Makale

Orada Parçalanmış Aileler Gördüm

Orada Parçalanmış
Aileler Gördüm

Hatice Meraklı / Vaize-Sakarya Müftülüğü

Hangi telefon beni bu kadar etkiledi bilmiyorum, hangisini taşıyacağım yıllarca zihnimde. Aldığım hangi telefon bundan sonra götürecek hiç ummadığım yerlere beni.

Ahizeyi kaldırdığımda, müftü yardımcımız, “hoca hanım sizi cezaevindeki bayan mahkûmlara ders vermek üzere görevlendirmek için arıyoruz” demişti. Ben de hiç düşünmeden kabul edemeyeceğimi beyan etmiştim umarsızca. Bu görevin ehemmiyetini bana ne kadar anlatmaya çalıştıysa da ben kararlıydım, başkası gitmeliydi. O ben olmamalıydım, gözlerimi yumarsam varlığını bile kabul etmek istemediğim o mekanlar zihin dünyama hiç giremeyeceklerdi sanki.
Devekuşu misali yaşayamayacağımı öğrenmem çok uzun sürmedi. Benden daha cesur davranıp sırayla görevi üstlenen iki değerli arkadaşım ve meslektaşım farklı sebeplerle cezaevi görevini ikmal edince, gözler üstüme tekrar çevrildi. Abbas yolcuydu ve ben de bunu kabul etmek zorunda kalmıştım nihayetinde. Savcılık izinleri, resmî yazışmalar derken, elimde bir görevlendirme kağıdıyla müftülüğün koridorlarında buldum kendimi. Hani oraya yolu düşenlerin söylediği ilk kelimelerden birisi vardır ya; kader, şairler sultanının deyimiyle “beyaz kâğıda sütle yazılmış yazı.” Neydi o, benim ki de bir kader miydi gerçekten, işte farklı bir formatla ayaklarımı sürüklüyordu oralara, ben de onun arkasından yuvarlanıp gidiyordum.

O geceyi nasıl sabahladım bir yaratan biliyor, benden önce görev alan arkadaşımla sözleşmiştik, sabah onda arabaya binip cezaevine ulaştık. İçeri girmek hiç de kolay değildi. Göz kaydımız, hazırlanan evraklarımız, rutin kontrollerimiz derken, cezaevinin kapısından ilk adımımızı atmamız yarım saati bulmuştu. Cezaevi iki kısma ayrılıyordu, idari kısım denilen bu ilk bölümde beni rahatlatan bir müdür ve görevliler vardı karşımda. Daha sonraki zamanlarda bana saygısını ve yardımını bir an bile eksik etmeyen ve hala dualarıma kattığım o zor göreve talip insanlar. Şunu daha iyi anladım ve yakinen gördüm ki, hayra çağıran bir topluluğun üyesi olmak ve orada Allah’ın rızasını kazanmaya çalışmak, size duyulan saygının en büyük sebebiydi. Siz Allah’ın dini ve onun kulları için bir şeyler yapma gayreti içinde olduğunuzda hiç şüphesiz yardımcınız da O oluyordu. Bunu her daim hissettim, kah kütüphane görevlisinin, kâh bana çay getiren mahkumun, kâh yemekhanede çalışanların tavırlarında...

İkinci kısım infaz: Ayaklarımın geri geri gittiğini hissettiğim, biri kapanmadan diğerinin açılmadığı birkaç kapıdan ve kameralardan sonra koğuşlara vardık. İlk defa mahkûm görüyordum, önce gelip arkadaşıma ve sonra bana sarılıyorlardı. Sabır dedim kendi kendime, daha sonra gözyaşlarıyla ayrılacağım, öğrencilerime ilk sarılırken.

