Makale

Farklı bir Osmanlı aydını İBRAHİM EDHEM PERTEV PAŞA

Farklı bir Osmanlı aydını
İBRAHİM EDHEM PERTEV PAŞA

Dr. Nazlı Rânâ Gürel

O, vatan ve milletin menfaatleri ve inançlarının koyduğu ölçüleri göz önünde bulundurarak mes’elelere yaklaşan, sorumlu ve faydacı bir aydın hüviyetiyle yalnız edebiyat hayatımızda değil, fikrî hayatımızda da
önemli bir yere sahiptir.

Kanunî Sultan Süleyman devrinde kudretinin en yüksek mertebesine erişen Osmanlı Devleti, 16. asır sonlarında gerilemeye yüz tutmuş ve 17. asırda Köprülülerin idaresinde son kalkınma hamlesini yaptıktan sonra, 1682 yılında başlayan harpte Avusturya ve müttefiklerine yenilerek, 26 Ocak 1699’da Karlofça barış antlaşmasını imzalamak mecburiyetinde kalmıştır. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti; Macaristan ve Transilvanya’yı Avusturya’ya, Mora ve Dalmaçya’yı Venedik’e, 3 Temmuz 1700 tarihli İstanbul antlaşmasıyla da Azak kalesini Rusya’ya bırakmıştır. Devletin ilk olarak düşmana toprak verişi, Müslüman halk efkârında derin bir üzüntü yarattı. Askerlik ve maddî hayat sahalarında Hıristiyan Batı ülkelerinin, İslâm âlemine nazaran ilerleme kaydettiği açıkça idrak olundu. Böylece Osmanlı devlet adamları, aydınları ve edebiyatçıları devleti çöküntüden kurtarmak için çareler aramaya hız verdiler. Daha XVII. asrın ilk yarısında Koçi Bey, devletin gerilediğini müşahâde ederek meşhur Risale’sinde, İdarî ve İçtimaî ıslâhat yapılması gerektiğini savunmuştu. Ancak, XVIII. asır başlarında Türk aydınlarının bazıları, devlet müesseselerinde suistimalleri önlemenin ve bozulan teşkilâtı kanunnamelere uygun şekilde düzeltmenin, hastalığı tedaviye kâfi gelmeyeceğini anlamışlardı. Onlara göre, Osmanlı Devleti’nin Batı devletlerinin saldırısına başarıyla karşı koyabilmesi, Batı harp usûllerini ve silahlarını almakla mümkün olabilirdi (Kuran, Ercüment, "Osmanlı İmparatorluğu’nda Yenileşme Hareketleri", Türk Dünyası El Kitabı, 491, Ankara-1992)
Osmanlı Devletinde yenileşme hareketleri bu noktada başlamıştır denilebilir, Osmanlı Devleti’nin yenileşmesinde ilk şuurlu, fakat plânsız hareketler Lâle Devrinde gerçekleştirilmiştir. Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efen- di’nin 1 720 yılı sonlarında elçilikle Fransa’ya gönderilmesi, Osmanlı Saray çevresinde, Batı âlemini yakından tanımak arzusunun bir belirtisiydi. Nitekim İstanbul’un mesire yerlerindeki yalı ve köşklerin bahçeleri Yirmisekiz Çelebi Sefaretnamesi’nde uzun uzadıya tasvir olunan Versailles bahçelerine benzer şekilde tertiplenmişti. Lâle devrinde yenileşme yönünden kayda değer en önemli vaka, matbaanın Türkiye’ye girişidir.
Yenileşme hareketlerinin ilk başlangıçta ağırlıklı olarak askerî alanda olması, OsmanlI’nın yenilgileriyle alâkalı olsa gerektir.
Tarihimizde Tanzimat adıyla anılan ve 1876 yılına kadar sürdüğü genellikle kabul olunan devre, Batı müesseselerinin yanında, Batı fikirlerinin ve Batılı mânâda yeni edebî türlerin de memlekete girdiği çağdır.
