Makale

KUR'AN'DA ISLAH KAVRAMINA EĞİTİM AÇISINDAN BİR YAKLAŞIM

KUR’AN’DA ISLAH KAVRAMINA EĞİTİM AÇISINDAN BİR YAKLAŞIM

Doç. Dr. Şuayip ÖZDEMİR
İnönü Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

A Pedagogic Approach to the Concept of Islah (setting things right) of the Qur’an

Abstract:
Islah is one of the key concepts of the Holy Qur’an. The Qur’an demands from human being to carry out his responsibilities to the end such as protecting orphans, solving disputes among people and educating children. Those who engage in the work of islah are called muslih. (The ones that put things right)
According to Qur’an, the first muslih is Allah. Muslih should carry out the following peculiarities: Good moral behaviour, trustfulness, respectful personality and pedagogic skills.
Every member of the society should be conscious of islah. In this context, a lot of responsibilities fall upon shoulders of the religious officers. They should tackle this topic enough in their religious sermons. They should do their best to solve the inner family conflicts, to clear the disputes among people and to help orphans.

Key Words:
Islah, Muslih, Orphan, Child.

Islah, Kur’an’da yer alan önemli kavramlardan biridir. Kur’an insanın ve toplumun mutluluğunu ön planda tutmakta, insanlar arasında ortaya çıkabilecek anlaşmazlıkların çözüme kavuşturulmasını istemektedir.
Islah kavramını, eşlerin arasını ıslah, yetimleri, çocukları, ihtilaf halinde olan iki topluluğun aralarını ıslah, vasiyetçiyi ve insanları ıslah açısından ele alacağız. Çocukları ıslah başlığı altında çocukların din eğitiminde nelere dikkat edilmesi gerektiği hususuna da değineceğiz. Ayrıca din görevlilerinin muslihlik yönü üzerinde duracağız.
1- Islah Kavramının Anlamı
Islah, salah kelimesinin if’âl babında kullanılmış şeklidir. Islah kelimesini açıklamadan önce salah üzerinde durabiliriz.
Fesadın zıddı olan salah, iyi olmak, iyi bir hal üzere bulunmak, bir kimsenin fesadından sonra iyi olması ve istikamet anlamlarına gelmektedir.
Salah kelimesi ıslah şeklinde kullanıldığında layık olmak, iyi olmak, onarmak, düzeltmek, kötülüğü ortadan kaldırmak, kişilerin aralarını bulup barıştırmak ve iyilik yapmak anlamlarına gelmektedir.
Muslih, ıslah eden, iyileştiren, bizzat salahı yerine getiren, sulh ve barışı gerçekleştiren, barışçı olduğunu herkese gösteren ve insanların arasını düzelten anlamlarına gelmektedir.
Muslih kavramı Kur’an’da beş âyette geçmektedir. Bir âyette tekil şekliyle , diğer dört âyette ise çoğul olarak, "muslihun" şeklinde geçmektedir.
Muslihûn, muslih kelimesinin çoğulu olup ıslah edenler demektir. Kur’an’da insanların arasını düzeltip barıştıran ve barışı gerçekleştirmeye çalışan kimselerden övgüyle söz edilmektedir. Bu kişiler hakkında "muslihûn" tabiri kullanılmaktadır.
Muslih kavramını bu şekilde açıkladıktan sonra, Kur’an’a göre kimlerin muslih olduğu hususuna açıklık getirebiliriz.
İlk muslih Allah’tır. Yüce Allah her şeyin yaratıcısıdır. O, bu alemi var etmiş ve ona bir düzen ve intizam vermiştir. Bunun yanında insanı da en güzel şekilde yaratmış ve kendi yolundan gidenlerin durumunu düzeltmiştir.
Buna göre insanı ve diğer varlıkları ıslah eden Yüce Allah’tır. İlk ve mutlak muslih O’dur.
Allah, muslih olması yanında aynı zamanda ilk eğiticidir. O’nun isimlerinden biri olan "Rab" kelimesi Kur’an’da terbiye edici ve öğretici anlamında kullanılmaktadır. O, insanı, öğrenmesini sağlayan duyular, zekâ ve ifade yetenekleri ile yaratmış, ayrıca peygamberleri vasıtasıyla gerekli bilgileri ve becerileri ona öğretmiştir. Bu sebeple gerçek öğretici ve eğitici Allah’tır.
Allah’ın dışında Peygamberlerin de ıslah edici özelliği bulunmaktadır. Peygamberlerin görevi yeryüzünü ıslah etmek ve fesadı kaldırmak, böylece "iyiliğin emredildiği, kötülüğün yasaklandığı" ahlâk temellerine dayanan bir toplum düzeni kurmak için tebliği uygulamakta başarıya ulaşmaktır.
Peygamberlerin yaptığı, ilâhi mesajı tebliğ, müjdeleme ve uyarmadır. Onlar bu yönleriyle birer muslihtirler.
Nitekim Kur’an Hz. Peygamber’in ıslah edici yönünü şu şekilde ifade etmektedir: "O kendilerine iyiliği emrediyor, onları kötülükten alıkoyuyor."
Bu âyet insanların eğitimini, yani onlarda bir davranış değişikliği meydana getirmeyi öngörmektedir.
Peygamberler aynı zamanda birer öğreticidirler. Bütün Peygamberler öğreticilik vasfına sahiptir. Kur’an’da Hz. Peygamberin bu yönüne şu şekilde değinilmektedir:
"Nikekim nimetinin tamamlanması meyanında, sizden birini size elçi olarak gönderdik. Size âyetlerimizi okuyor, sizi şirk ve günahlardan temizliyor, size Kur’an’ı hikmeti öğretiyor, size bilmediğinizi bildiriyor. O halde siz, beni anın ki, ben de sizi anayım."
"Allah mü’minler üzerinde bol bol insanda bulundu. Çünkü onlara, kendi cinslerinden bir peygamber gönderdi ki, kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyor, onları fena huy ve inançlardan temizliyor, onlara Kur’an ve hikmeti öğretiyor. Halbuki bundan önce açık bir sapıklık içindeydiler."
"Çoğu okuma yazma bilmeyen Araplar için soylarından bir Peygamber gönderen O’dur. Üzerlerin O’nun âyetlerini okuyor, onları temizliyor. Kendilerine Kur’an’ı ve hikmetlerini öğretiyor. Halbuki bundan önce açık bir sapıklık içindeydiler."
Âyetlerden anlaşıldığına göre Hz. Peygamberin görevi insanları Allah’ın dinine çağırmak, onların ıslahına, durumlarının düzeltilmesine vesile olmak ve onlara öğreticilik yapmaktır. O bu yönü ile bir eğiticidir, bir öğretmendir.
Nitekim Peygamber Efendimiz "Ben muallim olarak gönderildim" buyurmak sûretiyle, kendisinin öğreticilik vasfına dikkat çekmektedir.
Âyetlerde açıkça ıslah kelimesi geçmese de, Hz. Peygamber dini insanlara öğretirken aynı zamanda ıslah görevini yerine getirmiş olmaktadır.
