Makale

İnsani Değerler Derneği Genel Başkanı Mehmet Bozdemir ile İnsani değerler Üzerine

SÖYLEŞİ

İnsani Değerler Derneği Genel Başkanı Mehmet Bozdemir ile İnsani değerler üzerine

Begüm Soysal
Esra Serdaroğlu


İnsani Değerler Derneğinin var olma amacı nedir? Toplumsal hayatımız için önemli olan ne gibi değerleri vurgulamaya çalışmaktadır?

İnsani Değerler Derneğinin asıl amacı; kendisiyle yabancılaşan insanı kendisiyle, özüyle tanıştırmaktır. İnsanı insan yapan insani değerleridir. Biz insanlık için önemli bazı temel değerleri öne çıkarmaya çalışıyoruz: Sevgi, saygı, hoşgörü, yardımlaşma, adalet, ahlak, vefa, merhamet… Bu değerlerin gün yüzüne çıkarılması sayesinde kendini unutan insanı kendisiyle tanıştıracağız. İnsanı Kur’an’ın tabiriyle “eşref-i mahlûkât” makamıyla aşina kılacağız. Yaratıcımız bizi yaratılmışların en değerlisi olarak yaratmıştır. Kâinatı da insanın hizmetine sunmuştur.

Yaratıcı bizi “yeryüzünün halifesi” olarak yarattı. Yaratılmışların en şereflisi kıldı. Yüce kitabımızda Rabbimiz insana ruhundan üflediğini söylüyor. Bu manalarıyla düşünülünce insan çok yüce bir varlık. İnsan kendisinin böyle bir yüce varlık olabildiğinin bilincinde olmalı. O ki insanı yeryüzünün vekili (halifesi) kılmış, ruhundan üflemiş ve yaratılmışların en şereflisi yapmış. İnsan bu söylemlerin derinliği ve farkındalığı ile yaşadığı takdirde ayrılık, farklılıklara tahammülsüzlük diye bir şeyden bahsetmek oldukça zorlaşır. İnsan kendisindeki cevheri keşfettiği takdirde karşısındaki her insanın da bu yüce makamlara erişebilme yeteneğini düşünür ve ona göre davranır. İşte o zaman dünyada toplumsal barış sağlanır, toplumsal vicdan harekete geçer.

“Batılı” egemen değer yargıları ile düşündüğümüzde bu bahsettiğiniz değer yargıları ile bir farklılık söz konusu mudur?

Batı menşeli materyalist felsefe hümanizm denilen bir “değerler sistemi”nin oluşumunu tetiklemiştir. Ancak hümanist ideolojide şöyle bir sıkıntı var: İnsanın en yüce varlık olduğu kabul ediliyor ancak diğer âlemlerle olan ilişkisi bir saygı çerçevesinde sunulmuyor. Orada, her şeyin insanın hizmetine sunulması insanın fütursuzca kâinatın egemeni olduğunu ilan edebilme lüksü gibi anlaşılıyor.

Madem insan yeryüzünün halifesi, başka varlıklarla nasıl bir ilişki içine girmeli? Halifelik makamı insana nasıl bir sorumluluk getirir?
Kâinatın insanın hizmetine sunulması farklı değerler sisteminde farklı yorumlanabilir. Bizim bahsettiğimiz insani değerler hümanizmin “benmerkezci” değerlerinden biraz farklı. “Batılı” fikir dünyası insanı merkeze koydu ama bencil bir insan yarattı. Egoist, kendi önceliklerinden başka öncelik bilmeyen bir insan ortaya çıkardı. Halbuki bizim “insan” tanımımız; paylaşmayı, yardımlaşmayı bilen, kendisi gibi “başka”larının yaşamlarıyla da barışık, “öteki” yaşamlara yaklaşabilen bir insan.

İnsanı basitçe tanımlamak istesek (çünkü o; cümlelere sığamayacak, tanımlamada kelimelerin kifayetsiz kalacağı oldukça karmaşık bir yaratılmış) nasıl tanımlarız?

