Makale

Hizmet İnsanı ya da İnsana Hizmet

Dr. Mehmet Bulut
Diyanet İşleri Başkanlığı
APK Uzmanı

hizmet insanı
ya da insana hizmet

"Zen merde, civan pire, keman tirine muhtaç,
Eczâ-yı cihan cümle birbirine muhtaç.”

Spot olarak yazımızın başına aldığımız mısralarda şairin dile getirdiği gibi, hepimizin birbirimizin desteğine, yardımına, himayesine, daha genel bir ifade ile "hizmetine" ihtiyacı vardır. Buna göre hepimiz hizmet edebiliriz ve yine hepimiz başkasından hizmet alabiliriz. Veren elin alan elden üstün olduğu gerçeğini göz önünde tutarsak, hizmet eden olmanın kuşkusuz bir üstünlüğü olacaktır.
İnsana hizmet etmek ve hizmet insanı olmak, birini diğerinden ayrı düşünemeyeceğimiz iki olgudur. Bir yerde insana hizmet varsa, orada bir hizmet insanı da var demektir.
Hizmet, ister insana, ister diğer canlılara ve hatta eşyaya yönelik olsun, büyük bir önemi haizdir. Ancak doğrudan insana yönelik olan hizmetlerin elbette ayrıcalığı vardır. Bu tür hizmetlerin en başında ise şüphesiz din hizmeti gelmektedir.
Bu makalemizde biz, hizmetin mahiyeti ve din hizmetlileri bağlamında, "hizmet insanı" olabilmenin bazı kriterleri üzerinde kısaca durmak istiyoruz.
Kavram olarak hizmet, hizmet insanı ve din hizmetlisi
Dilimize Arapça’dan geçen "hizmet" kelimesi, kişinin yapmakla sorumlu tutulduğu iş, verilen görev; belli sürelerde yapılması gereken işleri yapma; bir şeyin iyi durumda bulunması için yapılması gereken bakım, ihtimam; bir işin yapılması için beden veya kafa gücü sarf ederek yardımda bulunma; yardım, katkı gibi anlamlara gelmektedir (Kubbealtı Sözlüğü). Öte yandan dilimizde kullandığımız "hâdim", bunun çoğul şekli olan "hademe" (hizmet edenler) ve "hizmetkâr" kelimeleri de aynı köktendir.
"Din hizmetlisi" kavramına gelince...
Bilindiği gibi Müslüman toplumlarda, din bir ir- şad mesleği olarak bildiğimiz iş kavramı içerisinde mülâhaza edilmemiş, ayrıca belli özelliklerle diğer insanlardan ayrılan, akide ve vicdanlar üzerine tahakküm etmek salahiyetini haiz bir din adamları (ruhanî) sınıfı tarih boyunca olmamıştır. Ancak, başta cami ve mescitlerde sunulan hizmetler olmak üzere, dini hizmetlerin bir düzen içerisinde yerine getirilmesini sağlamak için zamanla camilere resmi görevli tayini söz konusu olmuş ve buna bağlı olarak dini hizmetleri organize etmek üzere dini teşkilatlar oluşmuştur. Başka bir ifade ile din hizmetleri kurumsallaşmıştır.
Günümüzde ülkemizde İslam din hizmetleri, yasal bir kurum olarak Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yerine getirilmektedir.
Tarihimizde imam, hatip, müezzin, kayyım gibi cami görevlileri "hademe-i hayrat" diye isimlendirilmiş ve bu kişilerin yerine getirdikleri görevler "hizmet" kavramıyla ifade edilmiştir. Nitekim, 1965 yılına kadar Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili mevzuatta da din görevlilerini ifade etmek üzere, "hademe-i hayrat" ve "hayrat hademesi" kavramları kullanılmıştır.
"Hademe-i hayrat" ifadesi ile mabetlerin koruyuculuğu, hizmetkârlığı, mabetlerdeki dini hizmetlerin deruhte edilmesi, hayır hizmetlerinin yerine getirilmesi ifade edilmiş olmaktadır. Burada hem cami ve mescitlerin imar ve bakımları, hem de manevi hizmetlerin yerine getirilmesi söz konusudur. Hademe- i hayratın yerine getirdiği hizmetlerin çok çeşitli olmasından dolayı eskiden camilerde sunulan hizmetler asli ve fer’i hizmetler olmak üzere iki kısımda mütalâa edilmiş; söz gelişi imamet, hitabet gibi hizmetler asli görev, camilerin temizlik ve bakımları da fer’i görevler olarak nitelendirilmiştir.
