Makale

GÜÇLÜ OLMAK

GÜÇLÜ OLMAK

Doç. Dr. İsmail Karagöz
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Varlıklar; hep çift kutuplu yaratılmıştır, insanların inanç, ibadet, ahlâk ve ekonomik durumları da böyledir. Bu durum, ilk insandan beri hep böyle devam edegelmiştir.
Aynı şekilde hak-bâtıl mücadelesi de insanlar arasında sürüp gitmektedir. Kimi insanlar, malları ve canlarıyla bâtılı savunmuşlar, kimi insanlar da hakkı tutup kaldırmaya çalışmışlardır. İnsanlar arasında ilk kavga Adem Peygamberin çocukları Kabil ile Hâbil arasında çıkmış, Kâbil, kardeşi Hâbil’i öldürmüş, sonra yaptığına pişman olmuştu. (Mâide, 27-31) İnsanoğlu din, haset, kapris, kıskançlık, çıkar ve benzeri birçok nedenlerle tarih boyunca didişmiş durmuştur.(Hac,19) Kuvvetliler zayıfları ezmiş, güçlü toplumlar güçsüzleri tarih sahnesinden silmiştir. Yüce Allah, insanları inanç bakımından serbest bırakmış (Kehf, 19), ancak hak dini kabul edenlerin hem dinde sebat etmelerini (Muhammed, 7) hem de malları ve canlarıyla Allah yolunda çalışmalarını, hak dini savunmalarını istemiş (Tevbe, 41), bu amaçla Allah düşmanlarına karşı "kuvvet" hazırlamalarını emretmiştir:
"Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve savaş için beslenip terbiye edilen atlar hazırlayın; onlarla Allah düşmanı, sizin düşmanınız olanları ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tastamam ödenir ve size zulmedilmez."(Enfâl, 60)
Bu ayet-i kerime’de yüce Allah, müminlere iki görev yüklemektedir. Biri, düşmanlara karşı hazırlıklı olmak diğeri de Allah yolunda infak etmektir:
1. Barışı sağlamak için kuvvetli olmak
Bir anlamı da "barış" olan hak din İslam, insanların, sulh, sükûn, güven ve huzur içinde yaşamalarını,
"fertler ve toplumlar arası ilişkilerin düzeltilmesini"(Nisa,114), "barış ortamının bozulmamasını"(A’raf, 56, 85) ister ve "barışın daha hayırlı olduğunu"(Nisa, 128) bildirir. Savaşı ancak saldırı söz konusu olduğunda savunma amacıyla meşru sayar: "Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın, ancak aşırı gitmeyin.
Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez"(Bakara, 190) anlamındaki ayet, savaşın değil barışın esas olduğunu, saldırı olmadıkça savaşa gidilmemesini, savaş olduğunda da zulme ve işkenceye, telef ve talana meydan verilmemesi gerektiğini ifade etmektedir. Barı- | şı sağlamak, düşman saldırılarını önlemek, saldırı karşısında hezîmete uğramamak için yüce Allah Müslümanların savunma ve savaşa daima hazırlıklı olmalarını, bu amaçla kuvvet ve savaş araç-gereçleri hazırlamalarını emretmektedir. Ayette "onlar" I zamiri ile kastedilenler; barışı bozanlar, saldırı, zulüm ve tecavüze yeltenenlerdir. "Gücünüz yettiği kadar" ifadesi, bu konuda bütün imkânların kullanılması gereğine işaret etmektedir. Hazırlanması istenen "kuvvet" nedir? Kılıç ve kalkan mı, ok ve yay mı? Süngü ve mızrak mı? Top ve tüfek mi? Kurşun . ve bomba mı? Yoksa bunların hepsi mi? Yahut 1 bunlardan başka bir şey mi? Yüce Allah bunların ! hiç birisini belirlemiyor; sadece bildiğiniz ve bilmediğimiz düşmanları korkutmak, onların cesaretini j kırmak ve saldırı düşüncelerini caydırmak için bü- \ tün gücümüzle çağın gerektirdiği bütün teknolojiyi kullanarak ve imkanlardan yararlanarak "kuvvet hazırlamamızı" istiyor. Hazırlanacak kuvvetin ne olduğunu, çeşidini ve miktarını bildirmiyor. Bunu Müslümanların gücüne, çağın gereğine ve düşmanların durumuna bırakıyor. Sahabeden Ukbe b. Amir (r.a.)’in bildirdiğine göre Peygamberimiz (s.a.s.); "Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayın. İyi biliniz ve gözünüzü açnız ki kuvvet atmaktır, uyanık olunuz ki kuvvet atmaktır, muhakkak ki kuvvet atmak-tır!"(Müslim, Imâre, 167) sözü ile "kuvvet" kelimesini "atmak" kelimesi ile açıklıyor ki bu kelime, cinsi ve şekli ne kadar değişirse değişsin her türlü savaş malzemesini ifade etmektedir.
