Makale

Diyanet Cumhuriyet'in Bir Projesidir

Diyanet
Cumhuriyet’in
Bir Projesidir

Osmanlı devletinde din hizmetleri
Asırlar boyunca dünyanın kültür ve medeniyetine öncülük eden Osmanlı, dine ilişkin hizmetleri şeyhülislâmlık makamı aracılığıyla yürütmüştür. Meşihat makamı olarak da ifade edilen bu teşkilat, 1424 yılında kurulmuştur. Bu göreve; ilk kez ilmiye sınıfından Molla Fenarî atanmıştır. Nitekim Fatih Kanunnamesinde de; “ve şeyhülislâm ulemanın reisidir” ifadesi yer almıştır. (Doç Dr. Ziya Kazıcı İslâm Müessesleri Tarihi, s.158) Osmanlı yönetiminde şeyhülislâmlığın bu ilmi otoritesinden dolayı; makamın imtiyaz ve nüfuzu da gittikçe artmıştır. Bu nedenle Sultan nazarında, şeyhülislâm ve Sadrazam eşit rütbede tutulmuştur. Beş asır boyunca devam eden bu kurum, son şeyhülislâm M. Mehmed Nuri Efendinin istifasıyla 1922 yılında sona ermiştir. Böylece kuruluşundan itibaren toplam 182 bilim adamı bu makama ilk veya mükerrer olarak atanmıştır.

Şer’iyye ve Evkaf Bakanlığı
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 23 Nisan 1920 tarihinde açılışından sonra İcra Vekilleri Heyetince çıkarılan kanunla yeni bakanlar kurulu oluşturulmuştur. Bu kurulda yer alan bakanlıklardan birisi de “Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti”dir. Böylece Meşihat Makamının yetki ve sorumlulukları, bu bakanlığa devredilmiştir. İlk Hükümet Başkanı Mustafa Kemal Atatürk; şer’iyye ve Evkaf Bakanlığına, Karacabey Müftüsü Mus- tafa Fehmi Efendi’yi atamıştır. Bakanlar kurulu listesinde, şeri’yye ve Evkaf Vekili, Başbakan- dan sonra geliyordu. Tarih ve arşiv kayıtlarına göre yaklaşık iki yıl boyunca söz konusu hizmetler; Bakanlığa bağlı merkez ve taşradaki hizmet birimleri tarafından yürütülmüştür. (Kuruluşundan Günümüze DİB. s. 12)

Diyanet İşleri Başkanlığı ve kuruluşu
Bugün Diyanet İşleri Başkan- lığı 83 yaşındadır. Şüphesiz ki bu süre; kurumun asıl gayesini (misyonunu ) temsil eden sürenin başlangıcı değildir. Az önce de ifade edildiği gibi din hizmetleri, milletimizin tarihinde bir kurum olarak daima var olmuştur. Yeri gelmişken bu tarihi olgunun bir kez daha hatırlatılmasını yararlı görüyoruz. Çünkü günümüzde konuyla ilgisi olsun veya olmasın bazı kişi ve çevreler, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın varlığını tartışmak için adeta zemin hazırlamaktadır. Özellikle son yıllarda ülkenin genel konjöktürü, din ve vicdan hürriyeti, laiklik prensibi, insan hakları, modernlik anlayışı ve AB ilişkileri gibi nedenler ileri sürülerek, devletin yapısı içinde bütçe kaynaklı din hizmetini sunan bir kamu kurumunun yeri olup olmadığı tartışılmak istenmektedir. Aslında benzer iddialar ilk değildir. Geçmişte de benzer olaylar gündeme gelmiştir. Konu din ve diyanet olunca; alanın uzmanı olsun veya olmasın cesur ve iddialı açıklamalar eksik olmamıştır.