Günümüzde, Diyanet İşleri Başkanlığı personelini ifade etmek üzere genel bir kavram olarak kullandığımız "din görevlisi" tabiri yerine, "hademe-i hayratın karşılığı olarak "din hizmetlisi" kavramı da kullanılmıştır. Zamanla, "hademe" ve "hizmetli" kavramları bilinen görevleri yerine getiren kişiler için kullanılmaya başlanınca, cami görevlileri için "hademe- i hayrat" ve "hayrat hademesi" kavramının kullanılmasından vazgeçilmiştir.
Dilimizde henüz yeni kullanılmaya başlandığını düşündüğüm "hizmet insanı" kavramının ise, kendini özellikle hayri ve dini hizmetlere adamış ya da belli hizmet alanına kendisini vakfetmiş kişileri anlatmak için kullanıldığını söyleyebiliriz.
Kanaatimce, "hizmet" kelimesinin lügatteki bütün farklı anlamları, din görevlisinin yerine getirdiği görevlerle bire bir örtüşmektedir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, "hizmet" ve "hizmet insanı" kavramları daha çok dini ve hayri hizmetleri ile bu hizmetleri üstlenen kişileri çağrıştırmaktadır.
Verdiğimiz bu kısa bilgilerden de anlaşılıyor ki, din görevlilerinin yaptığı görevler her dönemde "hizmet" kavramıyla ilişkilendirilmiştir, "hizmet" olgusuna vurgu yapılmıştır. Buna göre, "hizmet insanı" dendiğinde pek tabii olarak öncelikle "din hizmetlisi" ya da bugünkü şekliyle "din görevlisi" akla gelecektir. Doğrusu da budur; din görevlisi, bir hizmet insanı, bir hizmet eridir. Çünkü din görevlisi, dine hizmet etmekle bir insanlık hizmeti yerine getirmektedir. Bu hizmetin ayırıcı bir farkı da, hizmet yerine getireni "efendi" düzeyine terfi ettirmesidir. Nitekim toplumumuzda din hizmeti sunanlara "hoca- efendi" denmesi fevkalâde aydınlatıcıdır.
Bir "hizmet insanı" olarak din görevlisi
Kuşkusuz her alanda ve her meslekte üstlendikleri görevi aşk, şevk ve özveriyle yerine getiren ve "hizmet insanı" ayrıcalığına mazhar olan, övgüye layık insanlar vardır. Ancak, kendisini mesleğine adamış insanlar arasında din görevlilerinin konumu çok daha farklıdır. Kanaatimizce "hizmet insanı" tanımlaması daha çok onlar için uygun düşmektedir. Çünkü, toplumla en fazla iç içe olan, onların dünyevî ve uhrevî problemleriyle yakından ilgilenen ve toplumu dönüştürmede çok önemli etkileri olan kesim din görevlileridir.
"Din görevlisi" kavramı, günümüzde bütün Başkanlık personelini kapsayacak şekilde kullanılmakla birlikte, bu kavram içerisine haklı olarak öncelikle imam-hatiplerimiz, vaizlerimiz yani cami görevlileri girmektedir. Çünkü Başkanlığın sunduğu hizmetlerin merkezinde cami görevlileri yer almaktadır. Mihrapta, minberde, kürsüde bu görevlilerimiz bulunmakta, cami içinde ve cami dışında halka din hizmeti daha çok bu görevliler aracılığıyla götürülmektedir.
Her biri birer "Beytullah şubesi" olan camilerde görev yapmak, başta cami cemaati olmak üzere ulaşabildiği insanlara rehber ve topluma yön veren birer halk önderi olmak, imrenilecek bir durumdur. Merhum Ahmet Hamdi Akseki’nin ifadesiyle onlar, "hayatlarını camilerimizin lâhûtî ve nûranî sinesine vakfeyleyen bahtiyar ve mübeccel bir zümre"dirler. Toplumda tesanüdün, birlik ve beraberliğin tesisinde önemli rolleri vardır. Kanaatimce, büyük çoğunluğu itibariyle din hizmetlileri görevlerini büyük bir azim, gayret, feragat ve özveriyle yerine getirmektedirler. Bu ulvi hizmetleri ve saygın kişilikleri ile halkın genelinin en derin sevgi ve saygısını kazanmışlardır.
insana hizmeti kendisine şiar edinmiş bir din görevlisi için, hizmetine bir sınır çekmek, belli başlı bir kısım görevleri tadat ederek "şu şu görevleri yaparlar" demek mümkün değildir. Onlar topyekun bir insanlık hizmetinin peşindedirler...