İnsanlar arasından da muslihler çıkabilir. Fakat her insan muslih olamaz. Muslih yukarıda yapılan tanımlarda ifade edildiği üzere problemleri çözücü ağır bir görev üstlenen kimsedir. Bu yüzden muslihlerde bir takım özelliklerin bulunması gerekmektedir.
Hamdi Yazır’a göre, muslihler kitaba sımsıkı bağlanıp bağlattıran, namazı kılıp kıldırtan bir yapıya ve kişiliğe sahip olma durumundadırlar. Yazır’ın bu ifadelerine ilave olarak muslihlerin aynı zamanda eğiticilik vasfına sahip olmaları gerektiğini söyleyebiliriz.
Muslihler iyiliği emreden, kötülükten sakındıran kimselerdir. Kur’an’da bu hususa şu şekilde değinilmektedir.
"Sizden öyle bir grup bulunmalıdır ki, onlar herkesi hayra çağırsınlar iyiliği emretsinler, kötülükten vaz geçirmeye çalışsınlar. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir."
Âyette görüldüğü gibi Yüce Allah, her toplumda insanları faydalı şeylere çağıracak, onları zararlı şeylerden uzak tutacak kimselerin bulunmasının gerekliliğine işaret etmektedir. Hatta Yüce Allah bir toplumun muslihler olduğu halde helâk edilmeyeceğini ifade etmektedir:
"Rabbin, halkı muslihler olduğu halde, memleketleri haksız yere helâk etmez."
Her toplumda, sevilen ve sayılan, güzel ahlâk sahibi, ilmiyle amil olan, insanların güven duyduğu kimselere rastlamak mümkündür. Bu kişiler birer muslih olarak toplumda yaşanabilecek olumsuzlukları gidermede ve insanlar arasındaki anlaşmazlıkları çözüme kavuşturmada etkin bir rol oynayabilirler.
Nitekim yakın tarihimizden buna bir örnek verebiliriz. Osmanlı toplumunda anlaşmazlığa düşen tarafların aralarını düzelterek barıştıran ve kendilerine muslihun denen kişilerden söz edilmektedir. Muslihun denilen bu kişiler zaman zaman da mahkemeye intikal eden davalarda devreye girerek, tarafların davadan vazgeçmesini sağlamışlardır. Böylece yargının daha iyi işlemesine yardımcı olmanın yanında, aynı zamanda toplum barışının sağlanmasında etkili olmuşlardır. Ancak Osmanlı toplumunda söz konusu olan muslihunun bir kurumdan ziyade, gönüllü organizasyon olduğu söylenebilir.
Buna göre muhlis ıslah eden, düzelten, iyileştiren, barışı tesis eden demektir. İlk muslih Allah’tır. Peygamberler birer muslihtirler. İnsanlar arasından da muhlis çıkabilmektedir. Eğiticilik, örnek bir şahsiyet, saygınlık, güvenilirlik ve güzel ahlâk muslihlerde bulunması gereken özelliklerdir.
2- Islahın Söz Konusu Olduğu Yerler
Kur’an’da ıslah kavramı eşlerin arasını ıslah, yetimleri, çocukları, vasiyetçiyi, ihtilaf halinde olan iki topluluğun aralarını ıslah, insanları ıslah ve Allah’ın yeryüzünü ıslahı şeklinde geçmektedir. Ancak biz araştırmamızda ıslah kavramına eğitim açısından yaklaştığımız ve Allah’tan insana olan ıslahı değil de, insandan insana yönelik ıslahı, vasiyetçinin, ailenin, çocuğun, insanın ve problemli iki topluluğun arasının ıslahı açısından ele aldığımızdan, Allah’ın yeryüzünü ıslahı hususuna değinmedik. Şimdi araştırmamızda söz konusu olan ıslahla ilgili hususları sırasıyla açıklayabiliriz.
a- Eşlerin Arasını Islah:
Kadın ve erkek birbirini tamamlayan iki temel unsurdur. Huzurlu bir aile ortamı, aileyi oluşturan kadın ve erkeğin birbirleriyle iyi geçinmeleri, karşılıklı bir anlayış birlikteliğine sahip olmaları ve hayatın sıkıntılarını birlikte paylaşmalarıyla sağlanabilir.
Toplumun çekirdeği olan aileyi sağlamlaştırmak, yuvanın bozulmasını, ailenin dağılmasını önlemek, Kur’an-ı Kerimin amaçlarından biridir.
Bunun için de aile bağları zayıflayıp, kopma noktasına geldiğinde, eşlerin aralarının bulunması, onların barışması veya barıştırılması ve böylece ailenin dağılmasının önlenmesi istenmektedir. Ailenin sağlam bir temele dayanması elbette eşlerin hedefleri arasındadır. Şayet ailede bir huzursuzluk varsa, bunu giderecek olanlar da yine öncelikle eşlerdir. Çünkü eşler geçimsizliğin sebeplerini en iyi bilenlerdir.
Kur’an bu manada erkeklere kadınlarla iyi geçinmelerini tavsiye etmektedir:
"Onlarla (kadınlarla) iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız biliniz ki) Allah’ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz."
Âyetle, hoşlanılmayan bir kadının evde tutulmasını mümkün olduğu kadar sağlamak, gönlün geçici arzularına set çekmek ve problemi çözüme kavuşturmak amaçlanmaktadır. Âyette erkeklere hayatın iyi yönlerini görmeleri tavsiye edilmektedir. Elbette hayatın iyi yönlerini görmek ve kadınların iyi davranışlarını dikkate almak aile yuvasının düzene girmesini olumlu yönde etkiler. Böylece "hayatın iyi yönlerini görmek ve kadınların iyi davranışlarını dikkate almak" ıslahın gerçekleşmesini sağlayıcı bir fonksiyon üstlenir.
Ayrıca Hz. Peygamber’in, erkeklerin kadınlarla iyi geçinmeleri yönünde çok sayıda teşvik edici ifadelerine rastlamaktayız:
"Siz onları Allah’ın emanetiyle aldınız. Ve Allah’ın kelimesi ile helallendiniz."
"En hayırlınız ehline karşı en çok hayırlı olanınızdır. Ehline karşı en çok hayırlı olanınız benim."
"Hanımına yumuşak ve iyi davranan kişi, mü’minlerin iman bakımından en mükemmelidir."
Hadislerden anlaşılacağı üzere kadınlar Allah’ın erkeklere emaneti olup, hassas bir yapıya sahiptirler. Bundan dolayıdır ki onlara iyi davranmak imanın mükemmelliğiyle eş değer görülmüştür. Böylece erkeklerin dikkatleri çekilmiş, kadınlara karşı daha anlayışlı olmaları ve hoşgörülü davranmaları istenmiştir. Görüldüğü gibi burada "din duygusu" ve "iman" ıslahın vasıtası olarak kullanılmaktadır.
Eşlerin karşılıklı bir takım kusurları olabilir. Eşlerden birisi hatalı davranışlar sergileyebilir. Böyle durumlarda son derece sabırlı davranıp, ikna yoluyla bu kusurlu davranışların tekrarlanmaması istenmelidir. Bu şekilde davranmak mutlu ve huzurlu bir aile yaşantısının gerçekleşmesi için tek çıkar yoldur.