"XIX. yüzyılda Türk dünyasında ve daha bariz olmak üzere, Osmanlı sahasında askerî, siyasî, İktisadî, malî, İdarî, sosyal ve estetik alanlarda arayışlar başladı. Bu arayışlar ferdin hak ve hürriyetleri ile devletin siyasî, askerî, malî, hukukî ve İdarî yapısında yeniden yapılanma etrafında gelişti. XIX. yüzyıl başından itibaren hemen bütün sahalarda hissedilen ve bu arada edebiyat başta olmak üzere, sanatta da çok açık göstergeleri bulunan bu devreye, Arayışlar Devri Türk Edebiyatı diyoruz." (Tural, Sadık Kemal, "II.Meşrutiyet Döneminde Türk Edebiyatı", Türk Dünyası El Kitabı, 471, Ankara-1992)
Sadık Kemal Tural, Arayışlar Devri Türk Edebiyatını kendi içinde bir takım dönemlere ayırırken:
Klâsik Edebiyattan Ayrılma Dönemi, Toplum için Edebiyat veya Eğitici Edebiyat Dönemi, şeklinde ilk iki dönemi adlandırmaktadır. Türk edebiyatının bu iki dönemi, İbrahim Edhem Pertev Paşa’nın da bir yazar, şair ve devlet adamı olarak içinde bulunduğu bir devre tekabül etmektedir.
Tanzimat Devri Türk Edebiyatının meydana gelmesinde, edebî ve fikrî yeniliğimizin oluşmasında payları bulunanları sayanlar, Akif Paşa, Sadullah Paşa, Münif Paşa, Yusuf Kâmil Paşa isimlerinin yanında, Edhem Pertev Paşa adını da zikretmek durumundadırlar. Bu isimler, Türk edebiyatı araştırmacıları tarafından "Beş Paşalar" olarak da adlandırılmaktadır.
Edebiyat hayatını cemiyet hayatından ayrı düşünmek, edebiyatın sosyalliği ilkesine ters düşer. Her şeyiyle arayış içerisine girmiş olan bir cemiyette edebiyatçının, dolayısıyla edebiyat eserinin bu arayışın dışında kalması düşünülmemelidir. "Yazar, çağına tanıklık eder" kabulünü, diğer dönemlerden daha ziyade, Arayışlar Devri Türk Edebiyatında rahatlıkla görmek mümkündür diye düşünüyoruz.
Cemiyetin arayış içerisinde olduğu bir devirde ortaya çıkan ve yenilik hususunda ilk adımları atan bu paşaların, edebiyatı meslek edinmemelerine rağmen, hepsinin yeniliğin başlangıcına vesile olmak hususunda hizmet ve himmetleri olmuştur. Divan edebiyatı, aruzla yazılmayan şiire nazım nazarı ile bakmazdı. Yalnız Nedim, divanına heceyle bir türkü koymak suretiyle, bu kanaatte olmadığını gösterdi. Beş paşadan ilk ikisi, Âkif ve Pertev Paşalar heceyle manzümeler yazdılar. Her ikisinin de nesirde yenilikleri vardır. Sadullah Paşa bazı yazıları ve "Göl" tercümesiyle edebiyatın kudretli kalemlerinden olduğunu gösterdi. Eski lisanın temsilcilerinden olan Sâ- mi ve Kâmil Paşalardan ise, birincisi garbdan milliyet fikrini getirişi, İkincisi garbdan ilk hikâyeyi dilimize nakletmek suretiyle edebî ve fikrî yeniliğimiz konusunda ilkler arasında yer almışlardır. (Sevük, İsmail Habib, Tanzimattan Beri Türk Edebiyatı, 18, lstanbul-1942)
Erzurum’da doğan, genç yaşında seyahate başlayan, Arapça ve Farsça öğrenip eski tarz eğitim alan ve ilk defa klâsik vadîde; Fransızca ve Almanca öğrenmesi, Almanya’da bulunmasını müteâkiben yeni tarzda ilk eserleri verenler arasında yer alan Edhem Pertev Paşa, edebî yeniliğimizin başlangıç safhasında yer alan önemli bir şahsiyettir. Ancak, önemine göre edebiyat tarihlerinde lâyık olduğu yeri alamamıştır.