Hizmet insanının nitelikleri ya da hizmet insanı olabilmenin kriterleri
Bu makalemizde "hizmet insanı" derken, din hizmetlilerini ve hassaten cami görevlilerimizi kastettiğimi bir kez daha vurgulamak istiyorum.
Mabetlerimizde görev almış her din görevlisi, hizmet insanı olmanın potansiyel birer adayıdır. Mesleğinin icabı da budur. Ancak, kelimenin tam anlamıyla hizmet insanı olabilmek elbette zordur. Hizmet insanı vasfını haiz olabilmenin birtakım kriterleri ve hassasiyetleri vardır. Biz burada bunlardan sadece bir kısmına birer cümle ile temas etmek istiyoruz.
Buna göre ideal bir hizmet insanı;
"insanların efendisinin insanlara en faydalı olan kişi olduğu" bilincine sahiptir. Din hizmetinin içinde olmayı Allah’ın kendisine bahşettiği bir lütfü olarak değerlendirir.
insanlara bihakkın hizmet edebilmek için ilgi alanına giren hemen her konuda bilgi sahibi olmak, bu yöndeki eksikliklerini sürekli telafi etmek gayretindedir.
Vazife ve sorumluluklarının ağır olduğu bilincindedir. Sunduğu hizmetin hassasiyeti nedeniyle, kendisini sırtında yumurta küfesi taşıyan bir adam olarak bilir. Dolayısıyla söz, tavır ve davranışlarında sürekli ölçülü, dengeli ve isabetli olmaya çalışır. Kendinden sadır olacak hataların sonuçlarının sadece şahsıyla sınırlı kalmayacağını, bağlı olduğu kurumu, meslektaşlarını, dindaşlarını ve nihayet mensup olduğu ve hizmetinde bulunduğu dini ilzam altına alabileceğini hesaba katar.
Basiret ve itidal üzere hareket eder. Bir din görevlisi olmanın yanında, resmi bir görevli olarak da hassasiyetlerin bulunduğunu bilir.
Bir beşer olarak hatalarının olabileceğini düşünerek kendisine bir rezerv koyabilir; ancak din görevlisinin hatalarının diğer insanların hatalarından çok daha fazla göze batacağını, bu hataların bazen insanların kanaat ve vicdanları üzerinde menfi etkiler meydana getirebileceğini aklından çıkarmaz. Bu hatalarının abartılı bir şekilde kamuoyuna yansıtabileceğini unutmaz.
Elinde kıymetli ve kolay kırılabilecek bir emanet taşıyan bir insan konumunda olduğunu düşünür; binaenaleyh elindekini düşürüp kırmamak için bastığı zemini iyi görür, yürüdüğü yolu iyi bilir.
Hayatını mesleğine adamış bir insan olarak, mesleğinin itibarına ve kişiliğine halel getirmemek için, maddi çıkarları söz konusu olduğunda fevkalâde hassasiyet gösterir. Basit çıkarların, ufacık dünyevi menfaatlerin peşinde olmanın, yaptığı onca hizmet ve fedakârlığı bir anda sıfırlayabileceğinin şuurundadır.
Peygamberlerin mesleğini ittihazen, hizmet götürdüğü insanlardan maddi bir karşılık beklemez; ancak konumu itibariyle onlardan nezaket ve hürmet bekleme hakkı vardır.
Eskilerin ifadesiyle, "sebeb-i tefevvuku ilim ve takvadan ibarettir."
Yine eskilerin tabiriyle, "bütün ömrü boyunca, zahirinin salah ve faziletiyle, batınının hüsnü imanını tebarüz ve teslim ettirmiş" bir kişidir. Bütün çabası, hakikat ve marifetin neşrine hizmettir.
Hem mesleği hem de gerçeğin bir iktizası olarak, toplumda ve çevrede fitne ve nifak uyandıracak bütün söz ve davranışlardan uzak durur. Toplumun emniyet ve huzurunu tehdit eden her türlü girişimin karşısında yer alır.