Şayet bütün önlemler alınmasına rağmen eşler arasındaki anlaşmazlığın aile yuvasını bozacak boyutlara ulaşması durumunda Kur’an, onların arasını düzeltici arabulucuların görevlendirilmesini istemektedir.
"Eğer eşlerin aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin.
Aile içi problemleri çözüme kavuşturacak olan hakemler eşlerin ailelerinden seçilir. Çünkü aile içindekiler, onların hallerini daha iyi bilirler. Fakat gerektiğinde aileden olmayan kimseler de hakem tayin edilebilirler. Hakemler, geçimsizlik nedenini ve bunun giderilmesi çaresini araştırırlar. Genellikle alimler, hakemlerin hem birleştirme, hem de ayırmaya karar verme yetkisine sahip oldukları görüşündedirler.
Hakemlerin, istenen sonucun elde edilmesi ve eşlerin de faydalarını temin için, öncelikle, adaletli, bilinçli, metotlu ve ileri görüşlü olmaları gerekmektedir.
Böylece hakemler dağılmak ve parçalanmak üzere olan ailenin tekrar devamında etkili olurlar. Çünkü ailenin devamı, toplumun düzeni ve huzuru açısından çok önemlidir.
b- Yetimleri Islah:
Küçük yaşta babası ölmüş çocuğa yetim denmektedir.
İslâm, toplumun huzuru açısından ailenin düzene girmesi yönünde prensipler ortaya koyarken, yetimlerin haklarını korumayı ihmal etmemiştir. İslâm öncesi cahiliye döneminde itilip kakılan, her türlü haksızlığa uğrayan ve malları elinden alınan yetimler, İslâm’ın gelişiyle koruma altına alınmıştır. Kur’an’da, onlara kötülük yapan ve mallarını ellerinden alanlar sert bir şekilde uyarılmaktadır:
"Evlilik çağına gelinceye kadar yetimleri deneyin, eğer onlarda bir olgunlaşma görürseniz hemen mallarından kendilerine verin. Büyüyecekler diye o malları israf ile tez elden yemeyin."
"Yetimlere mallarını verin, malları pis olanla değişmeyin, mallarınızı onların mallarına katarak yemeyin. Çünkü bu büyük bir günahtır.
"Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş doldurulmuş olurlar. Zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir."
"Hayır, sizler yetime iyilik etmezsiniz, yoksula yedirmekte birbirinizi teşvik etmezsiniz. Mirası ise, helâli-haramı düşünmeksizin yersiniz de yersiniz. Malı pek çok seversiniz." Âyetlerden imanlarının bilincinde olanların, yetimlere ve yoksullara iyilik yaptıkları, imanlarının bilincinde olmayıp, bencil ve hırslı, helâli-haramı tanımayan kimselerin de, yetime ve yoksula iyilik etmedikleri anlaşılmaktadır.
Buna göre İslâm, yetimlere yapılan haksızlığın önüne geçmiş ve mallarının kendilerine verilmesini sağlamıştır. Buna ilaveten onlarla yakından ilgilenilmesini, yetiştirilmelerini ve eğitimleri dahil her türlü ihtiyaçlarının karşılanmasını istemiştir. Kur’an’da bu husus açıkça ifade edilmektedir:
"Sana yetimleri soruyorlar. De ki, onların durumlarını düzeltmek daha hayırlıdır. Eğer onlarla beraber yaşarsanız, onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, yetimlerin (salahına) çalışanları da, fesatlık yapanları da bilir."
Âyette ifade edilen yetimin ıslahı, genelde onun eğitimi ve terbiye edilmesi, malının ıslahı ise, o malın arttırılması ve korunması şeklinde yorumlanmaktadır.
Elbette yetimlerin mallarına ıslah ve koruma maksadıyla el sürmek, onların menfaatlerini, geleceklerini gözeterek işlerine bakıp kendilerini eğitmek ve mallarının artmasını sağlamak, onlardan uzak durmaktan daha hayırlıdır.
Yetim çocukların eğitimi ve hayata hazırlanmalarında üzerinde durulması gereken husus, onların ne tür bir ortam içinde bulunacakları ve nasıl korunacaklarıdır.
Günümüzde geleneksel koruma yöntemi, çocuk yuvası ve yetiştirme yurdu gibi kurumsal niteliklidir. Ülkemizde 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanununda belirtildiği üzere, korunmaya muhtaç çocuklardan 0-12 yaş grubu Çocuk Yuvalarında, 13-18 yaş grubu ise Yetiştirme Yurtlarında bakılıp yetiştirilmektedir.
Bu kurumlar bir nevi ailenin görevini üstlenmiş bulunmaktadırlar. Fakat her şeye rağmen ailenin yerini tutamayacakları anlaşılmıştır. Çünkü buralarda çocuklar teke tek ilişki ve duygudan uzak olarak barındırılmakta ve çoğunlukla fizyolojik ihtiyaçları karşılanmaktadır. Oysa sağlıklı bir gelişim ve davranış görüntüsünün temelinde duygu yatar. Bu duyguyu da çocuğa kazandıracak olan yegane öge ailedir. Ailenin bulunmadığı durumlarda yapay bir aile bile soruna çözüm getirebilir. Bu düşünceden yola çıkan gelişmiş ülkeler kurum bakımını en aza indirip, artık ağırlığı koruyucu aile uygulamasına vermiş bulunmaktadırlar.
İslâm’ın yetim çocukların korunmaları hususundaki görüşü onların bakımevlerinden ziyade bir koruyucu aile yanında himaye edilmeleri şeklindedir.
Hadislerde yetimleri himayeden maksadın, maddi korumadan ibaret olmayıp, onları tam bir ailevi atmosfer içerisinde yaşatmak olduğu bariz bir şekilde ifade edilmektedir. Bu hadislerden iki tanesine burada yer verebiliriz:
"Müslümanlar arasında en hayırlı ev, içerisinde yetim olan ve yetime de iyi muamele yapılan evdir. En kötü ev de içinde yetim olan, fakat ona kötü davranılan evdir."
"Her kim, müslümanlar arasından bir yetimi (evine alıp) kendi yediğinden yedirir, kendi içtiğinden içirirse, affı mümkün olmayan bir günah (şirk) işlemedikçe Allah onu mutlaka cennetine kor."
Yetim çocuklar, hadislerde de ifadesini bulduğu üzere bir aile ortamı içerisinde tıpkı öz evlat gibi okşanıp sevilerek hayata hazır duruma getirilmiş olurlar.
Görüldüğü gibi âyet ve hadislerde yetim ve kimsesiz çocuklara sahip çıkılması, durumlarının düzeltilmesi ve öz evlat gibi aile içinde barındırılmalarının gereği vurgulanmaktadır. Çünkü çocukların eğitimi, yetiştirilmesi ve gelişimlerini sağlıklı bir şekilde tamamlayabilmeleri açısından en uygun ortam ailedir.
c- Çocukları Islah:
Çocuğun eğitiminde aile, çevre ve okul üçü birlikte etkilidir. Bunlar içerisinde ilk dönemlerde en etkilisi ailedir. Çünkü çocuk doğduğunda ilk önce ailesi ile karşılaşmaktadır. Huzurlu bir aile ortamı her şeyden önce çocuğun eğitimi ve kişiliğinin gelişimi açısından önemlidir. Çocuğun eğitimine yönelik olarak gerçekleştirilebilecek her türlü etkinlik, onun ıslahına yönelik bir çabadır.
