Makale

Merhamette rehber Hz. Peygamber (s.a.s.)

Merhamette rehber Hz. Peygamber (s.a.s.)

Prof. Dr. H. Kâmil Yılmaz


Merhamet, Allah’ın cemal sıfatlarından sayılan Rahman isminin mazharı olarak zuhura gelen, evreni kuşatan, hayatı yönlendiren en önemli güç; ilahî, ruhani ve manevi duygudur. Ruhi hayatımızdaki rikkat ve inceliğin; muhabbet ve sevginin sebebidir. Hayatı besleyen en büyük ilahî ve rahmani damardır merhamet. Manevi hayatımızda merhametin ürünü muhabbet, tezahürü rikkattir. Merhametin olduğu yerde davranışlarda rikkat zuhura gelir.

Oysaki maddi hayatta rikkat, şiddet sebebidir; rikkatin olduğu yerde şiddet vardır. Çünkü madde rikkat kesbettikçe hayat şiddet peyda eder. Nitekim maddenin incelip rikkat kazanarak atomun icat edilmesi sonucu gelişen teknoloji, hayata şiddet olarak yansımıştır.

Manevi ve içtimai hayatta şiddetin doğurduğu sonuç nefrettir. Tarih boyunca insanlık, merhametin ürününü muhabbet, şiddetin ürününü ise nefret olarak soluklamıştır. Bu yüzden cahiliye toplumlarının en büyük problemi merhametten mahrumiyet ve şiddettir. Aile içi şiddetten toplumsal ve toplumlararası şiddete kadar her türlü şiddet sarmalı, insanlığı kanser gibi kemiren nefret tohumları ekmektedir.

İlahî dinlerin insanlığa öğrettiği en önemli haslet merhamet duygusudur. İnsan merhameti kuşandığı zaman başkalarının farkında olmaya; başkalarının farkına varınca da kendisi için istediğini başkaları için istemeye ve empati duygusuyla yaşamayı öğrenmeye başlar. Merhamet ehli, toplumda açlar varsa karnını doyuramaz; üşüyenler varsa ısınamaz; ağlayanlar varsa gülemez.

Mekke’deki cahiliye toplumunu medeni hâle getiren ve onları şiddet sarmalından kurtarıp merhametle buluşturan Yüce Peygamberimiz’in en önemli vasfı, rahmet elçisi olmasıdır. Ondaki bu duygu, şiddetin her türlüsünün egemen olduğu ortaçağ insanını rahmet yağmurları gibi şiddet tortularından yıkayıp arındırmıştır.

Efendimiz’in insani ilişkilerdeki temel özelliği merhamet, hoşgörü ve şefkatidir. Kur’an onun bu özelliğini şu lafızlarla anlatır: “Allah’ın sana verdiği merhamet sayesinde ey Muhammed sen insanlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz insanlar etrafından dağılır giderlerdi. Onları bağışla, onlar için mağfiret dile, iş konusunda onlarla istişare et. Bir kere karar verdin mi Allah’a tevekkül et! Allah kendisine güvenenleri sever.” (Âl-i İmrân, 159.)

Bu ayette Allah Rasulü’nün insani ilişkilerinin zemini merhamet olarak belirlenmektedir. Ayette Allah Rasulü’nün insanların yanlışlık ve taşkınlıklarına hoşgörü ile mukabele etmesi ve onlar için Allah’tan bağışlanma dilemesi öngörülmektedir.

Genelde bütün peygamberlerin ve özelde bizim Peygamberimiz (s.a.s.)’in en önemli vasıflarından biri “üsve-i hasene” (Bkz. Ahzâb, 21; Mümtehine, 4, 6.) güzel model, rehber ve örnek oluşudur. Peygamberler, ümmetlerinin rol modelleri ve ahlaki kahramanlarıdır. Çünkü insan, ahlaki erdem kabul edilen merhamet, şefkat, rikkat ve muhabbeti, güzel huy ve insani davranışları anlatım ve tanıtımdan çok, fiili uygulamalardan öğrenir, kavrar ve hayata geçirir.

Sadece kuralları bilmek yeterli olsaydı, peygamberlere ihtiyaç olmazdı. Allah Teala melek aracılığıyla ya da başka bir vasıtayla hayatı kuşatacak ve davranışları yönlendirecek dinî hükümleri ihtiva eden kitaplar gönderir; insanlar da o kitaptaki ahkâm ve kurallara uyarak doğru yolu bulmuş olurlardı. Allah Teala insanların model ihtiyacına binaen onlara kendi içlerinden merhametle donanmış peygamberler göndermiştir ki, ümmetlerine model olsunlar ve fiilen yol gösterip onları arıtsınlar. (Bkz. Bakara, 151; Âl-i İmrân, 164; Cuma’, 2.)