İnsan temel olarak iki şeyden oluşuyor; beden ve ruh. Ruh ebediyete odaklanmış. Beden ise şu an, bu dünyada bizimle olan, korumamız ve sahip çıkmamız gereken bir emanet. Onu koruyacağız. Ruh bedenden ayrıldığı zaman insan ölüyor. Günümüz insanını kasıp kavuran temel anlayış; hep bedeniyle, maddi varlığıyla meşguliyet... İyi arabalara binelim, sıfır beden olalım, güzel yemekler yiyelim… Elbette bedenimizin sağlıklı ve güzel olması önemli; çünkü bize emanet olan bir varlık. Biz de bu emanete en güzel şekilde sahip çıkmak için çalışacağız ama öbür yarımızı da unutmamalıyız. Onun (ruhumuzun) da gıdaya, beslenmeye ihtiyacı var. İşte bu noktada insani değerler çok önemli. İnsanın ruhu insani değerlerle beslenebilir. Sevgi, saygı, şefkat, merhamet… Bunlarla donanırsanız; hoşgörülü biri olursanız, kendinizin dışındakilere yardımcı olma gayretinde olursanız, vefa, şefkat, merhamet gibi erdemleri kişisel gündeminizden çıkarmazsanız, ruh dünyanızı beslemiş olursunuz. İnsanlar artık ne yazık ki birçok şeyi sevemiyor. Sadece insana değil canlı ve cansız bütün varlıklara sevgiyle yaklaşacağız. Sevebilmek çok önemli bir anahtar. Ne kendi iç dengemizi (ruh-beden dengemizi) ne de kâinatın dengesini bozmaya hakkımız var. Kur’an’da Rahman suresinde kâinatın bir denge üzerine yaratıldığı, bu dengenin bozulmaması gerektiği öğütleniyor. Çevreye yeterince insani değerlerle bakabiliyor olsaydık bugün dünya gündemini meşgul eden çevre problemi olmazdı.

İslami inançta insandan başka âlemlere de yer veriliyor. Peki, insanı diğer alemlerden ayıran özellikler nelerdir?
İki temel kategorimiz var. Canlı ve cansız âlem. Sonra canlılar âleminde havyanlar, bitkiler âlemi gibi alt kategorilerimiz var…
İnsan ise öyle bir âlemin mensubu ki; meleklerden de üstün olabiliyor, hayvandan aşağı da.
İnsanın diğer varlıklardan üstünlüğü; bütün kâinattaki canlı ve cansızlara hükmetme ruhsatının olması. Bu hükmediş onların makamına; kendi iç dünyamızın ve çevresel ilişkilerimizin kalitesi ile yaklaşma/uzaklaşma biçiminde vücut buluyor. Biz inancımız gereği bütün varlıklara merhamet ve sevgiyle yaklaşacağız. İnsan canlı cansız her şeye egemen… Bu egemenlikte kesinlikle merhamet esas olmalı…
Yunus büyüğümüz ne güzel söylemiş, az ve öz olarak:
“Gelin tanış olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim, sevilelim
Dünya kimseye kalmaz.”

Önemli olan tanış olmaktır. Tanışmak, tanışıklık çok önemli… Hangi inançtan, hangi etnik gruptan olursa olsun bir insanla tanıştığımız zaman işimiz çok kolaylaşır. Tanış olundukça; ayrılıklar kalkar ortadan. Selam önemlidir. İnsanlar birbirleriyle tanışmalı, tanıştığı takdirde birbirini sevebilecektir. Sevdiği zaman sevilecektir de. Karşısındaki insanın aynası olacaktır. Dünyanın en büyük sıkıntısı ön yargılı fikirler; ayrımcılık, egoizm, ideolojik ayrımlı düşünceler, siyasi farklılıkların meydana getirdiği kamplaşmalar, maddiyatçılık, menfaatçilik…

Biraz daha açabilmeniz mümkün mü?
Bu bahsettiklerimiz insanı kemiren şeyler. İnsani değerlerin ön plana çıkması ise bunları ortadan kaldırır. Yardımlaşma ve paylaşma varsa egoizm kalkar.