Çocuğun dünyaya gelişinden sonra ona yapılan ilk işlemler kulağına ezan okumak ve iyi bir isim vermektir. Doğan çocuğun kulağına ezan okumak, "Elest Bezmi" ile çocuğun şuur altına yerleştirilen inanç duygusunu harekete geçirmek için yapılan bir faaliyettir. Çocuğa iyi bir isim vermek ise gelecekteki şahsiyetini etkiler.
Nitekim Hz. Peygamber’in, çocuk dünyaya geldiğinde ona isim koyduğu ve Hz. Fâtıma’nın Hz. Hasan’ı dünyaya getirdiğinde kulağına ezan okuduğu rivayet edilmektedir. Lokman’ın oğluna yaptığı tavsiyeler arasında yer alan çocuğa Allah inancının verilmesi ve öğretilmesi, çocuğun namaz kılması, başına gelebilecek belalara karşı sabırlı olması, iyiliği emredip kötülüğü yasaklaması gerektiği ailelerin bir eğitim çerçevesinde çocukların ıslahında dikkat edecekleri hususlardır.
Buna göre çocuğa öncelikle kazandırılacak olan, sağlam bir inanç ve bu inancın gereği olarak ibadette bulunma, dini davranış sergileme ve toplumsal vazifeleri yerine getirme duygusudur.
Dini inanç ve duygular, samimi ve sıcak bir aile ocağında uyarılır ve şekillenir. Aile büyüklerinin dine bağlı hareketleri, kullandıkları dinsel deyimler çocuğu içten bir yaşantı içerisine sokar.
Örneğin, aile üyelerinin sözünde durma, yalan konuşmama, kimsesizlere yardım etme vb. örnek davranışları çocukları derinden etkileyebilir. Ayrıca aile içerisinde kılınan namazlar, yapılan dualar, vb. dini davranışlar zamanla çocuklarda bir davranış biçimi haline gelebilir.
Ailede verilen din eğitiminin çocukları derin bir şekilde etkilemesi, ailenin aynı zamanda dini değerler ve ilişkiler açısından bir model teşkil etmesinden ve çocukların dini tecrübe ve ibadet eğitimi ile doğrudan karşılaştığı bir yer olmasından kaynaklanmaktadır.
Bu yüzden onlara, dini gelişimlerini sağlıklı bir şekilde tamamlayabilmeleri ve dini bir kişilik kazanmaları açısından örnek davranışlar sunulmalıdır.
Çocuklar çoğu defa dini konularda ilginç, anlamsız ve dine aykırı sorular sorabilir. Anne ve babalar çocukların böyle sorularını anlayışla karşılamalı, onların anlayabileceği şekilde cevaplar vermelidir. Bu tür soruları sormanın günah olduğunu söylemek, onları azarlamak, anlayabilecekleri tarzda cevaplar vermemek, çocukların dini konularda şüphelerinin artmasına neden olabilir.
Çocukları ibadete yönlendirmede hoşgörülü bir tutum sergilenmelidir. Çocuklar ibadete alıştırılırken umursamaz bir davranış içerisine girmeleri durumunda, katı bir disiplin sağlamak ve çeşitli baskı yöntemleriyle ibadete zorlamak olumlu sonuç vermeyebilir.
Çocuklar ibadete alıştırılırken "Ergenlik çağına kadar dini bir sorumluluk taşımadığı" hadisi akıldan çıkarılmamalı ve onlara ibadet konusunda baskı yapılmamalıdır. Bu hadise göre çocukların, bu yaşlarda yaptığı yahut yapacağı hatalar, yanlışlar, günahlar ve ihmaller yetişkin insanların yaptığı yanlışların sonucunu doğurmayacaktır. Büyüklerin bile zaman zaman yapmaktan kaçınmadıkları küçük hatalar ve kusurlar, çocuklar tarafından işlendiğinde, bunlar birer günah olarak telkin edilmemelidir.
Çocukları ibadetlere yönlendirirken hemen değil de belli bir zaman dilimi içerisinde sonuç alınmaya çalışılmalıdır. Özellikle mübarek gün ve gecelerde, teravih namazlarında, bayram namazlarında camiye götürülmek suretiyle namaza ilgi duymaları sağlanmalıdır. Ramazanlarda sahura kaldırılmalı ve ailesiyle birlikte bu heyecanı yaşamalarına imkan tanınmalıdır. Ancak otuz gün ramazan orucu tutmak yerine gücü yettiği kadarıyla oruç tutmasına izin verilmelidir. Çocuklar öncelikle ibadetlere teşvik edilmeli, alıştırılmalı, ilgi duymaları sağlanmalıdır.
Anne babaların çocuklarının din eğitiminde dikkat edecekleri diğer bir husus, onların gelişim dönemlerine uygun bir yöntem takip etmeleri gerektiğidir. Çocuğun gelişim dönemiyle ilgili yeterince bilgiye sahip olmayan anne babalar, çocuklarının iman ve ibadet öğretiminde verimli olamazlar.
Soyut kavramları kavrayabilecek düzeye ulaşmamış bir çocuğa, Allah, melek, cennet, cehennem ve ahiret gibi kavramlar hakkında bilgi vermeye çalışmak, çocuğun zihninin daha da karışmasına sebep olabilir.
Ailelerin, çocuklarının sadece maddi ihtiyaçlarını karşılaması, onlara birtakım maddi imkanlar sağlaması yeterli değildir. Aynı zamanda onların sevgi ihtiyaçları da karşılanmalıdır. Çocuk, aile içerisinde kendini güvende hissetmeli ve aile üyelerinin sevgisi onu kuşatmalıdır.
Çocuğa gösterilecek sevgi, onun beden gelişmesinden zihin gelişmesine kadar önemli etkilerde bulunmaktadır. Bu yönünden dolayı anne sevgisine "büyüme vitamini" denilmiştir. Çocuklara gösterilecek sevgi hususunda en güzel örnekleri, Hz. Peygamberin uygulamalarında görmek mümkündür. Hz. Peygamberin çocukları çok sevdiği, onlara karşı şefkat ve merhamet gösterdiği bilinen bir gerçektir. Çocuklara karşı son derece sevgi gösteren Hz. Peygamber, onları kucağına oturtmuş, okşayıp bağrına basmış, omuzuna ya da sırtına bindirmiş, onlarla oyunlar oynamış, hoşlarına gidecek bazı lakaplar takarak şakalaşmış ve onları eğlendirmeye çalışmıştır.
Anne babalar çocuklarına Allah’ı tanıtırken korku ifadeleri yerine sevgi içeren sözler kullanmalıdırlar. "Allah seni taş eder", "Cehennemde yakar", "Gözünü kör eder" gibi ifadeler çocuklar üzerinde olumsuz etkide bulunabilir.