Bu vasıflara en yüksek seviyede sahip olan Hz. Peygamber (s.a.s.) her alanda olduğu gibi merhamette de bütün insanlığa örnektir. Mevlana onu safa, safvet ve manevi temizlik yolunun kaptanı olarak görür ve şunları söyler:

“Ey Mustafa! Sen bu safa denizinin kaptanı ol! Çünkü sen o denizin ikinci bir Nuh’usun. Ortalık kaptanlık iddiasında bulunan, gemiyi batırarak vurgun vurmaya çalışan sahte rehberlerle dolu. Sen zamanın sahibi ve vaktin Hızır’ısın. Her geminin kurtuluşu sana bağlı.” (Mesnevî, IV, b. 1457-1460.)
İnsanlara yolculuklarında, özellikle deniz yolculuğunda, her zaman bir kılavuz kaptan lazımdır. Kızıldeniz gibi kayalıkları çok denizlerde kılavuz kaptan almayan gemiler, güvenle seyredemezler. Çünkü gemi her an bir kayaya çarparak parçalanma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Ama kılavuz kaptanlar o denizin kayalıklarını da, güvenli yollarını da çok iyi bilirler. Çünkü o yoldan defalarca geçmişlerdir.

Hayat denizinin şiddet girdaplarını ve nefret tuzaklarını aşabilmenin en iyi yolu ehlinden öğrenilecek merhamet yönetimidir. Hz. Peygamber merhamette bir kılavuz kaptan olmanın yanı sıra karanlık geceleri aydınlatan bir mum, bir kandil gibidir. Onun ışığı olmadan insanlık için gündüz bile karanlık sayılır. Onun öğrettiği merhametten mahrum olanlar, kafalarını kuma gömen deve kuşu misali başkalarının farkında olmadığı gibi, yarasa misali ışıktan da rahatsızdır. Onun rehberliğine sığınmayan dağların kıralı arslan bile tavşan olur. (Bkz. Mesnevî, IV, b. 1456.) Ancak onun merhamet ikliminden şebnemler teşemmüm eden tavşan arslanlara sultan olur. Güneşin gizlenmesi nasıl karanlığı davet eder ve insanları ışıktan mahrum bırakırsa onun merhamet nurunun kaybolması da aynen öyledir. İnsanlık bugün olduğu gibi önünü göremeyeceği bir karanlığa düçar olur.

Gözü görmeyen, doğuştan âmâ insanların yürümeleri için nasıl kolundan tutan ve ona yol gösteren bir rehbere ihtiyacı varsa, basiret gözü görmeyen, mana cihetine karşı kör, merhamet yoksulu insanların elinden tutacak, yol gösterecek, ayağı tökezlemeden selametle onları menzil-i maksuda götürecek bir rehbere ihtiyacı vardır. İşte o rehber, Allah’ın hayatın her safhasından geçirerek eğittiği ve insanlığa merhamet modeli olarak sunduğu Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.)’dır. O âlemlere rahmet, takva ehline önder ve insanlığa rehberdir. İnsanlık onun elini tutup ardından yürüdükçe, onun sunduğu merhamet ikliminde aradığı huzur ve mutluluğa erecektir.

Allah Rasulü gerek aile hayatında, gerek toplumsal hayatta, gerekse devlet yönetiminde merhamet merkezli ilişkilerin en iyi örneklerini sergilemiştir. Onun aile içinde, mescitte, sokakta ve devlet yönetimindeki beşeri münasebetleri, merhamet zeminine oturmaktadır. Eşlerine, çocuklarına ve torunlarına gösterdiği sevginin temelinde de, mescitte kendisinden zina etmek için izin isteyen gence gösterdiği hoşgörü ve ikna çabasının temelinde de merhamet vardır. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 256-257.) Yine mescitte hacetini gören bedeviye tepki gösteren sahabileri sükûnete çağırırken, gönül dünyasındaki engin merhamet onu motive eden en büyük güçtür. (Bkz. Buhârî, Vudu’, 58, Edeb, 80; Müslim, Tahâret, 98-100; Ebû Davud, Tahâret, 136.)

Mekke fethinde müşriklere gösterdiği af ve müsamahada da, en azılı katilleri bağışlamasında da merhametin derin izlerini görmek mümkündür. Mekke onun çok sevdiği yurduydu. Hem de çıkarılmasa, asla terk etmeyi düşünmediği vatanıydı. O kendisini Mekke’den çıkaranları; hatta hicrette kendisini yakalamak üzere iken kumlara saplanan Süraka’yı, ashabını Mekke’den çıkartan Ebu Süfyan’ı ve eşi Hind’i, Hamza’yı öldüren Vahşî’yi ve diğerlerini hep affetti. Ancak onun af, müsamaha ve hoşgörüsü acz, zillet ve meskenetten değil, âlemşümul merhametinden kaynaklanıyordu. (Bkz. Enbiyâ, 107.) Hz. Peygamber şairin dediği gibi beşerdi, ama sıradan bir beşer değildi:
Yâkut, taşlar arasında bir taştır, ama değildir sıradan bir hacer / Muhammed (s.a.s.) beşerdir, fakat değildir sıradan bir beşer
Bir başka şâirin bu konudaki düşüncesi şöyledir:
Sen raûfsun, rahîmsin, buluttan cömerdsin / Bulut verirken ağlar, sen tebessüm edersin.
Hz. Mevlana âlemlerin merhamet menbaı şanlı nebiye şöyle seslenir:

