Makale

Gönül Bağ

Gönül Bağ

Hacca gitmemize bir hafta gibi bir zaman kalmıştı. Seminerler, pasaport işlemleri, koşuşturma ile son haftanın nasıl geçtiğini anlayamamıştık. Artık herkes, hem bedenen hem de zihnen hacca gitmeye hazırdı. Herkes büyük bir özlemle Beytullah’a ve Ravza’ya gitmek için can atıyordu. Yürekler artık O’nun için atıyordu. Son seminerde herkese 19 Ekim sabahı, 05.00’de havaalanında olmalarını söyledik ve ayrıldık. Sabah herkes heyecanla havaalanına gelmeye başladı.

Biz görevliler, gelenlerin pasaportlarını dağıtmaya başladık. Bütün herkesin pasaportu-nu veriyoruz, ama elimizde bir pasaport kalıyor. Gelmeyenin beşinci gruptan bir hacı olduğunu anlıyoruz. Acaba ne oldu? Yoksa haberi mi olmadı? Derken acı haber geldi. Bir anda o acı heyecan, o sevinç, yerini üzüntüye bıraktı. Raziye Özsoy, yıllardır bek-lediği, özlemini çektiği Beytullah’a, Rasullüllah’a ömrü vefa etmediği için kavuşamadı.

Bu karmaşık duygularla uçağımız havalandı. Ama Raziye Özsoy uçakta yoktu. Acaba biz kavuşacak mıydık? Çünkü yıllardır yüreği yanan bu hanım kavuşamamıştı. Bir saniye sonrasını Allah’tan başka bilen yoktu. işte bu duygu ve düşüncelerle peygamber şehri Medine’ye indik. Bütün kafile Rasullüllah’a koşuyor; ona olan sevgisini göstermeye çalışıyor ve namazlarını Mescid-i Nebi’de, Rasullüllah’ın yanında kılıyordu. Bir hafta süreyle Hz. Peygamber’in misafiriydik artık. Ama kısa sürede Medine’deki zaman dolmuştu. Rasullüllah’a veda edip Beytullah’a hareket etme zamanı gelmişti. Gözyaşları içinde ayrılıyoruz Medine’den... Ama bir yanda da herkeste Kâbe heyecanı başlamıştı.

Biz bir yandan Mekke’ye giderken otobüslerde Mekke’den, Kabe’den bahsederek onları Mekke’ye hazırlıyoruz. Bu arada herkes ihramlı olduğu için de ihram yasaklarına dikkat etmeleri hususunda onları uyarıyoruz. Mekke’ye gece girdik. Herkes ihramlı, bir an önce Kabe’ye gidip Rabbi ile baş başa kalmayı istiyor. Neyse, biraz dinlendikten sonra servisler bizi Kabe’ye götürmek için geldi. Kısa bir yolculuktan sonra Kabe’ye ulaştık. Bütün kafile umresini, tavafını yaptı ve sabah namazını da Kabe’de kıldıktan sonra otele döndük. Herkes tıraş oldu, ihramdan çıktı. Artık Arafat’a çıkmak için bir hafta gibi bir zamanımız var. Herkes nafile tavaf yapıyor, namazlarını Kabe’de kılıyor ve ortama alışmaya çalışıyor. Ama Raziye Özsoy bütün bu güzelliklerden mahrum.

Bir hafta geçti ve beklenen o büyük gün; yani hac için olmazsa olmaz olan, Arafat vakfesinin zamanı geldi. ihramlar giyildi. Otobüslerle Arafat’a çıkıyo-ruz artık; karmaşa, telaş, heyecan.
Ve Arafat’tayız. Bir yandan gelen hacıları çadırlara yerleştiriyoruz. Yalnız beşinci grup hala gelmedi.
Kafile başkanımız bizi aradı; “Bir hacımız kayıp, acaba yanlış arabaya binmiş olabilir mi? Diye çadıra soralım, adı Raziye Özsoy” dedi. Ben de megafonla çadıra girdim. Raziye Özsoy burada mı? Diye tek-rar tekrar seslendim. Halbuki biz onun vefat etiğini biliyoruz. Ama unuttuk veya unutturulduk. Bayan-lardan bazıları, biz ona otobüsten inme dedik falan dediler. Ama yok! Beşinci grup hala bekliyor. Gele-miyor Arafat’a. Ama kısa bir zaman sonra, bu ka-dının Türkiye’de uçağa yetişemeyen Raziye Özsoy olduğunu anladım. Hemen kafile başkanını aradım ve durumu bildirdim. Beşinci grupta Arafat’a geldi. Ama bu bende bir şok etkisi yarattı. Şöyle bir tarafa çekildim. Evet, o Raziye Özsoy bedenen aramızda yoktu. Biz onu unutmuştuk. Ama gönlü, Allah aşkı ile yanan Raziye Özsoy’u yerin ve göğün tek sahibi Allah biliyordu. Hem de Arafat’ta megafonla onun ismini hatırlatmıştı. Evet, bedenen aramızda yoktu. Ama ismen ve ruhen yanımızdaydı. Artık Özsoy da oradaydı, Arafat’taydı ve Arafat’tan nasibini alacaktı.

Sonra arkadaşlarla, ona da duada yer vermemiz ge-rektiğini paylaştım ve onun için hepimiz gözyaşları içinde dua ettik ve inşallah o da bu sevaptan mahrum kalmamıştır.

Demek ki, İnsanın içinde Allah Aşkı olunca, Allah onu unutmuyor veya unutturmuyor. Bunun bedenen veya ruhen olması fark etmez,