Makale

Bir Haçlının Hatıraları Jean De Joinville

Kitaplık

Mehmet Erdoğan

Bir Haçlının Hatıraları Jean De Joinville
Tiirkçesi: Cüneyt Kanat Vadi Yayınları Ankara, 2002 271 s.
Hatıra ve seyahat kitapları özellikle sosyal tarihin yazılmasında tarihçinin en fazla ihtiyaç duyduğu kaynaklardandır.
Bu tür eserlerde yazar, gözlemlerini kendi duygu, düşünce ve yorumlarıyla şekillendirmektedir. Bu sebeple yaşadığı dönemin anlaşılmasına sağladığı katkılar kendinden sonraki nesiller için ayrı bir önem taşımaktadır. Birinci elden kaynak olarak kabul edilen bu gözlemler, geçmişin aydınlatılması için en önemli malzeme olarak tarihçinin istifadesine sunulmaktadır. Avrupa’da 1200’lü yıllardan beri sürekli yeni baskıları yapılan Jean De Joinville’nin hatıraları da böyle bir kaynaktır.
Mısır’a düzenlenen 6. Haçlı seferine katılan yazar, Memlûk Devleti ve bu devleti kuran Türkler ve buna bağlı olarak Türk kültürü ile ilgili değerli bilgiler vermektedir. Aynca Joinville, altı yıl boyunca kaldığı bu topraklardaki sosyal hayatı da çok iyi gözlemlemiş ve orta çağ yakın doğusu ile bölgenin hayat tarzı hakkında çok kıymetli bilgiler aktarmaktadır. O. IX. Lous’in Haçlı ordusunda görevli bir komutan olarak yaşadığı savaşı anlatmakta kalmamış, bölgenin çok yönlü haritasını çıkarmıştır.
Müsbet İlim Yönünden Tevrat, İnciller ve Kur’an
Maurice Bucaille
Doç. Dr. Mehmet Ali Sönmez
DİB Yayınları
6. Baskı, Ankara, 1998, 386 s.
Tanınmış Fransız bir operatör doktor olan yazar, önceleri Hristiyan iken daha sonra Arapça öğrenmiş ve Kur’an’ı inceleyerek Müslüman olmuştur.
Yazarın Kur’an çalışmalarının ürünü olan bu kitap, 1976’da Paris’te ilk yayımlandığında geniş kitlelerin ilgi ve tepkisiyle karşılaşmıştı. Çünkü yazar, Kur’an’la diğer İlâhî kitapları bir karşılaştırma denemesine girmişti. Bu denemede Kur’an’ın İlâhî yönünün devam ettiğini, diğer kitapların ise tahrife uğradığını göstermeye çalışmıştı.
Kur’an’ı müspet ilim diliyle anlamaya çalışan Bucaille’nin kitabı, Türkiye’deki benzeri çalışmalara ilham kaynağı olmuştur. Bu yönüyle de önemli olan kitap, günümüzde oluşturmaya çalışan çağdaş din dili açısından da görülmesi gereken ve bir basamak özelliği taşıyan bir eserdir.
Kur’an’ın evrenselliğini anlamaya çalışmanın kestirme yollarından biri onun, "asırların idrakine" dönük mesajını tarihsel yöntemle sistematik olarak karşılaştırılmalı okuma denemelerine tâbi tutmaktır. Ayrıca böyle bir yol bize, insanlığın idrak seyrini izleme imkânı sağlayacağı gibi yeni idrak zeminlerinin oluşmasına da katkıda bulunacaktır. Çünkü tarih kesintisiz bir süreçtir ve geleceğin inşası geçmişin harcıyla mümkündür.

