Makale

Eyüp Selvilerinin Altında

İsa Gürler
Eyüp Müftüsü

Eyüp Selvilerinin
Altında

Sınırları içine girildiği andan itibaren insanın çok değişik duygularla dolup taştığı, manevi zevkin doruklarına ulaştığı Eyüp, İstanbul’un fethinden itibaren İstanbul’daki Müslüman - Türk varlığını, Müslüman - Türk kültürünü birçok yönleriyle günümüze taşıyan şirin ve kutsal bir ilçedir.
Eyüp ilçesinin en önemli özelliklerinden birisi, şüphesiz ki onun bir mezarlar diyarı oluşudur.
Osmanlı döneminde başta ulemâ ve ümerâ olmak üzere toplumun her kesiminden çok sayıda insan vefat ettiğinde, Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri’ne yakın olmak istediğinden buraya defnedilmiş, mezarlık da hızla büyümüştür. Mezarların hazırlanmasında en iyi hattatlar, nakkaşlar, taş ustaları çalışmışlar, büyük emek vermişlerdir. Taş işçiliği, hat ve süsleme sanatları açısından el değmemiş bir hazine görünümünde olan bu mezarlık, adeta açık hava müzesi gibidir.
Eyüp Sultan mezarlığı sanat değerinin yanında, emsalinden çok daha farklı bir özelliğe sahiptir. Mezarlık kelimesindeki soğukluk ve iticilik Eyüp ilçesinde birdenbire kaybolmakta, hayat mezarlığın çevresinde gelişmekte, mezarlık bir öteki mahalle oluvermekte, insanların ürpertiyle baktıkları bir mekân olmaktan çıkmaktadır. Bu farklılığı İtalyan yazar Edmonto De Amicis, İstanbul adlı eserinde şöyle ifade etmektedir;
"Eyüp Mezarlığı nasıl unutulur? Oraya bir akşam gurup vaktinde gittik ve hafızamda hep o gün gördüğüm gibi, güneşin son ışıklarıyla aydınlanmış olarak kaldı. Caminin etrafında ulu ağaçlar altında, çiçeklerle çevrilmiş mermerler ve arabesklerle parlayan gösterişli kitabelerle süslenmiş sultan, vezir ve saray büyüklerinin türbeleri yükselir. Bu fevkalâde bir sessizliğe gömülmüş aristokratik bir mahalle gibi, uhrevi bir hüzünle beraber dünyevi bir hürmet hissini ilham eden bembeyaz, gölgeli ve şahane güzelliğe sahip bir mezar şehridir. İstanbul’un başka hiçbir yerinde, ölüm tasvirini güzelleştiren ve korkmadan seyrettiren Müslüman sanatı bu kadar zerafetle gözler önüne serilemez. Dudaklarda hem dua, hem tebessüm uyandıran hüzün ve zerafet dolu bir kabristan, bir saray, bir bahçe, bir ma- beddir bu." (2001, 2003-Eyüp Sultan Sempozyumu)
Yazarın bu düşüncesine katılmamak mümkün değildir. Gerçekten Eyüp ilçesinde yerleşim alanının çevresindeki türbeler, hazireler ve diğer mezarlıklar, insanların ürpertiyle baktıkları birer mekân değil, aksine insanların sevecenlikle baktıkları, ağaçların gölgesinde duvarlarına, taşlarına yaslanarak dinlendikleri, manevî huzur buldukları mekânlardır.
Hayatla ölüm arasındaki korku sınırını kaldıran, ölümün acılığını, dünyanın telâşesini unutturan, mezarlık ile hayatın iç içe olduğu, ölü ile dirinin iyice yakınlaştığı, tarihimize ışık tutan, Türk-lslâm sanatının birçok özelliklerini taşıyan açık hava müzesi konumunda olan Eyüp ilçesinin, herhalde dünyada bir başka örneği yoktur.
Yahya Kemal Eyüp ilçesini, "Türklerin ölüm şehri" diye nitelendirerek şöyle demiştir; "Epey seneler evvel İstanbul’u görmeye gelen şair Henri de Regnier, Eyüp mezarlıklarının bir yokuşunda durmuş, Türk ölümünün derin bir vecdiyle, Türk ırkından doğup, bizimle beraber yaşayıp öldükten sonra, mezarına sarıklı bir taşın dikilmeyeceğine acımış ve "İstanbul! Müminlerin o kadar sevdiği Eyüp selvilerinin altında kendimi, senin ölülerinle kardeş hissettim" demişti. Bir Katolik şairini böyle söyleten Eyüp, bizi de içine aldığı zaman fazla düşündürmüyor, orada ahiret havasını teneffüs ederken müsterih oluyoruz, zihnimizi yormuyoruz... Fetihten sonra, sahabi Hâlid’in kabri etrafında ilk şehitler gömüldüler. Akşem- seddin’le fetih askerlerinin, muhasara günlerinde gözlerine görünen sahâbi Hâlid, bir timsal iken toprakta bir makam oldu, o makam bir şehitlik oldu, o şehitlik bir ölüm şehri oldu, ölüm şehri Avrupa toprağında, İslâm cennetinin yeşil ve rûhâni bir bahçesi oldu. Fetihten beri, yumuşak bir Türk söyleyişiyle Eyüp dediğimiz bu cennet bahçesine, en büyük sadrazamlardan en fakir mü’minlere kadar kafile kafile ruhlar girdiler." (Yahya Kemal, Aziz İstanbul)
Ziya Osman Saba ise, Toprağım adlı şiirinde duygularını şöyle anlatmıştır;
"Ne kadar istiyorum, akşamlayın, ezanda,
Eski bir evde olmak, orada, Eyüp Sultanda
Bir yanda ölmüşlerim, bir yanda kalanlarım.
Duyayım: Gece, gündüz, hayat, ölüm, iç içe,
Dallara konan karga, camımı vuran serçe,
Toprakta yatan annem, eli dizimde karım.
Ahret dolsun içime kumruların "Hu" sundan,
Diyeyim, camiinin geçerken avlusundan.
Şu musalla taşında bir namaz yatacağım.
Bir tabutun içinde sır vermeden gidenler,
Orada, beyaz taşlarla yıllardır beni bekler,
Benim de gözlerime yakın olsun toprağım.