İlk ders tanışma faslıyla geçti, eski hocalarından ayrılmak zor geliyordu ve dolayısıyla biraz mesafelilerdi. Zaman her şeye çare, bir iki hafta içinde artık hocalarıydım. Ben de alışmıştım dahası, koğuşlara girmek zor gelmiyordu, hatta derslerden sonra huzur duymaya da başlamıştım. Hissettiklerim demek ki tamamen bana has değildi ki artık beni elimden tutup kenara çekmeye başlamışlardı. Anlatacak o kadar çok şeyleri vardı ki, bazen sadece ellerini tutup dinliyordum. Bazen bir ders bir kişiyle son buluyordu. İnfaz koruma memuru, ‘hoca hanım ders bitti deyip kapıyı açmasa daha saatlerce konuşacak şeyler oluyordu. Burası gerçekten de Medrese-i Yusufiyye olmuştu, hem onlar hem de benim için. Zaman zaman bazılarımızın çok da önemsemediği birkaç tavsiye, küçük bir dua onlara ilaç oluyordu. Ertesi hafta gittiğimde gözlerinde o mutluluğu hissedebiliyordum. Hatta kendisine dua ettiğimi söylediğim bir öğrencim’, hocam namaz kılmayı bilmiyorum ama bu sabah ezan okunurken uyanıp ben de size dua ettim diyordu.

Hayatın bir de bu yüzü vardı demek ki, onların anlattıklarıyla daha iyi anlıyordum artık. Ne hayatlar ne yaşanmışlıklar ve de yaşanamamışlar vardı bu dört duvarın arasında. Ve ne hikayeler.. Rabbime aldığım her nefes için dua etmek istediğim. Aile içi şiddet, uyuşturucu, hırsızlık, yaralama, cinayet... bazen de ekonomik suçlar.

Fakat tüm bunlar içinde, belki de bunlara sebep parçalanmış ailelerdi dikkatimi celbeden. Onlar anlattıkça daha da iyi anlıyordum.

Aileyi kurmak kolaydı da parçalamak sanki çok mu zordu? Ne fark ederdi ki artık çocuklarınızın olması, size ihtiyaçları olması, sizin üzerinizde haklarının olması. Nefis ve şeytan girmişti bir kez devreye. Bunun yanına bir de anlayışı kıt aile büyükleri ya da yakınları, sorumluluğunu bilmeyen konu komşu eklenince, tadından yenmiyordu artık şeytan denen insan düşmanı için. Bir sonraki adım ya karakol kapılarıydı ya da mahkeme koridorları. Yüce Allah’ın tasvip etmediği helal boşanma kol geziyordu bundan böyle sıklıkla aramızda.

Parçalanmış aile neydi ki, zamanla bunun tanımını da yeniden sorgulamaya başlamıştım. Ailenin parçalanması sedece boşanmayla olmuyordu üstelik, işlevini yitiren, görevlerini ihmal edip bireylerini bu gibi durumlara sürükleyen aileler de parçalanmıştı artık gözümde. Üstelik bu grubun sayısı da gün geçtikçe artıyor muydu ne?

Nitekim Yüce yaratıcımız, “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.” (Rûm, 21) Buyurmuyor muydu? Düşünen bir topluluk... belki de kaybettiğimiz nokta burada mı başlıyordu? Sağlam kalemiz olarak kabul ettiğimiz aile kurumumuz ilk yarayı bu noktanın eksikliğinin farkına varamadığımızdan mı alıyordu.

O halde Yüce Allah’ın dinini anlatmak gibi bir görevi deruhte eden bizler bu hususta zaman zaman cezaevlerinde, çocuk esirgeme kurumlarında daha çok çalışmalı değilmiydik. Hiç birimizin buralara sırtını dönüp, görmezden gelmeye hakkı var mıydı? Bize dokunmayan yılan kaç yıl yaşayabilirdi ki, bir sabah kapımızdan içeri sızmayacağına hangimizin garantisi vardı. Belki de tüm çalışmalarımız bir yana, Allah için bir düşmüşün elinden tutmak bir yana değer kazanacaktı Rabbimizin indinde. Ya da henüz sorun yok gibi görünse de firasetli bir gözün fark edebileceği bir meseleyi teşhis edip gayret göstermekte miydi Allah’ın rızası? Aileyi parçalamak için tüm mesailerini sarf edenlerin bu cehdlerinin yanında, cılız seslerimizi yükseltmenin zamanı geçiyordu belki de. Huzurumuz burada mı saklıydı yoksa?