Tarih Meşheri
A Ragıp Akyavaş TDV Yayınları Ankara 2002 1: 415, 11: 337 s.
Hüseyin Arslan
Hâtırat kitaplarının, geçmişin bugüne ve yarınlara doğru olarak aktarılmasında göz ardı edilemeyecek öneme haiz olduğu muhakkaktır. Bu tür kitaplar belli bir döneme ışık tuttukları için, tarih tenkidi açısından bulunmaz birer hazinedir. Ama ne yazık ki hâtırat kitaplarının yeteri kadar neşredilmediği de bir gerçektir. Neşredilenlere de ön yargı ile yaklaşılması belki de bu tür kitapların azlığının bir sebebidir. Bir diğer sebep olarak da önemli mevkilerde bulunan devlet adamlarımızın, yazma konusunda kendilerine görevden vazife çıkarmamaları gösterilebilir.
Türkiye’de son yıllarda hâtırat kitaplarına karşı gözle görülür bir talep görülmektedir. Bu alanda her gün yeni yeni hâtırat kitapları okuyucularıyla buluşmaya ve bu konuda hissedilen boşluk yavaş yavaş dolmaya başlamıştır.
Yukarıda önemine işaret ettiğimiz hâtırat kitaplarından biri daha okuyucularıyla buluştu. "Tarih Meşheri" adı altında iki cilt olarak neşredilen ve bir külliyat halkasının bir parçası olan bu hâtırat kitabının yazarı A. Ragıp Akyavaş.
A. Ragıp Akyavaş, ilk tahsilini Şam’da bir Fransız okulu olan Saint-Vincent-de Paul’de yaptıktan sonra, İstanbul’da Soğukçeşme Askeri Rüşdiyesine devam etmiştir. Asker olan babasının Şam’da görevlendirilmesinden sonra da Şam Askeri İdadisine girmiştir. Daha sonra İstanbul’a tekrar geri dönen A. Ragıp Akyavaş Pangaltı Harbiyesinden mezun olmuş ve 1912 yılında mülâzım rütbesiyle ordu saflarına katılmıştır. Balkan, Çanakkale, Süveyş Kanalı ve Romanya cephelerinde vatan için düşmanla göğüs göğüse çarpışmış ve bu savaşlarda beş defa yaralanmıştır. Osmanlı Devleti’nin son beş sadrazamına yaverlik yapmıştır. Bu esnada İstanbul Hukuk Fakültesini bitirmiş ve yirmi yıl hakim olarak görev yapmıştır. Kara Harp Okulu’nda ceza hukuku ve harp tarihi hocalığı da yapan A. Ragıp Akyavaş, basma da intisap ederek çeşitli gazete ve dergilerde makaleler yazmış, ayrıca radyo konuşmaları da yapmıştır.
İşte "Tarih Meşheri" 1969 yılında kaybettiğimiz A. Ra- gıp Akyavaş’ın başta Halkçı, Zafer. Adalet ve Son Havadis gazeteleri olmak üzere, muhtelif gazete ve dergilerde neşredilen ve yazarının tabiriyle senelerin içine "zülf-i perişanım" gibi dağılmış yazılarının, konularına göre tasnif edilerek bir araya getirilmiş halidir. Bu kitap, yazarının ömrünün bir hikayesi olmakla beraber, katılmış olduğu savaşları anlatması ve yaverliği esnasında Osmanlı Devleti’nin son dönemini tahlil etmesi bakımından tarihimizin üzerine tutulmuş bir ayna gibidir.
"Tarih Meşheri"nin birinci cildi yazarın çocukluk anılarıyla başlamakta, yazarla beraber büyüyerek yoğunluklu olarak harp hâtıralarıyla devam etmektedir. Çocukluğun ilk yılları, hatırda kalan ve unutulmayan günler, Harbiye’ye giriş, oradan mezun olarak ordu saflarına katılması, ardından da cepheden cepheye koşma ve harp hatıraları...
Bir insanın ömrüne bu kadar harbin sığması, yaşanan felâketlere şahit olma ve inancını bir an olsun kaybetmeme, takdir-i llâhî’ye olan inanç ve güvenden başka bir şey olmasa gerektir.
Yaşanılanı, olay bittikten ve uzun zaman geçtikten sonra en ince ayrıntılarına kadar hatırlayarak anlatmak, Allah vergisi bir kabiliyet sayılmalıdır. A. Ragıp Akyavaş’ın bu çerçevede kaleminin kuvvetliliği, ifadelerinin düzgünlüğü ve en önemlisi de dilinin kendine özgü o hayran bırakan üslûbu gerçekten takdire şayândır. Öyle bir harp hâtırası anlatışı var ki, sanki o felâketi tekrar yaşıyormuşsunuz hissine kapılıyorsunuz. Sahneyi ifade ederken kullandığı kelimelere yüklediği manalarla kendinizi, bir harp hâtırası okumaktan ziyade, günümüzde çekilen trajik ve dramatik filmleri izlerken içine girdiğiniz ruh halinin ortasında buluyorsunuz. Okuduğunuz bir yazının başında, bir taraftan olayın vehameti karşısında tüyleriniz diken diken olarak göz yaşlarınıza hâkim olmaya çalışırken, diğer taraftan da aynı yazının hemen aşağısında kahkahalar attıracak bir anlatım güzelliğiyle karşılaşıyorsunuz. İnsana bir yazıda farklı duygular yaşatan, farklı dünyalara götürüp getiren bir anlatış tarzının kollarına bırakıyorsunuz kendinizi. Bu yüzden kitabı elinize aldığınız zaman, bitirmeden bırakmak istemiyorsunuz ve zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz.
