Makale

Varlık İmtihanı

Başyazı

Varlık İmtihanı

İnsanoğlu için “var olma” şerefini, “varlığını devam ettirme” gayretinden ayrı düşünmek zordur. Hayat, her kulun karşısına farklı sorularla çıkan bir imtihandır ve insan her türlü güçlüğe rağmen ayakta kalmak için varlığa muhtaçtır. Yokluk, yoksunluk ve yoksulluğun, hayata tutunduğu bağı örseleyen birer keskin bıçak olduğunu bilir. Bu yüzden varlığa değer verir, varlık için emek sarf eder, bazen varlıkla övünür, bazen de varlıklıya öykünür. İşte bu noktada insanın neyi “varlık” olarak adlandırdığı önem kazanır. Varlık nedir? Miraslar, gayrimenkuller, yüksek gelirler, üst düzey harcamalar ve göz alıcı makamlar varlığı temsilde yeterli midir? Ya da yokluk nedir? Yalınayak, karnı aç bir insanın kıtlığa ya da kısıtlılığa örnek gösterilen resmi, yokluğu tasvire kâfi midir? Yoksa varlığın ve yokluğun, maddiyatı aşan bir anlam zenginliği mi vardır?
İnsanın varlıkla ilişkisini maddeci bir bakışla ele almanın acı sonuçlarına hep birlikte katlandığımız bir dünyada yaşıyoruz. Varlığı maddiyata indirgemek, düşünce dünyamızda çarpık bir yapılanmaya, gönül dünyamızda üzücü bir tahribata yol açmaktadır. Varlıklı olmayı paralı olmakla özdeşleştiren bir bakış, bir yandan maddiyata olan hırsı körüklemekte, bir yandan da Allah’ın sunduğu diğer bütün nimetleri görmezden gelmeye ve nankörlüğe sürüklemektedir. İmanın en kıymetli varlığımız olduğunu, aklın ve bilginin ne büyük zenginlik olduğunu fark etmemek, varlık içinde yokluk çekmekten başka nedir? Hangi servet, sıhhat gibi bir varlığı, gönül gibi bir nimeti satın alabilir? Hangi para birimi anne babanın ya da evladın değerini ölçebilir? Şu hâlde, Peygamber Efendimiz’in ifadesiyle, “Zenginlik mal çokluğu değil, gönül tokluğudur.” (Buhari, Rikâk, 15.)
İnsan, hayatın kanunu gereği beslenmeden tedaviye, eğitimden imara kadar her alanda maddiyata ihtiyaç duyar. Aslında ilk insandan itibaren dünya hayatının dengelerini tartan terazide, bir kefede kazanç diğer kefede harcama vardır. Her insan bilir ki, mal canın yongasıdır. “De ki: ‘Allah’ın, kulları için yarattığı ziyneti ve temiz rızkı kim haram kılmış?’ De ki: ‘Bunlar, dünya hayatında müminler içindir. Kıyamet gününde ise yalnız onlara özgüdür.’” (A’raf, 7/32.) ayetinde de belirtildiği üzere, helal rızık temini insan yaşamının bir parçasıdır. “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma!” (Kasas, 28/77.) şeklindeki Kur’ani ilkeyi sıklıkla hatırlar, birbirimize de hatırlatırız. Hadis birikimimizden ilham alarak deriz ki, mümin zayıf olmamalıdır, şükrünü eda ettiği sürece mal varlığından korkmamalıdır. Allah, verdiği nimeti kulunun üstünde görmeyi sever. Peygamberimiz de “Salih kişi için salih (hayırlı) mal ne güzeldir!” buyurmamış mıdır? (Buhari, el-Edebü’l-müfred, 112.)
Elbette bütün bunlar doğrudur. Ama ihtiyaç ve zaruret gibi sınırlar dikkate alınmadığında varlığın insanı azdırabileceği, taşkın duygu ve davranışlara sürükleyebileceği unutulmamalıdır. Kur’an-ı Kerim, maddi zenginliklerin insanı cezbeden bir yönü olduğunu belirtir. Dolayısıyla ihtiyaçlarını karşılamak adına para kazanmak zorunda olan insan, bir yandan da içinde kazanca, mal ve servete karşı sevgi tohumları barındırır. Fıtrata gömülü bu tohumlar, çalışıp kazanma ve daha iyi şartlarda yaşama arzusunu büyüten, üretimi hızlandıran birer enerji kaynağı gibidir. Büyüdükçe kazanır, kazandıkça sevinir, sevindikçe kazanmak ister insan. Efendimiz (s.a.s.) bu durumu şöyle dile getirir: “Âdemoğlu büyürken beraberinde şu iki şey de büyür: Mal sevgisi ve uzun ömür isteği.” (Buhari, Rikâk, 5.) Ve buyurur ki, “Âdemoğlunun bir vadi dolusu malı olsa bir vadi dolusu malı daha olmasını arzu eder. Âdemoğlunun gözünü ancak toprak doldurur.” (Buhari, Rikâk, 10.)