"Savaş için beslenip yetiştirilen atlar", barışın sağlanmasında ve saldırı anında savunma yapılmasında ulaşım vasıtalarını temsil etmektedir. Bu vasıtalar asırlar öncesinde at, merkep, deve ve öküz cinsi hayvanlar idi. Zamanla insanoğlu ulaşım vasıtaları icât etti. Atların yerini tanklar, cipler, uçaklar, gemiler aldı. Dolayısıyla atlar yetiştirilmesi emri, barışın sağlanması ve düşman saldırılarının önlenmesi için savunma ve savaş araç gereçleri hazırlanmasını gerektirmektedir.
Ayet ve hadis; veciz bir şekilde her türlü düşman tehlikesinden memleketi korumak, sulh ve sükunu sağlamak için ne yapmak gerektiğini bize kısa bir cümle ile, mutlak bir kelime ile bildirmektedir. Öyle bir kelime ki hem 15 asır önceki silâhları, hem de bugün ortaya çıkmış ve bundan sonra çıkacak olanları ifade etmektedir, işte dünya durdukça hükmü hiç değişmeyecek bir kelâm, İlâhî söz! Ne mükemmel ifade... İşte Kur’ân’ın bütün hükümleri de böyledir. Peygamber Efendimizin peygamberliği sınırlı bir zamana, belirli bir millet ve memlekete münhasır olmayıp evrensel olduğu gibi, onun insanlığa tebliğ ettiği Kur’ân’ın hükümleri de böyle evrenseldir. Her zaman ve mekânda uygulanabilir niteliktedir. Onun uygulanamayacağı hiçbir zaman yoktur. Yeter ki iyi anlaşılsın ve tatbik usulleri bilinsin!
Bu ayet nazil olduğu zaman herkesçe bilinen "kuvvet" yalnız "ok atmak, kılıç ve kalkan kullanmak" gibi sınırlı şeylerdi. Öyle iken harp için bunlar zikredilmemiş, vatanı, millî ve manevî değerleri korumak için "kuvvet" hazırlanması emredilmiştir. Çünkü bu, insan sözü değil, Allah sözüdür, hükmü bir zamana mahsus değil, genel ve evrenseldir. Yüce Allah gelecek zamanlarda harp için neler meydana çıkacağını biliyor ve bize o suretle emir veriyor. işte Kur’ân’ın en büyük mucizelerinden birisi de budur.