Hizmetini ifa ederken, günlük politik ihtirasların üstünde kalmanın din hizmetlisi için olmazsa olmaz kurallardan biri olduğunu unutmaz.
Aydın ve aydınlatan bir kişi olarak, insanlara bakışı, dürbünün uzaklaştırıcı ters tarafından değil, yakınlaştırıcı doğru cihetindendir.
Din hizmetinin memur anlayışıyla sürdürüleme- yeceğinin farkındadır. Yine farkındadır ki, bu hizmet sadece aşk ve şevk içerisinde yerine getirilebilir.
Yaptığı hizmetlerde insanlardan önce Hakk’ın hoşnutluğunu gözetir. Sonuçta rahmetle anılmayı umar.
Hizmetlerini halk takdir etmese de Hakk’ın bildiği bilincindedir. Mükâfatını da halktan değil, Hakk’tan bekler.
Hizmetiyle halkın teveccühünü kazanmış olmayı artı bir puan sayabilir; ancak bu durum hiçbir zaman kendisini rehavete düşürmez. Ayrıca yaptığı hizmetlerin ne kadar büyük ve önemli olduğunu halka izah etmeye yeltenmez. Hele yaptığı hizmeti hiçbir zaman başa kakmaz. Yaptıklarını, görevinin bir gereği olarak düşünür.
Ruhundaki sevgi bir yanardağ gibi feveran hâlin- dedir.
Zor zaman ve şartlarda hizmetten geri durmaz. Cesurdur; "azim ve pür dehşet bir selin" köpürmüş sularına karşı koyan heybetli bir kütük gibidir; sel önünde oraya buraya savrulan bir saman çöpü değil!
Eşsiz bir karakter adamıdır. Yüksek seciyelidir. Ah- lâk-ı hamide sahibidir, ilim, irfan ve fazilet ehlidir. Mütevazı ve vakurdur. Herkese karşı hayırhahtır. Hoşsohbettir. Azimli ve kararlıdır. Vefalıdır. Meslektaşlarına saygılıdır. Gönül ehlidir. Şefkatli, merhametli ve affedicidir. Lisanı düzgün ve selistir...
Sonuç yerine
Bu kriterleri sayarken "yapar, eder, bilir.." şeklinde biten cümlelerin yüklemlerini acaba "yapmalıdır, etmelidir, bilmelidir..." şeklinde mi sıralamalıydım? Kişisel olarak ben inanıyorum ki, bu sayılanların daha fazlasını nefsinde cem etmiş, dolayısıyla "hizmet insanı" olmayı layıkıyla hak etmiş din hizmetlilerimizin sayısı bir hayli fazladır.
Ayrıca dört başı mamur, "hizmet insanı / hizmet eri" olabilmenin de bu ve benzeri meziyetlerle donanmayı gerektirdiğini düşünüyoruz. Nurettin Topçu’nun işaret ettiği gibi, "Hakikat ihtirasına sahip, fazilet mücahidi, cemaatin beynine ve kalbine girmiş idealist bir münevver." (Türkiye’nin Maarif Davası, 1st. 1970, s. 89), olabilmenin başka bir yolu olmasa gerektir.
Hizmet insanı şunu unutmamalı ki, hakiki değerler beşer hafızasından silinmez. Hizmetleri belki bugün takdir de edilmeyebilir; fakat yarın o takdir ve şükran fikrine kimse mani olamaz. Ayrıca, Müslüman Türk insanının, gerçek din rehberlerini, hizmet erlerini hiçbir zaman unutmadığını ve unutmayacağını bilmelidir.
Şunu da ilave edelim ki, din görevlileri, vazifesini yaptığını gönül rahatlığıyla söyleyebiliyorsa, hizmetlerinden müşahhas bir sonuç alamamış olsa bile müsterih olma hakkına sahiptir. Zira onun işi, insana hizmettir ve insana sunulan hizmetin sonucunu görmek bazen yıllar alabilir, hatta bazen bir yüzyılın geçmesi gerekebilir. Bu durum hizmet insanını ümitsizliğe, karamsarlığa sürüklemez. Dikilen bir ağacın meyvesini bazen gelecek nesiller görebilir. Böyle olunca bahçıvana düşen görev, ağaç yetiştirmekte kusur etmemektir. Şairin dediği gibi,
"Kendi vicdanındadır insanın ecri hizmeti,
Kâinat isterse alçalsın, sen âli himmet ol!" (Ali Ekrem Bolayır)