Bilindiği gibi Cumhuriyetin kuruluşundan sonra birçok kurumun, yeniden şekil- lenmesi gündeme gelmiştir. Buna göre; ülkede başlayan yapılanma, modernleşme prog- ramları ve politikaları doğrultusunda dini kurumlar da gözden geçirilmiştir. Yapılan istişareler sonucunda; “ şer’iyye ve Evkaf Vekaleti”, 3 Mart 1340 (1924) tarih ve 429 sayılı “Şer’iyye ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye vekâletlerinin İlgasına Dair Kanun”la kaldırılmıştır. Böylece Cumhuriyet yönetiminde bu bakanlığın görevini yürütmek üzere Diyanet İşleri Reisliği tesis edilmiştir. Genel Kurmay Başkanlığı da aynı tarihte kurulmuştur. Bu kanunun gerekçesinde; günümüzde de göz ardı edilmemesi gereken şu önemli ifade yer almıştır: “Din ve Ordunun siyaset cereyanları ile alakadar olması birçok mehaziri daidir. (sakıncalar doğurur.) Bu hakikat bütün medeni milletler ve hükümetler tarafından bir düsturu esasi olarak kabul edilmiştir.” (Zabıt Ceridesi; c. 7/1, s.23) Böylece Diyanet İşleri Reisliğinin kuruluşunu, görev alanını ve işleyiş tarzını belirleyen 14 maddelik kanunun birinci maddesi şöyle düzenlenmiştir: “Türkiye Cum- huriyeti’nde muamelat-ı nassa dair olan ahkâmın teşri ve infazı, Türkiye Büyük Millet Meclisi ile onun teşkil ettiği hükümete ait olup, din-i mübin-i İslâm’ın bundan maada; itikadat ve ibadata dair bütün ahkam ve mesalihinin tedviri ve müessesat-ı diniyenin idaresi için Cumhuriyet’in makarrında bir (Diyanet İşleri Reisliği) makamı te’sis edilmiştir.” Diğer Maddelerde ise Reisliğin Başbakanlığa bağlı olduğu, Diyanet Reisinin, Başbakanın inhası ve Cumhurbaşkanı’nın onayı ile atanacağı ve kurum bütçesinin de Başbakanlık bütçesine dahil olduğu ifade edilmektedir. (Zabıt Ceridesi; c. 7/1 s.23)

Kurum kimliği ve görev alanı
Gerçekten Diyanet İşleri Başkanlığı bütün zorluklara rağmen; kurulduğu günden itibaren hem kendi kimliği hem görev alanı açısından saygın bir kurum olmuştur. Bütün “Cumhuriyet Hükümetleri” döneminde bu niteliğin korunması; onun öncelikli olarak, “Cumhuriyet’in bir Proje- si” olmasından kaynaklanmaktadır. Nitekim M. Kemal Atatürk de bu kurumun teşkilinden sonra ilk Diyanet İşleri Reisliğine dönemin Ankara Müftüsü Mehmet Rıfat Börekçi’yi atayarak ona daima güven duymuş ve önemli işlerde kendisiyle istişare etmiştir. Bir konuşmasında da dinin politikaya alet edilmemesi gerektiğini belirterek Başkanlığın önemine şöyle işaret etmiştir: “Türkiye Cumhuriyeti’nde her yetişkin, dinini seçmekte hür olduğu gibi, belirli bir dinin merasimi de serbesttir. Yani ibadet hürriyeti vardır. Tabiatıyla ibadetler, güvenlik ve genel adaba aykırı olamaz. Si- yasi gösteri şeklinde de yapılamaz… Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti olarak kullanılamaz. Cumhuriyet Hükümetimizin bir Diyanet İşleri makamı vardır. Bu makama bağlı müftü, hatip ve imam gibi görevli bir çok memurları bulunmaktadır.” (Prof. Dr. Ali Sarıkoyuncu; Atatürk Din ve Din Adamları) İşte görüldüğü gibi; 83. yılına giren Diyanet İşleri Başkanlığı bugüne kadar kurum kimliği, kuruluş çizgisi, görev ve amacının bilincinde olarak milletimize; “İslam dininin inanç, ibadet ve ahlâk ile ilgili esasları yü- rütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek” amacıyla anayasal bir kurum olarak hizmetini tam bir başarıyla sürdürmektedir.