Ey yeryüzünü nurlandıran, gökleri aydınlatan çerâğ! / Hâlimi gör, feryâdımı işit, derdlerim sırtımda bir dağ. / Kaçtım yüzlerce belâdan, sığındım merhamet ve inâyetine, / Rahmet elinle başımı okşa, kerem eyle, muhtâcım hidâyetine. / Şefâat eyle, tut elimi, temizle içimden dünyâ duygularını, / Ver ukbâ murâdımı, kurtulayım düşünmekten yarını. / Müjdelemiş seni kitâbında fetih ve safâ ile Hakk, / Fetih kapısını aç ey nebî, oradan bize şefkatle bak. / Açmış sadrını Allah, genişlik vermiş göğsüne / Düşsün bize de ihsân ve aşk ile dolu bir sîne. (Dîvân-ı Kebîr, IV, 1974.)

Maddenin, rikkat kesbettiği çağımızda hayatın günbegün şiddet peyda ettiği açıkça görülmektedir. Ruhun rikkat kazanmasına yarayacak merhamet olmadıkça, ortaya muhabbet ve sevginin çıkması beklenemez. Günümüzde insanın ruhi ve duygusal tarafı görmezden gelinmektedir. Toplumlar merhamet açı hâline getirilmiş durumdadır. Merhametten yana aç olan toplumlarda ise temel ögenin şiddet olması kaçınılmazdır.

Evet, bugün hepimiz ve herkes şiddetten şikâyet ediyoruz, ancak şiddeti doğuran sebepler üzerinde durmuyoruz. Şiddet, âdeta bir eğitim aracı hâline geldi. Çocuk oyunlarından, televizyon film ve dizilerine kadar her yer ve her yönümüz şiddet sarmalında. Toplumu bu şiddet sarmalından kurtarmak herkesin derdi gibi görünüyor, ancak bunun yolu nedir, buna nasıl bir çözüm üretilebilir? Buna kafa yoran ise yok. Varsa da çözüm üretebilen, sesini duyurabilen yok.

Kişiyi insani davranışlara sevk eden merhamet eğitimi çok anlamlı ve önemlidir. Merhamet denilince mutlak bir acıma duygusundan öte kişiyi harekete geçiren, motive eden, davranışa sevk eden duygu hatıra gelmelidir. Yoksa sadece acıma manasında bir merhametin kıymet-i harbiyyesi yoktur. Nitekim hastayı görünce acıma duygusuna kapılıp merhametle seyretmekten çok tedavi ve şifa bulması için ne yapabilirim derdine düşmek esastır. Aç olanı görünce acıma duygusu yerine onunla lokmamızı paylaşabilecek bir iç motivasyonumuz var mı ona bakmak esastır.

Sosyal devletin, insanların yüreklerinden acıma duygusunu söküp aldığı düşünülür. Çünkü sosyal devlet ortamında yaşayan kimseler sokakta aç, biilaç ve muhtaç birilerini gördüğünde “bunlara bakmak devletin görevi” diye düşünüp âdeta devlete sosyal sorumluluk devri yaparak yüzünü çevirmekte; aç ve yoksulu doyurmaya, hastaya şifa aramaya, yetimi korumaya yönelik bir heyecan duymamaktadır. Hatta kendi çocuğunu bile on sekiz yaşından sonra devletin güvencesine, yaşlı ana-babasını da huzur evlerine bırakarak sorumluluktan kaçmaktadır. Bugün ülkemizde de yaygınlaşmaya başlayan bu anlayış, insanımız için önemli bir sosyal problemdir.

Oysaki toplumda psikiyatrik rahatsızlıkların en iyi tedavi yöntemlerinden birisi “hayır terapisi” denilen yöntemdir. Böyle bir terapiye alınan kişiye dertli, acılı ve şefkate muhtaç insanların yanında onların acılarını paylaşmak suretiyle merhamet duygusu telkin edilmektedir. Kendisinden daha zor ve dar durumda olanları gören böyle bir kimse, önce kendi hâline şükretmeye, ardından gönlünde meydana gelen merhamet duygusu sayesinde kendisinden daha aşağı durumda bulunanlara yararlı olmaya yönelmektedir. Bu yöntem, kişilerin gönül dünyasında merhamet sayesinde pozitif bir enerji oluşturmaktadır.

Bugün aileden eğitim kurumlarına, iş yerlerinden sokak ve eğlence merkezlerine kadar her alanda yaygın şekilde gördüğümüz şiddet sahnelerinin temelinde merhametten yoksun bir eğitim sürecinin bulunduğunu söylemek abartı olmasa gerektir.

Diyanet İşleri Başkanlığı olarak biz, bu yılki Kutlu Doğum Haftası kapsamında ülkemizde ve İslam dünyasında merhamet peygamberinin rehberliğinde bir “Merhamet Eğitimi” seferberliği başlatalım istedik. Dileğimiz odur ki ülkemizde ve dünyada insani duyguları yaralayan şiddet kalmasın, onun yerine merhamet egemen olsun.