Zenginledikçe güçlenen mal sevgisi “mal hırsına” dönüşürken, insan, fıtratındaki enerjinin yakıcı, kavurucu, mahvedici bir boyuta ulaştığını fark edemeyebilir. Varlığı sadece maddiyatla ölçer hâle geldiğinde, maneviyata karşı körleşir ve dünyevileşir. Varlığını yitirdiği an ise, her şeyini kaybetmiş gibi çöker, varlıkla imtihanını kaybeder. Hâlbuki varlığı bir bütün olarak düşünebilmeli, sahip olduğu maddi-manevi her türlü varlığın kıymetini bilmeli, her adımda kazancı ile harcaması arasındaki dengeyi gözden geçirmelidir. Rabbi onu deneyip de kendisine ikramda bulunduğunda, ona bol nimetler verdiğinde, “Rabbim bana ikram etti” diyen ama onu deneyip rızkını daraltınca, “Rabbim beni aşağıladı” diyerek sırtını dönenlerden olmamalıdır. (Fecr, 89/15-16.)
Peygamber Efendimiz’in dünya ve dünyaya dair maddi kazanımlar konusunda daima itidali tavsiye ettiğini biliyoruz. Dünya telaşıyla koştururken ahireti unutmamak, ahiret için yatırım yaparken de dünya sorumluluklarını ihmal etmemek onun sünnetidir. Rasul-i Ekrem bir taraftan, “Ey Hakîm! Bu dünya malı göz alıcı ve tatlıdır. Kim bu mala engin bir gönülle ve göz dikmeksizin sahip olursa kendisi için malı bereketlenir. Ama kim de hırs ve tamahla dolu bir kalple bu malı arzularsa tıpkı doymak bilmeyen obur bir kimse gibi onun için malın bereketi kaçar.” sözleriyle, varlığın maddi boyutuna aldanmaması konusunda Hakim b. Hızam’ı uyarır. (Buhari, Zekât, 50.) Bir taraftan da sadaka olarak dağıtıp mal varlığını bütünüyle hayatından çıkarmaya niyetlenen Kâ’b b. Malik’e, “Malının bir kısmı sende dursun. Bu senin için daha hayırlıdır.” buyurur. (Buhari, Eyman, 24.) Şu hâlde, varlıkta denge, iki hayat arasındaki dengenin sırrıdır.
Bu dengeyi sarsacak ifrat ve tefrit uçlarının birinde maddeye adanmış, dünyaya aldanmış bir yaşam, diğerinde ise ruhbanlık anlayışıyla dünyadan bütünüyle el etek çekmiş bir yaşam bulunur ki, dinimiz her ikisini de hoş görmemiştir. Maddi ve manevi varlık dünyamıza dair denge arzusu, Efendimizin en sık ettiği duada şöyle dile gelir: “Allah’ım, bize dünyada iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru!” (Müslim, Zikir, 26.)
Mal ve mülk dünya hayatının en ciddi imtihanlarındandır. Muhammed ümmeti olarak bu imtihanın bizler için çok daha çetin geçeceğini bizzat Rasul-i Ekrem’den işitiriz: “Her ümmetin bir fitnesi (imtihan vesilesi) vardır, benim ümmetimin fitnesi ise maldır.” (Tirmizi, Zühd, 26.) Bundan, çok değil 50-60 sene öncesiyle kıyasladığımızda ülkemizin ne kadar geliştiğini ve maddi imkânlarımızın ne kadar arttığını görmek mümkündür. Hayat standardımızın yükselmesi, varlıklı Müslümanların mal ile imtihanına işaret etmektedir. “Göklerin, yerin ve içindekilerin hükümranlığı Allah’a aittir.” (Maide, 5/17.) hükmünü unutan nice Müslüman, malın kendisine “emanet” olduğuna dair bir bilinci günlük yaşamın detaylarına taşıyamamaktadır. Lüks, israf, gösteriş, şaşaa, debdebe, ihtiras, kibir gibi malın taşıdığı bir dizi bulaşıcı hastalık ruhlarımıza sirayet etmiş durumdadır. Maddi anlamda ilerlerken ahlaki anlamda gerileyen insan örnekleri gün geçtikçe artmakta, varlığı sadece para pul ile ölçen materyalist bir zihniyet Müslüman dünyasını da kuşatmaktadır.
Hâlbuki bir adım sonrasını düşünmemiz gerekmez mi? Depolar dolusu malın bir gecede yok olması tek bir kibrit ateşine bağlı değil mi? Her an yitirebileceğimiz bir emanete güvenerek manevi varlığımızı bu kadar ihmal etmenin; zekâttan, sadakadan, tevazudan, sadelikten bu kadar ödün vermenin bir bedeli yok mu? Ya Kur’an’da anlatılan bahçe sahiplerine benzerse hâlimiz? Onlar ürünlerini toplamak için erkenden yola çıktıklarında “Sakın, bugün orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın.” diye fısıldaşarak yürüyorlardı. Ama bu hırsın bedeli, bir gün önce hayran kaldıkları olgun ekinlerini harabe hâlinde bulmalarıydı. (Kalem, 68/17-32.) Bugünün inananları olarak elimizdeki varlığın muhtaç kardeşlerimizle, yetimlerle, dullarla, mültecilerle paylaşılması gereken bir emanet olduğunu geç olmadan fark edelim. Varlığımızı maddiyatla ölçmeyelim, bu dünya ile sınırlamayalım. İmtihanın dengede gizli olduğunu hatırlayalım. Manevi zenginliklerimize, değer ve erdemlerimize sahip çıkalım ki, Rabbimizin tanımladığı takva sahibi insanlardan olalım: “Onlar, ne ticaret ne de alışverişin kendilerini Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.” (Nur, 24/37.)