Kuruluşundan günümüze Diyanet İşleri Başkanlığı
Daha önceleri de ifade edildiği gibi Diyanet İşleri Başkanlığı; büyük bir mirasın devamını sağlamak üzere vücuda getirilmiş bir kurumdur. Sunduğu hizmetin özelliğinden dolayı; daha hassas ve farklı bir yapıya sahiptir. Verilen görevi; objektif kriterlere göre yerine getirir. Karşılıklı sevgi ve saygıya, hoşgörüye, doğru bilgiye, tecrübeye, diyalo- ga, evrensel değerlere, insan haklarına, birlik ve beraberliğe, sosyal yardımlaşma ve dayanışmaya önem verir. Özellikle İslâm dini ile ilgili inanç, ibadet, mabet ve diğer din hizmetlerini yerine getirilmesi noktasında halkımıza güven vermiştir. Daha da önemlisi gerektiği yerde ve zamanda; yüksek moral, azim, sabır, gayret, çalışma, ahlâk, birlik ve beraberlik gibi değerlerin kaynağı olmuştur. Böylece kurulduğu yıllardaki toplam kadro sayısı 7172 olan bu kurum, zamanla halkımızın ısrarlı talebi üzerine büyüyen ve gelişen hizmet halkalarıyla bu sayı, bugün 90.000’lere ulaşmıştır. Günümüzde meydana gelen birçok sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi olaylara bakıldığında bunların, bir yönüyle din, dil, ırk ve ideoloji gibi etkenlerden biri veya bir kaçıyla ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle yeri gelmişken Diyanet işleri Başkanlığı’nın faaliyetlerini genel bir değerlendirme ile iki ana başlık altında özetlemek mümkündür. Bunlar, yurt içi ve yurt dışı hizmetleri olarak ifade edilebilir. Aslında bu faaliyetleri; sadece dini hizmetler olarak sınırlandırmak da doğru değildir. Çünkü yapılan her işin dini boyutu yanında milli, siyasi, sosyal ve kültürel yönü de vardır.

Yurt içi hizmetleri
Diyanet İşleri Başkanlığı; kuruluşu ve yurt içi teşkilat şeması bakımından il, ilçe, belde, mahalle, köy hatta mezra gibi en küçük yerleşim birimlerinde bile temsil edilen bir kurumdur. Buralardaki din görevlileri aracılığıyla vatandaşlarımıza kolayca ulaşılmaktadır. Bu nedenle toplumu din konusunda aydınlatmak onları bid’at, hurafe ve sapık inançlara karşı korumak özellikle eğitim, öğretim ve kültürlerine katkıda bulunmak amacıyla camilerde okunan hutbeler ve yapılan vaazlar önem arz etmektedir. Bu uygulama tarihi geleneğimizin ve kültürümüzün bir parçasıdır. Aynı zamanda yaygın eğitimin de başarılı bir sonucudur. Geriye dönüp baktığımızda Başkanlığın kuruluş yıllarında ülkemizdeki cami sayısının on iki bin beş yüz, günümüzde ise, bu rakamın yetmiş yedi bine ulaştığını görüyoruz. Bu mabetlerin mihraplarında okunan Kur’an, kürsülerinde yapılan vaaz, minberlerinde okunan hutbe ve minarelerinde yükselen ezanların feyiz ve bereketini nasıl ölçüp tartacağız? Ah kim bilir Sultanahmet, Süleymaniye, Selimiye ve Ulu camilerin bu mekanları bir dile gelseler; ne büyük tarih, ilim, kültür ve duygu yüklü hatıralar ve olaylar anlatacaklardır… Acaba kaç çocuk, genç ve yetişkin insanımız bu halıların üzerinde; saf bağladı, diz çöktü, secdeye vardı, selâm verdi, ellerini kaldırıp dua etti ve sonunda göz yaşı döktü? Gerçekten ülkemizdeki bu tabloları ve atmosferi tartışmak bir yana, onların yıllar boyu bu mesailerini, kazanımla- rını, yorgunluklarını ve birikimlerini harfler ve kelimelerle ifade etmek mümkün değildir.