Oysa "Yalan söylersen, Allah seni taş yapar" yerine, "Doğru söylersen, Allah seni çok sever!.", "Allah uslu çocukları cennetine koyar..." gibi ifadeler kullanmak daha doğru olur. Çocukların korku yerine sevgiyle Allah’a yöneltilmesi kendilerine olan güvenlerini arttıracaktır. Allah’ın kendilerini koruyacaklarına inanacaklarından dolayı, sıkıştıkları ve bunaldık(arı zamanlarda, Allah’tan kaçmak yerine O’na sığınacaklardır.
d- İhtilaf Halinde Olan İki Müslüman Topluluğun Arasını Islah:
İslâm tevhid ve birlik dinidir. Tevhid inancı, en mükemmel ve ideal bir sosyal kaynaşma, kenetlenme, birleşme ve bütünleşme imkanı sağlar.
Toplumda yaşayan insanlar arasında ortaya çıkabilecek ihtilaflar, anlaşmazlıklar ve kavgalar, İslâm’ın ısrarla üzerinde durduğu, sosyal kaynaşmayı zedeleyici bir özelliğe sahiptir. Kur’an böyle bir durumda, mü’minlere kardeş olduklarını hatırlatmakta ve anlaşmazlıkları çözüme kavuşturucu mahiyette arabulucuları göreve çağırmaktadır.
"Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa, onların aralarını düzeltin. Şayet biri diğerine saldırıya devam ederse, Allah’ın emrine dönünceye kadar, saldıran tarafla savaşın. Allah’ın emrine dönerse, artık adaletle onların aralarını düzeltin ve adil olun. Zira Allah, adaletli davrananları sever. Mü’minler kardeştirler. Kardeşlerinizin arasını düzeltiniz."
Âyette ihtilaf halinde iki müslüman topluluğun arasını bulmada adil bir ıslaha vurgu yapılmaktadır. Yani her iki tarafı da memnun edecek, ayırım gözetmeyecek, gönüllerde en ufak bir şüphe bırakmayacak, tekrar anlaşmazlığa dönmeyi engelleyici ve yaşanan probleme kesin çözüm getirici bir arabuluculuğa işaret edilmektedir. Âyette ifade edilen arabuluculuk, "adalet" ilkesiyle temellendirilmektedir.
Buna göre müslümanlar kardeştirler, kardeşçe geçinmelidirler. Allah’ın rahmetine nail olmaları için barış içinde yaşamaları, kendi aralarında çıkan olayları yatıştırmaya, kavgaları önlemeye çalışmaları gerekmektedir:
Esasen, müslümanların kendi aralarında sulh bulunmaz, kardeşlikleri kuvvetli olmazsa, kafirlere karşı mücadele edemezler. Allah’ın azabından da korunamazlar.
Âyette ifade edilen arabuluculuk görevi, iki topluluk arasında geçen anlaşmazlıkta olduğu gibi, aynı zamanda iki kişi arasında gerçekleşen anlaşmazlıkta da söz konusudur. Esasen iki kişi arasında çözüme kavuşturulmayan ihtilafların zamanla, diğer insanları da etkilemesi ve böylece toplumsal bir boyut kazanması mümkündür.
Kur’an’ın yanı sıra hadislerde de insanların arasını düzeltmenin ve birliği tesis etmenin önemine işaret edilmektedir:
"Dikkat edin, size, oruç, namaz ve sadakanın derecesinden daha üstün olanı bildireyim mi? Ashab: "Evet" deyince Hz. Peygamber: "Kişilerin aralarını ıslah etmektir. Zira kişilerin aralarını bozmak (imanı kökünden) kazır" buyurmuştur.
"Birbirinize haset etmeyiniz, birbirinizin satışına engel olmayınız, kızmayınız, sırt çevirmeyiniz, ey Allah’ın kulları kardeş olunuz. Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu rüsvay etmez, ona hakaret etmez."
"Birbirlerine karşı sevgi, şefkat ve acımalarında mü’minler, bir tek cesede benzerler. Cesedin bir organı rahatsız olunca diğer organları da uykusuzluk ve ateş ile onun rahatsızlığını duyar."
Hadislerde ifade edildiği gibi müslüman müslümanın kardeşidir. İki müslümanın arasını bulmak üstün bir ibadettir. Müslümanlar birbirlerine karşı duyarlı olmak durumundadırlar. Diğer insanların sıkıntılarını paylaşmak, insanların arasını bulmak bir müslümanda bulunması gereken sosyal duyarlılıktır. Bu duyarlılık sürekli olarak insanı başkalarının sıkıntılarını paylaşmaya yönlendirir. Küçük yaştan itibaren bireylere eğitim yoluyla böyle bir duyarlılık kazandırılabilir.
İslam’ın gerek Kur’an’da ve gerekse sünnette önemle üzerinde durduğu kardeşlik ilkesiyle birbirlerine karşı merhametli, samimi, candan, tek hedef ve gaye etrafında birleşmiş bir İslâm toplumu hedeflenmektedir.
Böyle bir toplumda bireylerin inançtan doğan sağlam kardeşlik duygularına sahip olmaları, onları birbirlerinin dertleri ile dertlenen, sevinçleri ile sevinç duyan, üzüntüleri ile kederlenen, ihtiyaçları zamanında birbirlerine yardım eden kişiler haline getirir.
e- Vasiyetçiyi Islah:
Vasiyet edecek bir kimsenin vasiyeti anında, bir hata yapması endişesi taşınıyorsa, Kur’an bu kimseyi hatasından döndürmek için müdahalede bulunulmasını istemektedir.
"Kim de, vasiyet edenin bir hata veya günah işlemesinden korkar da, (tarafların) aralarını düzeltirse, ona günah yoktur. Şüphesiz Allah, bağışlayan, esirgeyendir."
Âyet vasiyet edeni hatasından döndürmeyi ve ilgili kişilerin arasını ıslah etmeyi muslihlere bir görev olarak yüklemektedir.
Böylece vasiyet edenin bir hata veya günah işlemesi engellenmiş ve varisler de mağdur edilmemiş olur. Zira, vasiyette bulunanın o andaki hastalık durumu veya ölümün eşiğindeki psikolojik hava onun sağlıklı karar vermesini etkileyebilir.
Vasiyet edeni hatasından döndürmek bir farz-ı kifaye olup, muslihler bu görevi yerine getirdiğinde diğer insanlardan sorumluluk kalkar.
Görüldüğü gibi Kur’an insanları sosyal duyarlılığa davet etmekte ve neme lazımcı bir tavrı hoş görmemektedir. Zira toplumda yaşayan bireyler arasında ortaya çıkan problemlerin çözüme kavuşturulmayışı, zamanla daha büyük problemlerin meydana gelmesine sebep olabilir. İşte vasiyetçiyi ıslah örneğinde görüldüğü gibi, insanların arasını bozucu ve toplumsal huzursuzluklara zemin hazırlayıcı olayları çözüme kavuşturmak muslihlerin yapması gereken işlerdendir.
f- İnsanları Islah:
Kur’an’da ıslahla ilgili olarak üzerinde durulan diğer bir husus insanların ıslahı konusudur. Kur’an insanların inanç, düşünce ve davranışlarında değişiklik meydana getirmeyi onların ıslahı anlamında ele almaktadır. Bu da, insanı bir eğitim sürecinden geçirmekle mümkün olur.