Vatan, kuvvet ile müdafaa ve muhafaza edilir. Fakat kuvvet denilen şey, zaman ile değişir, fikirler değiştikçe, beşerin zekâsı geliştikçe, ilim ve teknoloji ilerledikçe o da değişir. Mülkü muhafaza edecek kuvvet bir zamanlar ok ve yay, kılıç ve kalkan, mızrak ve süngü idi. Bu kuvvet bir zaman top tüfek, gülle fişek olur; bomba ve şarapnel olur. Bunların hepsi kuvvettir ve atmaktır. Zaman olur ki bunların hiçbiri işe yaramaz hâle gelir. Demek ki zaman neyi gerektiriyorsa onu hazır bulundurmak ve onu kullanmak gerekmektedir. Başka şekilde vatanı, bağımsızlığı, millî ve manevî değerleri, birlik ve beraberliği korumak ve düşmanları yıldırabilmek mümkün değildir. Bunu, ayet-i kerime çok açık olarak beyan etmektedir. Çünkü yüce Allah, bir taraftan kuvvet hazırlamamızı emir buyurmuş, diğer taraftan da o kuvvetin ne olduğunu bildirmeyip "bütün gücünüzü sarf ederek düşmanı korkutacak kuvvet hazırlayın" buyurmuştur. Ayet-i kerimedeki "kuvvet" lafzı genel ve mutlaktır. Binaenaleyh bu hususta başka hiçbir şey olmasa yine ayetin manası bu olduğuna, yani düşmanın gözünü yıldırmak ve vatanı koruyabilmek için ne çeşit savaş malzemesi ve araç gereci varsa, ufak bir çividen en üstün gemilere, tanklara ve uçaklara kadar, hepsine ayeti kerimedeki "kuvvet" kavramı delâlet etmektedir. Binaenaleyh vatanı, millî ve manevî değerleri, birlik ve beraberliği korumak için karada ve denizde, yerde ve gökte kullanılması gereken ne kadar silâh ve savunma aleti varsa onların hepsini hazırlamak; onları üretecek, bilgi ve teknolojiye sahip olmak, gerekli eğitim ve öğretimi yapmak, bütün bilimleri elde etmek, teknolojileri öğrenmek; bunlar için gereken müesseseleri kurmak, fabrikaları yapmak ve teknik elemanları yetiştirmek Müslümanların üzerine farzdır. Bunların hepsi "kuvvet" kavramına dahildir. Kuvvet hazırlamak, mutlak olarak nasıl farz ise kuvvet hazırlamayı gerektiren her türlü faaliyet de farzdır. Peygamberimizin, ayette geçen "kuvvet" lafzını "atmak" şeklinde tefsir etmesi de aynı şekilde çağları kucaklayan ve her devirde savunma sanayii ile ilgili araç gereci ifade eder nitelikte ve vecizliktedir. Allah’ın bu emrini en iyi bir şekilde Müslümanların uygulaması gerekirken bunu, maalesef çağımızda Müslüman olmayanlar yerine getirmektedir. Pek çok alanda olduğu gibi bu alanda da İlâhi buyruğu yerine getirmeyen Müslümanlar, dünyanın birçok yerinde zulme uğramakta ve ezilmektedirler.
Bir milletin varlığını, millî ve manevî değerlerini, inancını ve ahlâkını sürdürebilmesi için ilim, teknik, sanayi ve ekonomik yönden güçlü olması gerektiği izahtan varestedir. Güçsüz toplumlar haklı da olsalar ezilmeye, horlanmaya, kuvvetliler karşısında boyun eğmeye mahkumdurlar. Bu sebeple düşmana karşı kendisini müdafaa edecek sebeplere önem vermeyen bir fert hayatını nasıl koruyamazsa toplum da böyledir. Dolayısıyla kendi haklarına razı olmayan hırslı ve açgözlü insanların meşru olmayan isteklerini durdurmak için kuvvetli olmak, gerektiğinde bu insanlara haddini bildirecek her türlü güce sahip olmak fertler için de, milletler için de zarurî ve hayatî bir görevdir.
Başkalarının denizde, karada, yerde ve gökte her nerede ve her ne suretle hazırlanıyorlarsa Müslümanların da o sahalarda ayni suretle ve daha fazla hazırlanmaları gerekir. Yüce Allah, düşman saldırılarına engel olmak, hakkı, adaleti, millî ve manevî değerleri koruyabilmek için müminlere iki şeyi kesin olarak emretmektedir: a) imkânlar nispetinde çalışıp kuvvet hazırlamak, b) Harp için savaş araç gereçleri üretmek ve onları daima hazır bir vaziyette bulundurmak. Yüce Allah, bu hazırlığın gerekçesi olarak üç şey zikretmektedir: a) Allah’ın düşmanlarını, b) Müslümanların düşmanlarını, c) Müslümanların bilmediği ancak Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutmak yani saldırıdan vazgeçirmek.