Diğer taraftan İslâm’ın temel şartlarından biri olan hac ibadetini yapmak başlı başına bir organizasyon işidir. İmkânı olan her Müslüman ömründe bir defa da olsa bu ibadeti huzur ve güven içinde yerine getirmesini arzu etmektedir. İşte Devletimiz, 1979 yılından itibaren bu zor görevi de Diyanet İşleri Başkanlığı’na vermiştir. Buna göre; Başkanlık yirmi beş yıldan bu yana ülkemiz adına düzenlenen hac organizasyonlarıyla ilgili yurt içi ve yurt dışında gerekli tedbirleri alarak ülkemize tanınan kota nispetinde her yıl binlerce vatandaşımıza bu hizmeti sunmaktadır.

Yurt dışı hizmetleri
Çağımızda ulaşım, iletişim ve haberleşme teknolojisi âdeta coğrafi sınırları ortadan kaldırmıştır. Hiçbir şahıs veya kurum bu hızlı değişimi ve etkileşimi göz ardı edemez. Kaldı ki bu konu; ülkemiz açısından çok daha önemlidir. Çünkü 1960 yılından itibaren ülkemizden büyük bir göç potansiyeli yurt dışına çıkmıştır. Dolayısıyla bugün Diyanet İşler Başkanlığı yıllar öncesinden yurt dışındaki vatandaşlarımıza yönelik din hizmetlerini arttırmaya çalışmaktadır. Bunların millî kimlik, dinî ve kültürel değerlerine bağlı kalarak bulundukları toplumla birlikte uyum içinde yaşamalarına destek vermektedir. Özellikle yurtdışında doğmuş yeni kuşakların, Türk kültürünü ve İslâm dinini tanıyarak, bilinçlenmelerine ve her alanda örnek olmalarına katkıda bulunmaktadır. Dolayısıyla Bugün Diyanet İşleri Başkanlığı içinde bulunduğu kadro ve personel sıkıntısına rağmen yurt içindeki hizmetine ilave olarak, AB ülkeleri, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Japonya, Avustralya, Türk Cumhuriyetleri, Balkanlar ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti dahil toplam 32 ülkede bulunan vatandaş ve soydaşımıza T.C. Büyükelçilikleri bünyesinde bulunan Din Hizmetleri Müşavirlikleri, Ataşelikleri ve din görevlileri aracılığı ile irşat, aydınlatma, eğitim, sosyal ve kültürel alanlarda hizmet vermektedir. Bu ülkelerin bir kısmında da, cami, tarihi eser, okul, İlâhiyat Fakültesi ve kültür merkezleri gibi fiziki mekânların inşasına, onarımına ve yaşatılmasına doğrudan destek vermektedir. Ayrıca her yıl Ramazan ayında Din görevlisi bulunmayan yurt dışındaki derneklere istekleri doğrultusunda din görevlisi gönderilmektedir. Böylece kısa bir süre de olsa bu kutsal ayda insanımız, din hizmetinden yoksun bırakılmamaktadır.

Aslında yurt dışındaki hizmetler, dünya politikası açısından da önem arz etmektedir. Son çeyrek asırda, bulunduğumuz coğrafyanın dört bir yanında meydana gelen olayların içeriğinde mutla- ka dini ilgilendiren bir yönü bulunmaktadır. Özellikle misyonerlik faaliyetleri; insanların beslenme, sağlık, eğitim ve ekonomik şartlarının yetersiz olduğu bölgelerde yoğunlaşmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki hiçbir ülke; dış politikası açısından dini değerleri göz ardı etmemektedir. Bu nedenle Diyanet yurt içi ve yurt dışında; halkın; inancına, ibadetine, dini değerlerine ve dince kutsal sayılan zaman ve mekanlara yönelik hizmetlerini sürdürmelidir. Nitekim 1982 Anayasasında ön görüldüğü gibi; herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. Dolayısıyla hizmet, nimet ve özgürlüklerin paylaşımında ırk, renk, dil, din, mezhep, siyasi görüş ve düşünce ayırımı yapılamaz. Başkanlığımız bu alanda hem İslâm ülkeleri hem AB Ülkeleri açısından örnek ve model bir kurum olarak gösterilebilir.