Yüce Allah insanların ıslahı ve eğitimine yönelik olarak Peygamberler göndermiştir. Peygamberler insanları Allah’ın dinine çağırmak, yanlış davranışlarından vazgeçirmek, durumlarının düzeltilmesi için rehberlik etmek, onlara öğreticilik yapmak, iyiliği emredip kötülüğü ortadan kaldırmak sûretiyle ıslah vazifelerini yerine getirmişlerdir.
Kur’an insanlardan öncelikle iman etmelerini istemektedir. İman ettikten ve dinî benimsedikten sonra talep edilen ise; namaz, oruç, hac, zekat gibi salih amelleri yerine getirme ve birtakım dinî yasaklara riayet etmedir.
Bunun yanında ’Kur’an’da güzel ahlâk , diğergamlık , affedici olma , kötülüğe iyilikle karşılık verme , insanlara yumuşak davranma , insanlarla alay etmemek , zandan sakınma , kibirli olmamak , iyilikte yardımlaşma , merhametli olmak , doğruluk , sabırlı olmak gibi ahlâki ilkelere vurgu yapılmaktadır. Kur’an’da ifade edilen dini emir ve yasaklar ve bir takım ahlâki ilkelerle insanların ıslahı amaçlanmaktadır.
Böylece kardeşlik bilincine sahip, başkalarının hakkını gözeten, insanlara zarar vermeyen, birbirlerinin problemlerine karşı son derece duyarlı bir insan modeli oluşturulmak istenmiştir.
Kur’an insanların ıslahına yönelik olarak, İslâmi eğitimde öncelikle başvurulan bir eğitim yöntemi olma özelliği taşıyan tedriç yöntemini uygulamıştır. Bu yöntemden hareketle insanlardan önce iman etmeleri istenmiş, dini emir ve yasaklar birdenbire indirilmemiş, zamana yayılmak suretiyle insanların benimsemesi dikkate alınarak kolaydan zora doğru bir yol takip edilmiştir. Nitekim içkinin yasaklanışında takip edilen yöntemi buna örnek olarak verebiliriz.
3- Din Görevlilerinin Muslihlik Yönü
Makalemizde ıslah kavramını eşlerin arasını ıslah, ihtilaf halinde olan iki müslüman topluluğun aralarını ıslah, yetimleri, çocukları, vasiyetçiyi ve insanları ıslah açısından ele almış bulunuyoruz. Islah kavramına açıklık kazandırmanın yanında, ıslah konusunda toplumun bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi de önemlidir. Bu bilgilendirme yaygın din eğitimi çerçevesinde din görevlileri vasıtasıyla gerçekleştirilebilir.
Mü’minlerin kardeş olduğu ve dolayısıyla aralarının düzeltilmesi gerektiği , insanların arasını düzeltmenin üstün bir ibadet olduğu , erkeğin kadınla iyi geçinmesi, ailenin dağılması tehlikesi durumunda kadının fedakarlıkta bulunması, en son tedbir olarak ailenin devamı açısından arayı düzeltici mahiyette hakemlerin görevlendirilmesinin istenmesi , âyet ve hadislerde ıslahı gerçekleştirmeye yönelik olarak yer alan ifadelerdir.
Ayrıca yetimlerin mallarını vermek, onlara iyilik etmek, durumlarını düzeltmek ve onlarla bir arada yaşamak yetimlerin ıslahına yönelik ifadelerdir.
Okunan hutbeler ve verilen vaazlarda bu ifadelerin eğitim amaçlı olarak bir plan dahilinde bireylere sunulması, onlarda ıslah bilincinin ortaya çıkmasına ve bu bilincin canlı tutulmasına son derece olumlu katkılar sağlayabilir.
Bu manada din görevlileri, Cuma hutbelerinde ve verdikleri vaazlarda toplumun birliği açısından sosyal kaynaşmanın önemine ve mü’minlerin kardeş olduklarına dikkat çekmelidirler. İnsanlar arasındaki ihtilaflar çözüme kavuşturulmadığı sürece toplumda huzursuzlukların ortaya çıkabileceği ve anlaşmazlıkların giderilmesinin toplumsal bir görev olduğuna vurgu yapmalıdırlar. Din görevlileri ayrıca Kur’an’ın, toplumun temeli olan ailenin ayakta durabilmesi için aldığı önlemler ve ailenin sağlıklı nesillerin yetişmesindeki rolüne yönelik olarak ortaya koyduğu hususlar üzerinde durmalıdırlar.
Yaygın din eğitiminin önemli bir öğesi olan din görevlileri ıslah işinde fiili olarak da yer alabilirler. Görev yaptıkları yerlerde insanlar arasında ortaya çıkabilecek anlaşmazlıkları gidermede ve barışı sağlamada etkin bir rol üstlenebilirler. Çünkü din görevlileri sürekli halkla iç içe olup, onları en yakın tanıyan kimselerdir. Ayrıca din adamı olmaları halkın onlara saygı duymalarını sağlayıcı bir faktördür.
Din görevlileri aile içi anlaşmazlıkları çözüme kavuşturabilirler. Hem kadın ve erkekle bizzat görüşerek, hem de her iki tarafın yakınlarını harekete geçirerek aile içi anlaşmazlıkları sona erdirmede ve ailenin devamını sağlamada etkili olabilirler.
Toplumda yetim ve sahipsiz çocuklara rastlamak mümkündür. Din görevlileri bunları tespit ederek, yetim çocukları barındıran kuruluşlara teslim edebilirler. Bunun yanında yetim çocuklara ailelerin sahip çıkmasını sağlayabilirler. Böylece din görevlileri toplumda koruyucu aile uygulamasının yaygınlaşmasına katkı sağlamış olurlar.
Binlerce câmide görev yapan binlerce din görevlisi* insanlar arasında yaşanabilecek problemleri çözüme kavuşturmada ve aile içi anlaşmazlıkları gidererek ailenin devamına katkı sağlamada etkin bir rol oynama açısından bir fırsat olarak göze çarpmaktadır.
Din görevlilerinin bu ağır sorumluluğun üstesinden gelmesi bir takım özelliklere sahip olmalarıyla mümkündür. Bu açıdan, iyi bir eğitim seviyesi, kültürlü ve bilgili olma, insanlarla sağlıklı diyaloglar kurabilme, örnek davranışlar sergileme, hoşgörülü ve anlayışlı olma, ifrat ve tefritten uzak durma ve güzel ahlâk din görevlilerinde bulunması gereken üstün özelliklerdir. Bu üstün özellikler din görevlilerinde bulunduğu sürece, muslihlik görevini en iyi şekilde yerine getirebileceklerdir.


SONUÇ
Islah geniş kullanım alanı olan bir kavramdır. Islah vazifesini yerine getirenlere muslih denmektedir. Kur’an’a göre ilk muslih Allah’tır. Peygamberler birer muslihtirler. Kur’an’da insanların muslihlik yönüne dikkat çekilmektedir. Allah’ın dinine sımsıkı bağlılık, üstün bir ahlâk, ilmiyle amil olma, saygınlık, güvenilirlik ve eğiticilik muslihlerde bulunması gerekli özelliklerdir.