Farklı düşünmek, farklı inanmak… İnsanı bir şablona sokamazsınız. Nasıl her birimizin parmak izleri farklıysa, tek yumurta ikizlerinin bile, nasıl göz bebeği farklıysa manevi dünyamız da farklıdır. Allah’ın vahdaniyet sıfatı burada tecelli eder. Her insan farklıdır. Güzelliği de buradadır. Kesrette vahdet diye bir kavram tanımlamıştır bizim atalarımız; çoklukta birlik, farklılıkların birlikte olabilmesi. İnsanları sadece insan olduğu için sevmemiz ve saymamız lazım. İslami literatürde insanlar tek ümmettir. Sonra ikiye ayrılır. Ümmeti davet, ümmete icabet vardır… Kim olursa olsun, insanlığın davetine icabet edecek birer adaydır. O yüzden kimseyi dışlamaya hakkımız yoktur. Biz tavsiye etmekle mükellefiz.

Toplumsal yaşama ilişkin değerleri ön plana çıkardınız, peki aileden bahsetmek gerekirse; insani değerlerin aile için önemi nedir?

Aile en temel toplumsal birim… Sevgi, saygı, yardımlaşma, hoşgörü… Biri eksik olsa o ailede huzur ve mutluluk ortaya çıkmaz. İsterse ailenin bütün fertleri profesör olsun… İnsani değerlerini yitirmişlerse o ortamda mutluluk olmaz. Ailede insani değerler olmazsa toplumda huzur nasıl ortaya çıksın?

Kadın-erkek ilişkileri bu noktada önemli. Çoğu zaman kadın veya erkek oluşumuz insaniliğimizin önüne geçen bir özellik gibi algılanıyor. İslami terminolojiden yararlanarak sormaya çalışırsak; insan cinsiyetiyle var olduğu zaman cinsiyetini hangi boyutta hissedip yaşayabilir? Bu durum kadın-erkek/insan ilişkilerinin yozlaşmasına yol açabilir mi? İnsan olmanın ön plana çıktığı bir toplumsal düzlem nasıl yaratılabilir?

Kur’an’da kadının erkeğe, erkeğin kadına üstünlüğü gibi bir şey yok… Toplumsal cinsiyet hassasiyeti bağlamında okursanız Kur’an’da kadının üstünlüğü bile var… Kadınla erkeğin öncelikle cinsiyetleri üzerinden muamele görmesi İslam âleminin geri kalmasının temellerinden biridir. Biz kadınlarımızı sosyal hayattan uzaklaştırdığımız zaman toplumun gelişmesi mümkün değil. Başarıyı kimin hak ettiği, kimin daha çok insani değerlere sahip olduğu konusunda Allah bir ayrım yapmamış. Bu ayrımlar sonradan oluşturulmuş. Yüce Kitabımız kız çocuklarının diri diri gömüldüğü, kadının insan mı diye değerlendirildiği bir tarihsel dönemde gelmiş. Batılı değer yargıları İslamiyeti bu açıdan çok yargılıyor. Ancak, bunu yargılayan değerler kadının vücudunu ekonomik bir meta haline de getirdi. Kadın ve erkek; dengeli, medeni, sevgi ve samimiyete dayanan bir ilişki çerçevesinde her zaman bir arada olabilmeli… Cinsiyet ayrımcılığı yapan toplumların iflah olması kesinlikle mümkün olamaz.

İnsani tekâmül nereye kadardır? Bir insanın gelişimi toplumun gelişimini ne kadar etkiler? İnsan bütün insani değerlerini yitirecek davranışlar gösterse, böyle bir toplumsallık içinde yetişegelse bile özünde bu güzel vasıflarını muhafaza edebilir mi?

Aşırılık, insanın gelişimine zarar verebilir. Bu konu dinin siyasallaştırılması ile oldukça bağlantılı gibi gözüküyor. Cemil Meriç der ki; “İdeolojiler, insan beynine giydirilmiş deli gömleğidir.” Evet, bir şeyi ideoloji haline getirmek sınırlarınızın farkına varmanızı zorlaştırabilir. Toplumsal hayat ideolojilerle perdelenmiş durumda. Ben beşerin icat ettiği bir din olarak görüyorum ideolojileri. İdeolojiler tek doğruyu kendilerinin gördüğü iddiasındadırlar. Ve kendileri dışındaki insanların yaşamasına dahi tahammül edemezler. Düşünsenize, böyle bir toplumsal düzlemde biz insani değerlerin savaşını vermeye çalışıyoruz. Böyle bir ortamda elbette meleklerden üstün olabilecek insan kendini aşağılara sürükleyebilir; ancak insan her zaman öğrenmeye, gelişmeye, özüyle buluşmaya hazırdır.