Müslümanların düşmanları vardır, bütün varlıkları yaratan ve onlara rızık veren Allah’ın da düşmanı var mıdır? Allah, bu ayette ve başka ayetlerde (Tevbe, 114), var olduğunu bildiriyor, "Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dostlar edinmeyin... "(Mümtehine, 1) Allah’ın düşmanları, Allah’ı, Peygamberini ve kitabını inkâr eden kâfir, müşrik ve münafıklardır. "Şüphesiz Allah kâfirlerin düşmanıdır"(Bakara, 98) anlamındaki ayet de buna delâlet etmektedir.
"Korkutursunuz" cümlesi; savaş için her türü silah, mühimmât ve araç-gerecin hazırlanmasının amacını bildirmektedir ki bu; savaşmak değil barışı korumak ve saldırıyı önlemektir. Hayvanlar âleminde bile güçlüler zayıfları ezmekte, onlara yaşama hakkı tanımaktadır. Zayıfların ve haklıların değil güçlülerin sözü dinlenmektedir. Çağımızda, gelişen medya ve teknoloji sayesinde bunu herkes görüp anlayabilmektedir, insan ve silâh gücü kadar, bilgi, teknoloji ve eğitim de önemlidir.
2. Allah yolunda infakta bulunmak
Yüce Allah, barışı sağlamak ve düşman saldırısını önlemek için gerekli silâh ve savaş araç gerecini hazırlamayı emrettikten sonra Allah yolunda infakta bulunmayı emretmektedir. "Allah yolunda infak" kavramı; hayır, hasenat ve kamu yararına yapılan her türlü harcamayı ifade eder. Ancak ayette emredilen infakın barışın sağlanması ve düşman saldırısının önlenmesi amacına yönelik yapılan harcamayı, yardımı ve katkıyı ifade ettiği açıktır.
Yüce Allah, bu yardımı yapanlara karşılığını eksiksiz vereceğini ve bu konuda hiç zulme uğramayacaklarını bildirerek Müslümanları savunma sanayine gereken önemi vermeye ve bu alanda her türlü katkıda bulunmaya teşvik etmektedir. Çünkü, ayetin başında emredilen hazırlığı yapabilmek ancak bu şekilde mümkün olur. Dolayısıyla Allah’ın bu ayetteki emrini hayata geçirebilmek için çağın gerektirdiği her türlü bilgi birikimine, en üst düzeyde eğitime, güçlü bir ekonomiye, teknoloji ve sanayiye ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaçları karşılamak "ibadet" kavramı çerçevesinde asıl ve temel bir görevdir.
Sonuç
Yüce Allah Enfâl suresinin 60. ayetinde Müslümanlara barışın korunması ve düşman saldırılarının önlenmesi amacıyla Müslümanlara imkânları nispetinde çağın gerektirdiği her türlü silâh, savaş ve savunma araç gereçlerini hazırlamalarını emretmektedir. Müslümanlar güçlü oldukları dönemlerde bulundukları coğrafyada barışı ve adaleti sağlamışlar, sulh ve sükun içinde yaşamışlardı. Ancak zamanla tahlil etmeye çalıştığımız ayetin gerektirdiği hazırlığı yapamadılar, barışı ve düşmanların saldırılarını önleyecek, birlik ve beraberliği koruyacak eğitim, teknoloji, ekonomi ve sanayi alanında çağın gerektirdiği hamleyi yapamadılar, bu yüzden dağıldılar, güçlerini kaybettiler, birçok bölgede zulme maruz kaldılar. Bu, İlâhî buyrukları hayata geçire- memenin bir sonucudur. Kur’ân, çağlara ışık tutan, ilkeleri, emir ve yasakları iyi anlaşılıp uygulandığı zaman fert ve toplumları müreffeh, zengin, hakşinas, âdil, güvenli ve huzurlu yapan bir rehberdir. Tahlil etmeye çalıştığımız ayet, Kur’ân’ın rehberliğinin hayatın her alanını kapsadığını, ilkelerinin evrensel ve çağlar üstü olduğunu açık seçik ifade etmektedir.