Kur’an’da ailenin ıslahına özel bir önem verilmektedir. Ailenin ıslahında, aileyi oluşturan eşler arasındaki anlaşmazlıkların çözüme kavuşturulması ve böylece ailenin devamını sağlamak amaçlanmaktadır. Kur’an ailenin devamı açısından erkek ve kadını fedâkarlığa davet etmekte ve aralarında barışı esas kılmalarını istemektedir. Kur’an, eşler arasında ailenin devamının, eşlerin kendi çabalarıyla mümkün olmaması durumunda arabulucuların devreye sokulmasını istemektedir. Bu durum Kur’an’ın ailenin sürekliliğine yönelik bir gayreti olarak göze çarpmaktadır.
Ailenin ıslahı en çok çocuklar açısından önemlidir. Çünkü aile çocukların gelişimi, eğitimi, yetişmesi, hayata hazırlanması, sosyalleşmesi ve uyumlu bir kişilik yapısına sahip olması açısından oldukça etkili bir müessesedir. Ailenin çocuklara yönelik bütün bu etkileri, onların ıslahına yönelik bir çabadır.
Yetimlerin ıslahı, onların eğitimi ve yetiştirilmeleridir. Böylece yetimlerin yaşayabileceği problemler çözülecek ve onlara hayatta bir yer sağlanacaktır. Yetimlerin korunmasına yönelik çabalar içerisine girilmelidir. Öncelikle yetimlerin barınacağı müesseseler açılmalıdır. Bunun yanında koruyucu aile uygulaması özendirilerek, yetim çocukların bir aile ortamında yaşamlarını devam ettirmelerine imkan sağlanmalıdır.
Kur’an’da ıslah amaçlı olarak yapılması istenen diğer bir husus; mü’minler arasında ortaya çıkabilecek anlaşmazlıkların giderilmesidir. Kur’an mü’minleri kardeş ilan ederek bir sosyal yapı oluşturmak istemiştir. Bu sosyal yapıyı bozacak anlaşmazlık, kavga ve ihtilafların derhal giderilmesi istenmiştir. Böylece mü’minlerin birlik içinde yaşamaları, dağılıp parçalanmamaları amaçlanmıştır. İşte mü’minler arasında ortaya çıkabilecek anlaşmazlıları çözecek ve toplumsal kaynaşma ve kenetlenmeyi sağlayabilecek olanlar muslihlerdir.
Toplumun ıslah konusunda bilinçlendirilmesinde din görevlilerinden yararlanılabilir. Din görevlileri camilerde verdikleri hutbelerde ve yaptıkları vaazlarda ıslaha teşvik edici dini ifadeler üzerinde ağırlıklı olarak durmalıdırlar. Böylece halkın ıslah bilinci canlı tutulmuş olur.
Sürekli halkın içinde olan ve halkı en iyi şekilde tanıma imkanına sahip bulunan din görevlileri ıslah konusunda toplumu bilinçlendirmenin yanında, ıslah işine bizzat katılmalıdırlar. Bu sayede muslihlik görevini yerine getirmiş olurlar.
------------------------------------------
İbn Fâris, Ebu’l-Huseyn Ahmed b. Fâris b. Zekeriyya, Mu’cemu Mekayisi’l-Lüga, III, Beyrut, 1991, s. 303. el-Cevheri, İsmail b. Hammâd, es-Sıhah, I, Kahire, 1982, s. 383.
Bkz., ez-Zemahşeri, Ebu’1-Kasım Muhammed b. Ömer, Esasu’1-Belağa, Kahire, 1960, s. 537, İbn Manzur, Lisanu’l Arab, II, Beyrut, trs., s. 516. Ragıb el-İsfehani, el-Müfredat fi Garibi’1-Kur’an, İstanbul, 1986, s. 419-420, el- Fîruzâbâdî, Muhammed b. Yakup, Basairu Zevi’t-Temyiz, II, Beyrut. trs., s. 431.
et-Tahânevî, Muhammed Ali el-Fârûkî, Keşşafu Istılahati’l-Fünûn, II. Beyrut, 1996, s.1093.
ez-Zemahşeri, Esasu’l-Belağa, s. 537, İbu Manzur, Lisanu’l-Arap. II, s. 516-517, el-İsfehani, el-Müfredat fi Garibi’l-Kur’an, s. 420. Ebu’l-Beka, el-Huseynî el-Kefevî, el-Külliyyât, Beyrut. 1993, s. 560, el-Cevheri, es-Sıhah, I, s. 384.
Zemahşeri, Esasu’l-Belağa, s. 537, İbu Manzur, Lisanu’l-Arab. II, s. 516-517, el-İsfehani, el-Müfredat fi Garibi’1-Kur’an, s. 420. Ebu’l-Beka, el-Huseynî el-Kefevî, el-Külliyyât, Beyrut. 1993, s. 560, el-Cevheri, es-Sıhah, I, s. 384.
Bkz. Bakara 2/220.
Bkz., Şemseddin Sami, Kamus-u Türkî, II, İstanbul. 1989, s.1359, el-Âlûsî, Şıhabuddin Mahmud, Ruhu’l-Meânî fi Tefsîri’l-Kur’ani’l-Azîm, I, Beyrut, 1994, s.156.
Bkz., Bakara, 2/ 11, 220, Arâf, 7/ 170, Hûd, 11/ 117, Kasas, 28/ 19.
Bkz., En’âm, 6/ 102, A’râf 7/ 56, 85, Ra’d, 13/ 16, Zümer, 39/ 62, Mü’min, 40/ 62.
Bkz., Muhammed, 47/ 2, 5.
Bkz., A’râf, 7/ 56, 58, Yûnus, 10/ 81, Enbiyâ, 21/90, Ahzâb, 33/71, Ahkâf, 46/15, Muhammed, 47/2.
Bayraktar Bayraklı, İslâm’da Eğitim, M.Ü.İ.F.Vakfı Yayınları, İstanbul, 1989, s.105, Selahattin Parladır, "Hz. Peygamber Devrindeki Eğitim Anlayışı ve İşleyişi", Dokuz Eylül Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 1, İzmir, 1988, s. 262-263.
Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur’an, Çev., Alparslan Açıkgenç, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 1996,
Nahl. 16/ 35.
Sebe, 34/ 28
A’râf, 7/ 157.
Bakara, 2/ 151, 152.
Âl-i İmrân, 3/ 164.
Cum’a, 62/ 2.
İbn Mâce, Mukaddime, 17.
Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, C. 4, Eser Kitapevi, İstanbul, trs, s. 2317.
Al-i İmran, 3/104.
Hûd, 11/117.
Nasi Aslan, "İslâm ve Osmanlı Hukuk Sisteminde Sulh Akitleri ve Osmanlı Toplumunda (Muslihun) Arabuluculuk"; Kur’an’da Evrensel Hoşgörü, İstanbul, 1997, s. 269.
Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, C. 1, İstanbul, 1989, s. 555.
Ömer Dumlu, Kur’an-ı Kerim’de Salâh Meselesi, Ankara, 1992, s. 103.
Nisa, 4/ 19.
Müslim, Hac, 147, Ebu Davud, Menasik, 56.
Tirmizi, Rada, 11.
İbn Hanbel, Müsned, VI, 47.
Nisa, 4/35.
Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri C. 2, s. 278.
Bkz. el-Âlusî, Ruhu’l-Meânî fi Tefsîri’l-Kur’ani’l-Azîm, III, s. 156, el- Cassas, Ebû Bekr Alımed er-Râzî, Ahkâmu’l-Kur’an, II Beyrut, 1993, s. 269 ve devamı; Kurtubi, Muhammed b. Ahmed, el-Camiu li Ahkami’l Kur’an, V, Beyrut, 1996, s.115.
İbn Manzur, Lisanu’l Arab, XII, s. 645.
Nisâ, 4/ 6.
Nisâ. 4/ 2.
Nisâ. 4/10.
Fecr, 89/17-20.
Beyza Bilgin, "Yetim ve Kimsesiz Çocuklarla İlgili Tesis Kurmanın ve Yaşatmanın Önemi", Diyanet İlmi Dergi, C. 33, Sayı:3, Ankara, 1997. s. 8.
Nisa, 4/35.
Bkz. El-Cassas Ahkâmu’l-Kur’an, I. s. 452, el-Âlûsî, Ruhu’l-Meânî fî Tefsîri’l-Kur’ani’l-Azim, I., sh. 511.
Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, C. 2, s. 768.
2828 Sayılı Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu, 27 Mayıs 1983, ve 18059 sayılı Resmi Gazete s. 7.
Yümni Sezen, Sosyolojide ve Din Sosyolojisinde Temel Bilgiler ve Tartışmalar, Marmara Ün. İl. Fak.Vakfı Yayınları, İstanbul 1990, s.120.
Latife Bıyıklı, “Gelişmiş Ülkelerde Suçlu ve Korunmaya Muhtaç Çocuklar İçin Koruyucu Aile Uygulaması” Çocuk Suçluluğu ve Çocuk Mahkemeleri Sempozyumu, Ankara Ün. Eğitim Bil. Fak. Yayınları, Ankara, 1983, s. 61-63.
İbrahim Canan, Peygamberimizin Sünnetinde Terbiye, Tuğra Neşriyat, İstanbul, s. 411.
Canan, age, s. 412, Abdurrahman Kurt, “İslâm’ın Koruyucu Aileye Bakışı,”, Uludağ Ün. İl. Fak. Dergisi, C. 6, Sayı: 6, Bursa, 1994, s. 177.
İbn Mace, Edep, 6.
Tirmizi, Birr, 14.
İbn Mace, Edep, 10.
Bayraklı, "Kur’an-ı Kerim’e Göre Ailede Çocuk Eğitimi", (tebliğ), İslâm’da Aile ve Çocuk Terbiyesi II, Ensar Neşriyat, İstanbul, 1996, s.156-157.
Buhari, Akika, 1, Tirmizi, Edeb, 63.
Ebu Davud, Edeb, 116.
Lokman, 31/ 16, 17.
Selahaddin Parladır, "Din ve Aile", Türk Aile Ansiklopedisi, C.1, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, Ankara, 1991, s. 342.
Neda Armaner, Din Psikolojisine Giriş, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1989, s. 89.
Bkz., Ünver Günay, "Türkiye’de Dini Sosyalleşme", (tebliğ), T.1.D.E.S., Ankara, 1981, s.198, A.Vergote, Çocukta Din", Çev. Erdoğan Fırat, Ankara Ün. İI. Fak. Der., XXII, Ankara, 1978, s. 316, Armaner, a.g.e., s. 89, M. Faruk Bayraktar, "Ailenin Eğitim Görevi", Din Eğitimi Araştırmaları Dergisi, Sayı:2, İstanbul, 1995. s. 139.
Ebu Davud, Hudud 16, Tirmizi, Hudud, 1, Nesâî, Talak, 13, Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 116.
Bkz. Halis Ayhan, Eğitime Giriş ve İslâmiyetin Eğitime Getirdiği Değerler, Damla Yayınevi, İstanbul, 1982, s. 236, 242.
Bkz. Bilgin, “Okul Öncesi Çağı Çocuğunda Dini Kavramlar”, Din Öğretimi Dergisi, Sayı: 8-9, Ankara, 1986, s. 21.
Buhari, Fedailü’s-Sahabe, 22, Tirmizi, Menakıb, 9, İbn Mace, Edep 3.
Buhari, İlim, 18, Ebu Davud, tereccül, 15, Tirmizi, Birr, 57, Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 532.
Mustafa Öcal, "Ailede Çocukların Dîni ve Ahlâkî Eğitimlerinde Karşılaşılan Problemlerin Başlıca Sebepleri ve Çözüm İçin Bazı Teklifler", Din Eğitimi Araştırmaları Dergisi, Sayı:3, İstanbul, 1996, s. 196.
Ünver Günay, "Din ve Toplumsal Farklılaşma", Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fak. Dergisi, Sayı: 5, Erzurum, 1982, s. 79.
Hucûrât, 49/ 9-10.
Ateş, Yüce Kur’anın Çağdaş Tefsiri, C. 8, s. 520.
Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, C. 6. s. 4464-4465.
Ebu Davud, Edeb, 58, Tirmizi; Kıyame, 56.
Buhari, Edeb, 57, 58, 62, Müslim. Birr, 30, 32.
İbn Hanbel, Müsned, II, 159, 203.
Zemahşeri, el-Keşşaf an Hakaikı’t-Tenzil, I, Daru’l-Küttabi’l-Arabi, Beyrut, trs., s. 395.
Bakara, 2/182.
Dumlu, age, s. 110.
Kurtubi, age, II, s.182.
Kalem, 68/4; İbn Mace, Zühd, 4246.
Haşr, 59/9; Buhari, İman, 7.
Al-i İmran, 3/134, Araf, 7/199, Maide, 5/13.
Kasas, 28/54, Fussilet, 41/34.
İsrâ, 17/53, Nahl, 16/125.
Hucûrât, 49/11.
Hucûrât, 49/12.
Lokman, 31/18, İsra, 17/37.
Maide. 5/2.
Fetih, 48/29.
Ahzap, 33/70.
Fussilet, 41/35, Nahl, 16/96.
Tedric konusunda bkz., Bayraklı, İslâm’da Eğitim, s. 213, Kerim Yavuz, Günümüzde Din Eğitimi, Çukurova Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Yayınları, Adana, 1998, s. 95, Abdullah Özbek, Bir Eğitimci Olarak Hz. Muhammed, Esra Yayınları, Konya, 1991, s. 186.
Bkz., Bakara, 2/ 219, Nisâ, 4/43, Mâide, 5/ 90-91 Nahl, 16/ 67.
Bkz., Hucûrât, 49/ 10.
Ebu Davud, Edeb, 58, Tirmizi, Kıyame, 56.
Davud, Edeb, 58, Tirmizi, Kıyame, 56.
Bkz. Bakara 2/220, Nisâ, 4/2, 6, İbn Mace,Edep, 6, Tirmizi, Birr, 14.
* Ülkemizde kadrolu 64220 cami bulunmaktadır. Bu camilerde 55886 İmam Hatip ve 9787 Müeezzin görev yapmaktadır. (Diyanet İşleri Başkanlığı İstatistikleri, 1999, Ank. 2000, s 7, 101.