İdeolojilerden bahsettik. Din siyasete alet edilerek, ideoloji haline getirilerek insani değerler ne gibi kısıtlamalara maruz kalıyor?

1986’da Amerika’daydım… Amerika’da alkol ikram edildiğinde, mideme dokunuyor dediğiniz zaman saygı duyuyor karşınızdaki… İnancımdan dolayı içmiyorum deyince saygı on kart artıyor. Biz ise inancı bir ideoloji haline getirdik, siyasallaştırdık. İnanca karşı duvarlar örülmesine neden olduk. İnanç kutsaldır. İnsan kutsal...İdeolojileştirmek bu kutsallığa zarar verebilir. Dini ideoloji haline getirmek kendisi gibi inanmayanı yok sayma gibi bir alana taşıyabilir insanı.

İnsani Değerler Derneğinin yapısına, misyonuna biraz daha değinmek gerekirse, dernek yapılanmanızdan bize biraz daha bahsedebilir misiniz?

187 kişiyle kurduk. Bugün 526 üyemiz oldu, 5 ilimizde de şube açtık. Türkiye’nin bütün kesimlerinden kurucularımız ve üyelerimiz var. Her meslek grubundan insan mevcut yapılanmamızda. Rektöründen bakanına, mimarından sosyoloğuna, generalinden astsubayına… İlk panelimizde şöyle dile getirmiştik: Her insan farklı yaratılmıştır ve farklı bir sinerji yayar. Hiç okuması yazması olmayan da, çok okumuş olan da… Zengin olan da fakir olan da... Her insandan farklı bir enerji alırsınız. Ne kadar çok farklı insanla temas kurarsanız o kadar mutlu olursunuz aslında; çünkü kendinize ait değerleri keşfetmeniz kolaylaşır. Mevlana; “Gel kim olursan ol gel” diyor. Mutlaka tanışmamız lazım. Empati yapıp tanışıklık kurabildiğimiz noktada egoizm biter.

On iki özel çalışma kurulumuz var... Güçlü bir STK (Sivil Toplum Kuruluşu) olmak hedefimiz… Küresel boyutta faaliyet gösterip tanınan bir STK olmak istiyoruz...

Sivil örgütlenmenin (sivil toplumun) toplumsal uzlaşmaya ne gibi katkısı olabilir?

Sivil toplum örgütleri güçlü olan ülkeler toplumsal uzlaşmaya en açık toplumlardır. Bizim ülkemizde sivil toplum örgütlenmesi hala oldukça zayıf… Dünyada şu an Birleşmiş Milletlere kayıtlı akredite edilmiş 78.000 küsur sivil toplum örgütü var. Türkiye’de ise Birleşmiş Milletler düzeyinde akredite edilmiş hiç dernek yok. İnsani Değerler Derneği olarak bütün Türkiye’de örgütlenip Birleşmiş Milletlerin tanıdığı bir sivil toplum örgütü olmak istiyoruz. Bu neden önemli? Dünyanın her yerinde diplomatik tanınırlığın artıyor bu sayede. Yurt dışından gelen heyetler burada Birleşmiş Milletlerin kabul ettiği, diplomatik olarak tanıdığı bir STK varsa önce bunlarla görüşüyorlar. İnşallah biz İnsani Değerler Derneği olarak dünya çapında tanınarak bütün insani değerleri insanlığa sunmak istiyoruz.

Bizi insan olmanın yüceliğiyle buluşturduğunuz bu güzel söyleşi için teşekkür ediyoruz. “Beşer”i, “insan”lık ummanında yüzdürme çabanızda; gönül fenerinizin ışığının hiç sönmemesi umuduyla…