Erzurum Şâirleri isimli bir çalışması bulunan Ziyaeddin Fahri de, bu hususda bir temennîde bulunmakta ve demektedir ki:
"...Pertev Paşa üzerinde meşgul olan müverrih ve müdekkidler vardır. Fakat te’lif ve tercümeleri, muhtelif şiirleri üzerinde yapılmış, hakiki, etraflı birtedkîke şiddetle muhtacız. Ancak böyle bir tedkîk bize, teceddüd devrinin bu şahsiyetini anlatacaktır." (Fındıkoğlu, Ziyaeddin Fahri, "Ethem Pertev Paşa" Erzurum Şairleri, 91, lstanbul-1927)
Biz, bu çalışmamızda bu temenniyi gerçekleştirmeye gayret ettik. Ve gördük ki, "Beş Paşalar" nâmıyla anılan bu Tanzimat devri aydınları, Osmanlı coğrafyasının değişik yörelerinden ve genellikle de taşra diye tabir edilen, İstanbul dışından gelerek idârî hayatta söz sahibi olmuş devlet adamlarıdır. Onların yaşadığı dönemde Osmanlı devletinin idârî, kültürel, sosyal ve edebî hayatı önemli değişikliklere uğramıştır. Bu yeni kurumlar içerisinde 1837’de kurulan Meclis-i Valâ-yı Ahkâm-ı Adliye hepsinden daha önemlidir. Gerçekten, idârî ve hukûkî bir danışma kurulu mahiyetinde tasarlanan bu meclis, Tanzimat devrinde askerlik dışı bütün ıslahatın plânlandığı ve icraatın denetlendiği başlıca müessese vazifesini ifâ etmiştir.
Bu dönemde, değişimde müessir olan kurumlardan birisi de, II. Mahmud’un 1833 yılında açtığı Bâbıâli Tercüme Odası’dır. Bu odanın açılmasından maksat, devletin dış ülkelerle olan resmî yazışmalarını yürütmek yanında, söz konusu odada yabancı dil ve hususiyle Fransızca bilen Müslüman memurlar yetiştirmekti. Nitekim, ertesi yıl Avrupa’da Osmanlı ikamet elçilikleri yeniden kuruldu ve bunlara kâtip olarak çoğu zaman Tercüme Odası memurları yollandı. Tanzimat hareketi öncülerinin hemen hepsi gençliklerinde ya Tercüme Odası’nda veya ikâmet elçiliklerinin birisinde bir müddet çalışmışlardır.
İbrahim Edhem Pertev Paşa’nın da Tercüme Odası’nda ve Berlin sefâretinde bir müddet vazife yaptığını görüyoruz. Bu tecrübeler, onu bir devlet adamı olarak ve fikrî, edebî kişiliği açısından etkilemiştir.
Tanzimat edebiyatının gelişmesinde şüphesiz tercüme eserlerinin rolü büyük olmuştur. Tercümeler, cemiyete geleneğin aktardığından farklı alternatifler sunmaları sebebiyle yeniliklere vesîle olmuşlardır.
Edhem Pertev Paşa, Victor Hugo’dan Tıfl-ı Nâim, Rousseau’dan Bekâyı Ruh’u, Voltaire’den bir Münacaat’ı Türk şiirine sunmuş, bunlardan özellikle de Tıfl-ı Nâim tercümesiyle Türk şiirine getirmiş olduğu yeniliklerle edebiyat tarihimizde anılmıştır. Tıfl-ı Nâim Batı’dan yapılan ilk tercümeler arasında, ilk Hugo tercümesi, kafiyenin aslına uygun tanzim edildiği ilk şiir tercümesi olması ve şekil itibarıyla getirdiği yenilikler sebebiyle önemli bulunmuş, dili itibariyle de (Tanpınar, Ahmet Hamdi, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, 265, lstanbul-1976) Servet-i Fünûn’a ve Fecr-i Âtî’ye kadar uzanan geniş bir tesir dairesine sahip addedilmiştir.