"Tarih Meşheri"nin ikinci cildine daha ziyade bilgilendirme amacına yönelik yazılar hâkîm. Unutulmaya yüz tutmuş eski âdet ve geleneklerimizden tutunuz da, tarihimizde önemine binaen yer etmiş olaylarla beraber, ilim ve kültür hayatımıza yaptıkları katkılar sebebiyle takdire şayan olmuş önemli şahsiyetlerle müşerref oluyorsunuz...
İki ciltlik "Tarih Meşheri" isimli bu hâtırat kitabını okuyan her insanda, mutlaka tarihimizle ilgili doğru bilgiler edinmenin verdiği bir zevk ve bir tarih şuuru uyanacaktır. Kısa bir bölümünü birlikte okuyalım.
"Bu tertemiz köylüden kırk seneden beri nikah kaydını niçin nüfusa geçirtmediğini sordum. Türk’ün derdini depreştirmişim meğer, ihtiyar arslan öyle bir coştu ki başladı yaralı içini dökmeye: Kırk sene evvel evlendim. Muazzepliğini geldi (muvazzaf askerlik), Gark Trablu- su’na (Trablusgarp) gittim. Muazzeplik bitti, döndük geldik. Bu sefer Gazi Edhem Paşa ile Yunan gâvuruna bulaştık. Ha bir nefes alalım derken imam başını kaldırdı dediler. Buvaz (bu defa) Yemen’e dayadılar bizi, Yemen’den döndük, Sultan Hamid Efendimiz tahttan indi, Neş’et (Reşad) Efendimiz bindi dediler. Bu sefer de Arnavutlar onu beğenmediler. Devlete karşı kodular. Bir eyyam da hudud boylarında Malisor eşkiyasıyla boğazlaştık. Vuruşma bitti, Selanik’e indik. Balkan Muharebesi başladı dediler. Belimizden palaskaları çözmeden Iş- kodra kalesine vardık. Bu da tamam oldu. Döndük geldik memlekete. Şöyle bir aklımız başımıza gelmeden, sırtımızı ocağa verip ısınmadan Enver Paşa yedi düvele harp açmış dediler. Dayandık Çanakkale’ye, Çanakkale’den gâvuru kaçırdık. Ver elini Arabistan’a dediler. İngiliz gâvurunun eline yesir (esir) düştük. Bir eyyam da Hindistan’da yandık tutuştuk. Döndük geldik Kastamonu’ya. Bir nefes alalım derken haydin yiğitler Yunan gâvuru İzmir’e çıkmış, Mustafa Kemal Paşa harp açmış dediler. Bu sefer de o yangını söndürmeye koştuk. Yunan’ın hesabını gördükten sonra köye döndük. Ancak şimdi aklımız başımıza geldi. Yani Bey, senin anlayacağın kaçmadan kovalamaya vakit bulamadım. Nikah kaydımız açık kaldı. Burası Hak divanı. Sen okumuş bir adamsın, ne bilirsen onu eyle!..." (II. Cilt, s.50)
İlim ve kültür hayatımızın, "Tarih Meşheri" gibi tarihi doğru okuyan ve anlatan hatırat kitaplarına büyük ihtiyacı vardır. Bu sebeple önemli şahsiyetlerce yazılmış olan hatırat notlarının sır olarak kalmasına değil, kitaplaştırtarak ölümsüzleştirilmesine çalışılmalıdır. Ancak okunması ve ders alınması şartıyla.
İlim Felsefe ve Din Açısından Yaratılış ve Gayelilik
Prof. Dr. Hüseyin Aydın, DİB Yayınları 5. Baskı, Ankara, 2002, 190 s.
Yaratılış ve gayelilik, felsefe ve din bilimlerinin tartıştığı temel konulardan biridir. Yüzyıllar boyunca çeşitli filozoflar ve bilginler bu konuda kafa yormuşlar, bazen birbirinin açılımı bazen de farklılık taşıyan yeni yaklaşım biçimleri ortaya koymuşlardır.
Kadim İslâm kelâmının bu konudaki ciltlerce mülâhazaları kütüphaneler dolduracak boyuttadır. Bugün bizler, müstakil eser, şerh ve haşiyeler şeklinde bulundukları yeri işgal eden bu devasa kültür mirasını, İslâm bilginlerinin verimlerini değerlendirmekten aciziz. Konuyla ilgili çağdaş birçok yorumun, geçmiş çalışmalardan taşıdığı izlerin saklı kalmış olması meselenin bir başka boyutudur. Gelgelelim çağdaş felsefenin kendi geçmişine sadık kalarak, en azından geçmişini inkâr etmeden onun üzerinden inşalarla insanlığın önüne sürdüğü yeni sistem ve doktrinleri, çağdaş İslam bilginleri hangi birikimlerle karşılayacaklarıdır? Bu soruya mevcut birikimlere bakarak sağlıklı cevap vermek gerçekten imkânsızdır. Bu sebeple günümüzün araştırmacıları, yaratılış ve gayelilik konusunda batı felsefesini geriden izlemeye ve onun kendi içindeki gelişme sahfalarına dönük eleştirilerinden hareketle bir yaklaşım ortaya koymaya çalışmaktadırlar. Kuşkusuz bu da eklektik kalmaktadır.
Prof. Aydın’ın bu çalışması, konuya bir çerçeve çizen ve okuyucuya derli toplu bilgi sunan didaktik bir çalışmadır.