihatlar, Ya Sinler, Kelime-i tevhitler okurlar birlikte, ihtiyaçlar giderilir istemeye hacet bırakılmaksızın.
Ne var ki, bu kareler de yavaş yavaş buğulu camların ardında kalmaya başladı. Uzun mesafelerin kısaldığı günümüzde, bin bir zahmetle acıları paylaşmak üzere yollar kat eden insanların, katlandığı zahmetin binde birine bile katlanmıyor insanlar. Yerlerinden hiç kalkmadan gönderilen taziye mesajları veya ilânlarıyla göz göze gelmeden, titreyen ellere dokunmadan geçiştiriveriyor acıları. Bu zor günde yemek yapıveren komşular bulmak ta zor artık, her gelen bir şeyin ucundan tutmuyor eskisi gibi. Dahası, insanlar kendilerinin de bir gün ölü- vereceklerini düşünmüyor gibi. Okunan salâlar "Senden geldik yine Sana döneceğiz" teslimiyeti ile dinlenemiyor. Hayat o kadar gürültülü ki... Önümüzden geçen tabutlar yüreğimizi titretmiyor. Acıları ile baş başa olan insanlar yalnızlaşıyor.
"Ölüm bir fırtınadır
Bugün bana ise yarın sanadır
Oku bir Fatiha ruhumu sevindir
Sevabı hem sana hem de banadır"
mısraları, gidenlerin ardınan hüznü güz gibi olanlara ne güzel mesaj...