O, elimize geçen pek az şiirinden birisi olan ve Mahmud Nedim Paşa’nın sadârete tayin olunması üzerine yazmış olduğu Destan şiiriyle de millî nazım biçimini ve sâde bir dili kullanan şâirler arasında ilk sıralarda yer almış ve bu manzûme yayınlandığı zaman, ondan ilham alan Samih Rıfat gibi bazı devrin genç şâirleri de benzer tarzda eserler meydana getirmek için uğraşmışlardır.
O, edebî eserleri arasında önemli bir yere sahip olarak görülen Av’avenâme ile de bizde Batılı anlamda tiyatro dilinin kurucusu sayılmış, bu eserle hem devrine göre sade dilin, hem de zaman zaman sofistik üslûba sahip bulunabilecek kısımlar olmasına rağmen mizahın ve hicvin devri içerisindeki güzel, başarılı örneklerinden birisini sunmuştur.
O, vatan ve milletin menfaatleri ve inançlarının koyduğu ölçüleri göz önünde bulundurarak mes’elelere yaklaşan, sorumlu ve faydacı bir aydın hüviyetiyle yalnız edebiyat hayatımızda değil, fikrî hayatımızda da önemli bir yere sahiptir.
Rousseau’dan tercüme ettiği ve "intihar" meselesini sorgulayan, "Bekâyı Şahsî ve Nev’iye Hizmet Âzâm-ı Vazâif-i insaniyet Olduğuna Dâir Makale" ile ilk felsefî tercümeleri yapanlar arasında sayılmış, bu eser ayrıca dili, fikir ve hissin doğrudan doğruya ifadesi hâline getirmesi sebebiyle de önemli bulunmuştur.
Itlâku’l Efkâr fî Akdi’l Ebkâr adlı eseri ile taaddüd-i zevcât hususunu tartışmış, yer yer sofistik ifâdelerin de bulunduğu bu eserde fikirlerini ispat için hukuktan, tabiat kanunlarından, Voltaire ve Montesquieu gibi Batılı filozofların fikirlerinden faydalanmak sûretiyle, mes’eleyi o güne kadar fıkhî konuları ve özellikle taaddüd-i zevcât konusunu ele alanlarin üslûblarından farklı bir şekilde incelemiştir. İbrahim Alaaddin Cövsa bu eseri, bizde sosyal konuları işleyen ilk eserlerden olarak değerlendirir. (Gusa, İbrahim Alaettin, "Edhem Pertev Paşa", Meşhur Adamlar Hayatları, Eserleri, 2/436-437)
Hakâyıku’l Vekâyi’de yayınlanan "Kırmızı Bayrak" adlı seri makalesi de komünizmi konu alan ilk eserlerdendir. Yine bu makalelerinde, bozuk tarikatların İslâmiyet’e ne suretle sızmaya çalıştıkları, suret-i hakdan görünerek ta- rikatlere meyyal insanları nasıl aldatma girişimlerinde bulunduklarını anlatır.
Edhem Pertev Paşa, pek fazla olmamakla birlikte edebî eserleri, millî, dinî, vatanî endişenin mahsûlü olan fikrî eserleri ile Türk kültür hayatına katkıda bulunmuş aydınlardandır.
Edhem Pertev Paşa’yı, sürekli devletin muhtelif kademelerinde memur olarak bulunması, bakmakla yükümlü olduğu geniş bir aileye sahip oluşu, kültür ve sanatın merkezi olan İstanbul’da sürekli bulunmaması gibi, onun sanat ve edebiyatı birinci derecede hedef almasını engelleyecek manialara rağmen; bir fikir ve sanat adamı için çok genç telâkki edilebilecek, kırk dokuz yaşındaki vefâ- tına kadar vermiş olduğu eserlerle yine de velûd bir sima olarak görüyoruz. Bu eserlerin çoğunluğunun da sahasında ilk veya ilklerden olduğu düşünülürse, onun bir aydın olarak, Türk fikir ve sanat hayatına yapmış olduğu hizmetleri daha da iyi anlaşılır kanaatindeyiz.